cronenberg kapak

David Cronenberg ve Bilimkurgu

David Cronenberg kalıpların dışında dolaşmayı seven, sınır tanımayan bir yönetmen olarak ün yapmıştır. Bir Ucubeler Sirki yöneticidir adeta. Tuhaflık ve alışılmışın dışında olmak onun göbek adıdır. Rahatsız edici sahnelerle dolu filmleri her sinemaseverin izleyebileceği türde değildir. Ancak Kanadalı yönetmeni; tek amacı kan, cinsellik ve şiddet görüntüleri ile izleyiciyi şoke etmek ve korkutmak olan yönetmenlerden ayrı tutmak gerekir. Cronenberg her şeyden önce bir sanatçıdır. Bir derdi vardır ve sinemayı da bu derdi karşı tarafa aktarma yolu olarak kullanır. Filmlerinde kullandığı her tür çarpıklık ve sapkınlık, aslında insana ve topluma tutulan bir aynadır. Cronenberg metaforlar kullanarak bizi bize anlatma çabası içerisindedir. Bu yüzdendir ki eserlerindeki asıl hazine, üzerlerindeki yaldız kazındığında ortaya çıkar.

Kanın Baronu ya da Cinsel Korkunun Kralı olarak da tanınan Kanadalı yönetmen, gazeteci bir baba ve piyanist bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Küçük yaşta yazıp yayımlattığı ürkünç öykülerle, parasını kalemini kullanarak kazanan babasının izinden gitme hevesinde olduğunu gösterir. Toronto Üniversitesi Fen Bilimleri bölümünden ayrılıp, aynı üniversitenin edebiyat bölümüne geçmesi de belli ki bu yüzdendir.

Cronenberg 1966’da, karla kaplı çam ormanları ile çevrili ıssız bir yerde yalnız başına yaşayan bir psikiyatrist ile onu saplantılı şekilde takip eden eski hastası arasındaki ilişkiyi konu edinen Transfer adlı bir kısa filme imza atar. Bu filmi From the Drain (1967), Stereo (1969) ve Crimes of the Future (1970) izler. Daha sonra televizyona işler yapmaya başlayan Cronenberg, 1975’te ilk uzun metrajlı filmi Shivers’ı (Ürperti) çeker.

 1. Shivers (Ürperti / 1975)

Cinselliği, korkuyu ve bilimkurguyu aynı çatı altında toplayan ve They Came from Within adıyla da bilinen Shirvers, Kanadalı yönetmenin ileride nasıl filmler çekeceği (ya da çekmek istediği) hakkında bizlere önemli ipuçları verme açısından önemlidir. Filmin konusu kısaca şöyle özetlenebilir:

Starliner insanların huzur içinde yaşadığı son teknoloji ile donatılmış lüks bir rezidanstır. Ancak bu huzur ortamı, işlenen bir cinayet ile bir anda yok olur. Hobbes adındaki bilim adamı, genç bir kızı öldürdükten sonra boğazını keserek intihar etmiştir. Bu korkunç olaydan sonra rezidansın doktoru Roger St. Luc bir meslektaşından telefon alır. Meslektaşı ona, Hobbes ile yaptıkları çalışmaları anlatır. Amaçları işlevini yitiren organın yerini alacak bir parazit yaratmaktır. Ancak o an ikisinin de bilmediği bir şey vardır: Hobbes sandıkları gibi biri değildir ve paraziti yaratmak istemesindeki neden bambaşkadır. İnsanların içine yerleşen parazit, onların cinsel arzularını körükleyecek ve onları seksten başka bir şey düşünmeyen zombilere dönüştürecektir.

Cronenberg’in bu filminin, özellikle de diğer işleriyle kıyaslandığında zayıf kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak Shivers’ın, yönetmenin ilk uzun metraj filmi olduğunu da unutmamak gerekir. Cronenberg yazıp yönettiği bu filmle, ileride yapacaklarının tohumlarını atmıştır. Vücut deformasyonu, tıpta çığır açan (açtığı iddia edilen) buluşlar, teknoloji (ve teknolojinin hayatımıza kattığı olumsuzluklar) Kanadalı yönetmenin sonraki filmlerinde de işleyeceği konular olacaktır.

2. Rabid (Kuduz / 1977)

Cronenberg’in yazıp yönettiği Rabid, konusu itibariyle Shivers’ı andırmaktadır. Yönetmen bu filminde de vücut deformasyonu (kaza geçiren Rose’un yanarak ağır yaralanması) ve tıptaki gelişmeler (Dr. Keloid’in plastik cerrahide yeni bir yöntem keşfetmesi) konularını ön planda tutmuştur. Filmin konusu şöyledir:

Bir motosiklet kazası olur ve genç bir kadın ağır yaralanır. Bedeninde yanıklar oluşan Rose adlı bu kadın, sağlık ekipleri geldiğinde ölümün eşiğine gelmiştir Acil olarak ameliyata alınması gerekmektedir. Ancak en yakın hastane üç saatlik mesafededir. Onu bulan sağlık ekibinde yer alan Dr. Dan Keloid kaybedeceği bir şey olmadığını anlayınca, bir süredir üzerinde tartıştıkları ve daha önce denenmemiş bir yöntemi genç kadının üzerinde denemeye karar verir. Ama bu kararının bedeli ağır olur. Bir dönüşüm geçirmeye başlayan Rose, insanlarla beslenmeye ve bunu yaparken de onlara bir tür hastalık bulaştırmaya başlar. Bu hastalık, onların kudurmuşa benzer davranışlar göstermelerine neden olur.

Rabid’in Cronenberg’in en iyi işlerinden olduğunu söylemek güçtür. Ama onun ne yapmak istediğini iyi anlatan filmlerden bir tanesi olduğunu söylersek herhalde yanlış olmaz. Zaten Cronenberg hakkında sağlıklı bilgi sahibi olmak istiyorsanız, Rabid de dâhil olmak üzere yönetmenin ilk dönem işlerini ıskalama şansınız yoktur. Bunlardan bir diğeri ise 1979 tarihli The Brood’dur (Hastanede dehşet).

3. The Brood (Hastanede Dehşet / 1979)

Tıpkı Shivers ve Rabid gibi The Brood da Cronenberg’in yazıp yönettiği bir film. Konu farklı olsa da yönetmenin kullandığı enstrümanlar aynı. Deforme olmuş çocuklar ve psikolojik olarak rahatsız olan insanları iyileştirmede kullanılan yeni bir yöntem. Yani yine tıptaki gelişmeler (psikoloji alanında demek daha doğru olacaktır) ve vücut deformasyonu ile karşımızda Cronenberg. Elbette The Brood’un oyunculuk da dahil olmak üzere her açıdan diğer iki filmden üstün olduğunu ve Cronenberg’in bu filmle birlikte kendini bulmaya başladığını söyleyebiliriz. Filmi konusu şöyle:

Summer Free özel bir psikoterapi merkezidir. Merkezin başındaki Dr. Hal Raglan (Oliver Reed) psikoplazma (psychoplasmics) adını verdiği yeni bir tedavi yöntemi ile hastalarını iyileştirmeye çalışmaktadır. Bu yöntemle hastalarının öfkelerini açığa çıkarıp rahatlamalarını sağlamaktadır. Bu hastalarından biri de Nola Carveth’tır. Ancak onun öfkesini dışarı kusması kimsenin tahmin bile edemeyeceği sonuçlar doğuracaktır.

Oliver Reed gibi usta bir oyuncuyu kadrosunda barındıran The Brood, yukarıda da belirttiğimiz gibi klasik bir Cronenberg işi.

4. Scanners (Tarayıcılar / 1981)

Scanners Cronenberg’in yine sevdiği topraklarda dolandığı, en bilinen ve beğenilen filmlerinden biridir. Filmin, Stephen King’in Firestarter (Tepki / Altın Kitaplar) romanını çağrıştıran bir konusu olduğunu söylemek herhalde yanlış olmayacaktır.

Scanners bir tür sakinleştirici olan Ephemerol adlı bir ilacın, hamile kadınlar üzerindeki yan etkilerini ve bu etkilerin sonucunda meydana gelenleri konu edinmekte. İlaç anne karnındaki bebeğin çeşitli güçler kazanmasına yol açar. Bu güçlere sahip olanlara da tarayıcı denir. Bu kişiler telepati ve telekinezi yeteneğine sahiptir. Yani akıl okuyabilirler, insanların kafasına girip onlara istediklerini yaptırabilirler. Bir kişiyi ona dokunmadan öldürmeleri bile mümkündür.

Bu yeteneklere sahip kişilerden biri de Darryl Revok’tur (Michael Ironside). Revok gücünün farkına varınca kendisi gibi tarayıcılar yaratıp dünyayı ele geçirmenin ve normal insanlara diz çöktürmenin hayalini kurmaya başlar. Onu durdurmaya çalışan kişi de yine onun gibi bir tarayıcı olan Cameron Vale adlı bir evsiz olacaktır.

5. Videodrome (1983)

Kült mertebesine ulaşmış Videodrome’un Cronenberg’in en popüler filmi olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz. Ancak kâbuslarda görülecek türden çılgınca sahnelerle bezeli film, her izlendiğinde seyirciye farklı ayrıntılar sunacak kadar zengindir. Konusu ise şöyle özetlenebilir:

Belden aşağı ucuz programlar yayınlayarak reyting peşinde koşan CIVIC-TV’nin başındaki Max Renn (James Woods ) çığır açacak yeni ve sert şeylerin peşindedir. Cinsellik ve işkence görüntüleri içeren Videodrome adlı korsan bir yayın keşfettiğinde aradığını bulduğunu düşünür. Ancak yayını izledikçe gerçek ile kâbuslardan örülü hayal dünyası arasındaki çizgi gittikçe silikleşir. Max bir noktadan sonra neyin gerçek, neyin hayal olduğunu ayırt edemeyecek hale gelir.

Videokasetlerin günümüzün cep telefonları kadar popüler olduğu 80’li yıllarda, tüketim toplumuna ve televizyon bağımlılığına eleştiri getiren Videodrome, ait olduğu türün (body horror / vücut korkusu) hakkını sonuna kadar veren, bilimkurgu ile harmanlanmış sıra dışı bir korku filmi.

6. The Dead Zone (Ölüm Bölgesi / 1983)

Stephen King’in ilk baskısını 1979’de yapan The Dead Zone adlı romanından uyarlanan film, ülkemizde Ölüm Bölgesi olarak bilinir. Filmin konusu kısaca şöyle özetlenebilir: Johnny Smith (Christopher Walken) geçirdiği trafik kazası sonucunda uzun yıllar komada kalır. Uyandığında ise artık eskisi gibi değildir. John bir yeteneğe kavuştuğunu fark eder. Fiziksel temas ettiği kişilerin geçmiş ve geleceğini görebilmektedir.

Elbette bu yetenek hayatını cehenneme çevirir. Yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalır ve kendine yeni bir hayat kurar. Ancak günün birinde temas ettiği bir politikacının gelecekte korkunç şeyler yapacağını görünce işler değişir. John geleceğin kararmasını önlemek için onu öldürmeye karar verir.

Ülkemizde Altın Kitaplar tarafından Çağrı adıyla dilimize kazandırılan The Dead Zone, Stephen King’in en beğendiği romanıdır. Ayrıca uyarlamada Christopher Walken’in yanında Brooke Adams, Tom Skerritt ve Martin Sheen gibi tanınmış isimlerin de yer aldığını belirtmekte fayda var.

7. The Fly (Sinek / 1986)

George Langelann‘ın The Fly (Sinek) adlı kısa bilimkurgu öyküsü Playboy dergisinin 1957 Haziran sayısında yayımlanır. Öykü 1958’de sinemaya uyarlanır. Filmde düşük bütçeli korku filmlerinin efsanevi oyuncusu Vincent Price, karşımıza talihsiz bilim insanı Andre’nin kardeşi François Delambre rolüyle çıkar.

Öykü 1986’da bir kez daha beyaz perdeye yansır. Bu kez yönetmen koltuğunda David Cronenberg vardır. Sinek tam da vücut korkusu ve teknoloji konularını işlemeyi seven Cronenberg’e uygun bir hikâyedir. Cronenberg ilk uyarlamadaki gibi öyküye sadık kalmaz ve hikâyeyi kendine uydurur.

Genelde yeniden yapımlar başarıya ulaşamaz ama bu kez işler farklı olur. Cronenberg’in elinden çıkan ikinci uyarlama, hem sinema tarihine hem de korku sineması tutkunlarının hafızalarına kazanır. Film Cronenberg’in başyapıtlarından biri haline gelir. Ayrıca En İyi Makyaj dalında da Oscar kazanır.

Dolu bir mideyle seyredilmesini pek de tavsiye etmediğimiz film, hırslı bir bilim adamı olan Seth Brundle’ın bir ışınlama makinesi yapmasını konu edinmektedir. Ama makineye bir sinekle birlikle girince olanlar olur ve talihsiz bilim adamı bedensel ve zihinsel olarak dönüşüm geçirmeye başlar. Dönüştüğü şeyse tahmin ettiğiniz gibi birlikte yolculuk yaptığı sinektir.

8. Crash (Çarpışma / 1996)

Crash bilimkurgu yazarı J. G. Ballard’ın ilk kez 1973 senesinde basılan aynı adlı romanından beyaz perdeye aktarılmıştır. Modern toplumun birbirinden farksız hale getirdiği ve sıradanlaştırdığı insanın, araba kazalarını bir tür tahrik ve heyecan aracı olarak kullanarak çaresizliğinden sıyrılma çabasını ele alan romanın, Cronenberg tarafından sinemaya uyarlanması hiç de şaşırtıcı olmasa gerek. Ne de olsa cinsellik, teknoloji ve fiziksel deformasyonu metafor olarak kullanma Cronenberg’in usta olduğu bir iş.

Film, modern insanı ve onun toplum içinde silikleşmesini, yani aslında bizim hikâyemizi anlatıyor. Üzerinde düşünülmesi gerekilen mesajlar veriyor. İnsan, monoton hayatına renk katmak için gündelik hayatın vazgeçilmezi olan arabaları kullanıyor. Metalden canavarlara dönüştürdüğü arabaların direksiyonuna geçmek ve ölüme meydan okumak insana kendini güçlü hissettiriyor. Trafik kurallarına uymama, kapalı kapılar ardında değil de toplum içinde yaşanan cinsellik, insanın çoğunluğun içinde erime ve bireyliğini kaybetme korkusunu yenme çabasını temsil ediyor.

Bu aykırı romandan uyarlanan filmin, Cannes Film Festivali‘nde Jüri Özel Ödülü aldığını ve romanın da yeratlı edebiyatının adresi sayabileceğimiz Ayrıntı Yayınları tarafından, Nurgül Deveci çevirisiyle dilimize kazandırıldığını belirtelim.

9. eXistenZ (Varoluş / 1999)

Cronenberg, yazıp yönettiği eXistenZ’te sanal dünyalara el atıyor. Teknolojinin insanın uzantısı olduğu fikrini savunan yönetmen, bu düşüncesini eXistenZ ile iyice vurgulamakta. Filmde insanlar, omuriliklerine yerleştirilen bio-port’lara takılan pod’lar ile sanal oyunlara bağlanabiliyorlar. Cronenberg’i biraz tanıyorsanız, mesela Videodrome’u izlediyseniz, organik pod’ların (evet oyun konsolları bir çeşit mutant hayvan gibi), yine organik cep telefonlarının ve kurşunları insan dişi olan kemikten yapılmış bir silahın onun hayal gücünden fırladığını hemen anlıyorsunuz. Filmin konusunu şöyle özetleyelim:

Sanal oyun tasarımcısı Allegra Geller (Jennifer Jason Leigh), tasarladığı eXistenZ adındaki yeni oyunu tanıttığı gece silahlı saldırıya uğrar ve mermisi insan dişi olan bir silah ile omzundan vurulur. Saldırgan amacına ulaşamadan etkisiz hale getirilir. Yaralanan Allegra güvenlik görevli Ted (Jude Law) tarafından hemen oradan uzaklaştırılır. Ted hayatında hiç oyun oynamamış biridir. Bio-port’u bile yoktur. Elbette yanında Allegra varken bu durum uzun sürmeyecektir.

Ve listemizin sonuna geldik. Cronenberg ile çıktığımız bu fantastik yolculukta bize eşlik ettiğiniz için teşekkürler.

Yazar: Kadri Kerem Karanfil

Bu hesap, artık hayatta olmayan bir yazara aittir. (1980-2021)Bilimkurgu Kulübü emektarı. Yalnız bilimkurguyla değil, korku ve çocuk edebiyatıyla da ilgili. Stephen King'in sadık okuyucusu. Ray Bradbury'nin büyük hayranı. 80'lere ait korku filmlerinin tutkunu.

İlginizi Çekebilir

underworld

Fantastikten Sert Bilimkurguya: Underworld

Bir zamanlar büyü veya sihir denilen şeylerin sonradan bilimsel izahatlar ile ortaya konulmasında olduğu gibi, …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et