Deney Kontrolden Çıkarsa: Splice

Yönetmen Vincenzo Natali, düşük bütçesine karşın büyük beğeni toplayan Cube (Küp) ile beyaz perdeye başarılı bir giriş yaptı. 1997 tarihli yapım, özellikle yaratıcı senaryosu, gerilim dozu yüksek atmosferi ve bulmacalı akışıyla belleklere kazınırken, bir bilimkurgu filminin tek mekânda da çekilebileceğini cümle âleme kanıtlıyordu. Filme gelen tepkiler o kadar iyiydi ki, sonrasında bir devam (Cube 2: Hypercubeve, 2002) ve bir de prequel (Cube Zero, 2004) çekilerek Cube evreni genişletildi. Vincenzo Natali, bu sağlam girişin ardından Earth: Final Conflict, Cypher gibi film ve dizilerle karşımıza çıkarak bilimkurgu kariyerini pekiştirmeyi sürdürdü. Ancak bu yapımlardan hiçbiri Splice (Deney) kadar ses getirmedi.

Senaryosunu Vincenzo Natali, Antoinette Terry Bryant ve Doug Taylor’un birlikte kaleme aldığı Splice, kontrolden çıkan genetik mühendisliğin yol açabileceği karmaşa ve çarpıklığa gerilim dolu bir bakış atıyor. Aslında yaratım serüveni 1998 yılına değin uzanmasına rağmen, o dönemki teknolojik ve ekonomik yetersizliklerden dolayı uzunca süre rafta bekletilmiş bir proje var karşımızda. Özellikle kurgunun merkezinde yer alan Dren karakterinin hakkıyla görselleştirilemeyeceğini anlayan Vincenzo Natali, ileride hayata geçirilmek üzere filmi demlenmeye bırakmıştı. On yıl kadar süren bu demlenme süreci, 2007’de nihayet sona erdi ve filmin çekimlerine başlandı. İlk kez 2009 Sitges Uluslararası Fantastik ve Korku Sineması Festivali’nde seyirci karşısına çıkan film, eleştirmenlerden geçer not almayı başaramadı. Vizyona girdiği 2010 yılında ise, gişe beklentilerinin çok altında kalarak büyük bir mali hayal kırıklığı yarattı.

Genetik mühendisliğin geleceği parlak çifti Clive Nicoli (Adrien Brody) ile Elsa Kast (Sarah Polley), tıbba hizmet için çaprazlama yöntemiyle melez canlılar yaratma çalışmaları yürütmektedir. Belli bir başarı noktasına ulaşan çift, çalışmalarını bir adım daha ileriye taşıyarak işin içine insan DNA’sını da karıştırmak ister. Ancak bünyesinde çalıştıkları şirket, insan DNA’sı ile deneyler yapılmasına karşı çıkar. Bunun üzerine deneylerini gizlice yürütme kararı alan ikili, Dren adını verdikleri melez bir yaratığın dünyaya gelmesini sağlar. Ne var ki gelişimini baş döndürücü bir hızla sürdüren bu yeni yaratığı çok geçmeden gizlemek zorunda kalırlar. Tam anlamıyla ne bir insan, ne de bir canavar olan Dren, öngörülemez mizacı ve biyolojik özellikleriyle işlerin iyice karışmasına ve kontrolden çıkmasına yol açacaktır.

Henüz 29 yaşındayken başrolünü oynadığı Piyanist filmi ile “En İyi Erkek Oyuncu” dalında Oscar kazanan Adrien Brody’e; Sarah Polley, Delphine Chanéac, David Hewlett gibi oyuncuların eşlik ettiği Splice, genetik mühendislikten biyoteknolojiye, hibritasyondan eczacılığa değin pek çok kallavi konunun altını eşelemeye kalkışırken, merkezine oturttuğu yaratığıyla da gerilim dozu yüksek bir etik sorgulama alanı açmaya çalışıyor. İlk bakışta modern bir Frankenstein anlatısı gibi duran cazip konusu, her ne kadar ilerleyen süreçte bu felsefi derinliğini yitirerek bir saklanma ve av-avcı gerilimine dönüşse de, insanın denetimsiz merakı ve başarılı olma arzusu üzerinden korkutucu bir portre çiziyor. Dolayısıyla “Bilimin karanlık yüzü” meselesi, Splice’ın ana odağında kendine yer bulan en önemli nokta.

Cube’te kullandığı gizemli mekân gerilimini bu kez bir karakter etrafında işleten Vincenzo Natali, serpiştirdiği birtakım yenilikçi metotların da yardımıyla tekrar ürkütmeyi deniyor. Hâl böyle olunca, iki filminde de benzer yanlışlara ve doğrulara imza atmaktan kurtulamıyor. Özellikle Dren’in mental ve biyolojik dönüşümü yadırgatıcı olduğu kadar filmin gerilim dokusunu da başarıyla besliyor, ancak bu doku karakterimizin kendini keşfediş süreciyle beraber yer yer komediye varan yüzeysel bir akışa saplanıyor. Üstelik yokuş aşağı giden bu akış örgüsü, işin içine bir de ucuz cinsellik ve aile dramı eklenerek son ilmeğine kavuşmuş oluyor. Maalesef Splice, kâr odaklı bilimsel yönelim eleştirisinden tutun da Freudian alt metinlere kadar okunmaya müsait geniş bir manevra alanını hoyratça ziyan ediyor.

İlk yarısıyla gayet keyifli bir izleme deneyimi sunan film, attığı temelin üzerine sağlam bir bina inşa etmek dururken ikinci yarısıyla beraber üçüncü sınıf bir yaratık gerilimine yelken açıyor. Oyuncuların performansları genel hatlarıyla sırıtmıyor sırıtmasına fakat canlandırdıkları karakterlerin bilimsellikten uzak tutumları, “senaryoyu işletmemiz lazım” dercesine inandırıcılıktan uzak kalıyor. Zira kendi yaratımlarına verdikleri tepkilerden anlıyoruz ki ne yaptıklarını pek de bilmeyen iki bilim insanıyla karşı karşıyayız. Tahmin edilebileceği gibi, sonrası bir keşmekeş ve curcuna sarmalına bulanarak yapımın tüm derinliğini baltalıyor. Eh, bize de tatsız tuzsuz bir Frankenstein hikâyesi izlemekten başka çare kalmıyor.

Tüm bu sapmalara rağmen Splice, yeni bir şey vaat edemese de başkalaşım, canlı doğası, cinsel dönüşüm, seksi gerilim(!) gibi konulardan hoşlananlar için izlemeye değer diyebiliriz. Eğer konu bağlamında derin, özgün, sorgulayıcı ve yaratıcı bir içerik beklentiniz varsa; hele hele de bilimsel tutarlılık arıyorsanız, şansınızı başka yapımlarda denemeniz daha yerinde olacaktır.

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

vesper

Kasvetli Bir Dünyada Umut Işığı: Vesper

Kristina Buožytė ve Bruno Samper’in yönetmenliğini yaptığı Vesper (2022), bir başka post-apokaliptik bilimkurgu olarak karşımıza …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin