Siyah beyaz filmler çağının epik bilimkurgu yapıtları arasında ilk sırayı alan Things To Come (Gelecek Şeyler) (1), bilimkurgunun kurucu öncü yazarlarından H.G. Wells’in 1933 tarihli Shape of Things to Come (Gelecek Şeylerin Şekli) adlı kitabından 1936’da sinemaya uyarlanıyor. H.G. Wells’in orijinal eseri, 1940-2055 yılları arasını anlatan alternatif bir gelecek tarihi olarak okunabilir.(2) Fakat Wells’in senaristliğini de yaptığı filmde romandaki zaman dilimine sadık kalmadan olaylar 2036’da bitmektedir. -Muhtemelen filmin gösterime girdiği 1936’dan itibaren 100 yıllık bir gelecek dönemi anlatması tercih edildiğinden- Ünlü bilimkurgu tarihçisi ve sinema eleştirmeni Gary Westfahl’a göre Things to Come, epizodik yapısı ve 30’lu yıllar itibariyle efsanevi mekân tasarımlarıyla, bilimkurgu sinema tarihinin kült eseri olan Stanley Kubrick imzalı 2001: Bir Uzay Destanı‘nın büyük atası kabul edilmelidir.(3)
Uzay yolculuğu kavramını Homo sapiens uygarlığının aşkınlık yolculuğunun önemli bir aşaması olarak gösteren ilk filmler arasında yer alan (4) ve çağrıştırdığı anlam itibariyle “Başımıza Gelecek Şeyler” diye Türkçe’ye aktarılabileceğini düşündüğüm Things to Come’ın öyküsünü anlatmadan evvel, filmin yapımcısına ve yönetmenine kısaca değinmem gerekiyor. Things to Come’ın yapımcılığı Macar uyruklu İngiliz yönetmen Alexander Korda’ya ait. Korda, İngiliz film ve televizyon şirketi London Films’in ve İngiltere’nin en büyük film dağıtım şirketi British Lion Films’in kurucusu olmasıyla İngiltere’de sinemanın gelişmesine büyük katkılar sunmuş bir isim. Ayrıca, sessiz sinemadan sesliye geçiş döneminde Hollywood’dayken edindiği tecrübelerini İngiliz sinemasına aktararak sinemada ses olgusunu İngiltere’ye ilk taşıyan kişi olarak biliniyor. Things to Come’ın yönetmeni William Cameron Menzies ise, sinemaya “yapım tasarımı” ve “sanat yönetmenliği” kavramlarını kazandıran başarılı bir isim. Menzies’e daha sonra sinema tarihinin bir başka efsanevi filmi olan 1939 tarihli Gone With the Wind (Rüzgâr Gibi Geçti)’de ve 1953 tarihli kült bilimkurgu filmi “Invaders from Mars” (Mars’tan Gelen İstilacılar)’da yapım tasarımcısı olarak rastlıyoruz. (5)
Things to Come filminin açılış sahnesi, hayali bir İngiliz kasabası olan Everytown’da başlamaktadır. Dükkân vitrinlerinden ve çalan müziklerden, Noel arifesi olduğunu anlarız. İnsanlar sokaklarda mutlu mesut şekilde alışveriş yapmakta, afişi gözümüze sokulan “Uyuyan Güzel” tiyatrosundan çıkmaktadır. Fakat kaldırımlarda ellerinde pankartlarla, yaklaşan büyük bir savaşa karşı diğerlerini uyarmaya çalışan birkaç kişiyi de görürüz. Bu noktada, neden “Uyuyan Güzel” adlı bir oyunun afişinin filmde gösterildiği anlam kazanıyor. Çünkü 1936 yılında filmin dışındaki gerçek dünyada aklı başında herkes Avrupa’nın ve bütün dünyanın çok büyük bir savaşa sürüklenmekte olduğunu hissetmektedir. Zaten filmin gösterime girmesinden üç yıl sonra, 1 Eylül 1939’da Nazi Almanya’sının Polonya’yı işgal etmesiyle İkinci Dünya Savaşı resmen başlayacaktır. (6) Gerçek tarihte, ABD’nin iki büyük Japon şehrine atom bombası atması sonucu (6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya ve 9 Ağustos 1945’te Nagazaki’ye) fiilen biten dünya savaşı, filmde on yıllar boyunca sürecektir.
Kullanılan ölümcül kimyasal gazların ardından 1966’da ortaya çıkan ve tedavisi bulunamayan salgın bir hastalık sonucunda insan nüfusunun tükenme aşamasına gelmesiyle de medeniyet gezegen boyunca tamamen barbarlığa gömülmektedir. İlerleyen sahnelerde tam anlamıyla post-apokaliptik bir atmosfere bürünen filmde, modern teknoloji tamamen yok olmuştur. Elektriğin ve petrolün kullanım bilgisinin unutulduğu, ulus devletlerin çöktüğü ve Orta Çağ’ın feodal zamanlarına geri dönüş yaşandığı bu yeni dönemde, emirleri altındaki küçük insan gruplarını tiranlık altında yöneten savaş lortlarının peyda olduğunu görürüz. -Bu yönüyle, bir anda elektriğin kullanımdan kalktığı bir senaryoyu anlatan, birkaç yıl öncesinin efsanevi dizisi Revolution’ı (7) hatırlamamak imkânsız.– Bu savaş lortlarına ait Rolls Royce marka lüks arabalar artık sadece atların çekmesiyle hareket edebilmektedir. Bir zamanlar uçaklar sayesinde gökyüzünün fatihleri haline gelen insanlar yeniden karaya mahkûm olmuştur. Savaş lortlarının en büyük hedefi, ele geçirip envanterlerinde sakladıkları uçakları çalıştırarak diğer grupları sindirmek ve –geriye ne kaldıysa- dünyaya hâkim olmaktır.
Bir gün, uzun yıllardır gökyüzünde insan yapımı uçan bir cisim görmeyen Everytown insanlarının hayatını kökünden değiştirecek bir gelişme olur. Göklerden modern bir uçakla astronot kıyafetli bir pilot kasabaya iniş yapar. Raymond Massey’in canlandırdığı ve filmin başrol karakteri olan John Cabal adlı pilot, “Dünyanın Üzerindeki Kanatlar” organizasyonunun bir üyesidir. Bu organizasyonun üyeleri, kendilerini “liyakat kardeşleri” ve “bilim farmasonları” olarak nitelemektedir. Bir patrona bağlı değillerdir, sadece bilimin emrindedirler. Amaçları çivisi çıkmış bu gelecek dünyasında savaş lortlarının egemenliğindeki özerk bölgeleri hizaya getirmek ve medeniyeti yeniden inşa etmektir.
Everytown savaş lordu, Cabal’ı hapsederek onun getirdiği çağrıya uymayı reddeder. Savaş lordu, hükmettiği Everytown’ın medeni bir dünyaya göre daha iyi olduğunu şu mealdeki sözlerle savunmaya çalışır: “Artık kitap basmıyoruz, doğru. Ama kim insanların kafalarının karışmasını ister ki?”, “Artık dünya üzerinde bir şehirden öbürüne seyahat edemediğimiz doğru, ama vatanımız bize yetmiyor mu?” Cabal’a hak verenler –Bunların arasında, küçüklüğünde okuduğu kitaplardaki Akdeniz’i, Mısır’ı, Hindistan’ı ve Roma’yı merak eden savaş lordunun karısı da bulunmaktadır- vatan hainliği ile suçlanır. Elçileri Cabal’in hapsedildiğini öğrenen “Dünyanın Üzerindeki Kanatlar” organizasyonu, hem onu hem de Everytown halkını “özgürleştirmek” için dev uçaklarla gelir, kasabaya “barış gazı” atarlar. Bu gazın özelliği insanlara zarar vermeden onları sadece bayıltmaktır. Savaş lordunun etkisiz hale getirilmesiyle operasyon başarılı olur.
Filmin yeni epizodunda Everytown’da büyük bir imar seferberliğinin başladığını görürüz. Aradan yıllar geçer, modern teknoloji yeniden inşa edilmiştir. Toprağın, denizin ve gökyüzünün bütün zenginlikleri artık insanlığın elleri altındadır, ama bu sefer bu zenginlikten herkes yararlanabilmektedir. İnsan ömrü uzamış, hastalıklar son bulmuştur. Filmde, 2030’lu yıllarda kız torununa incecik bir ekran üzerinde (Things To Come bu sahneyle LED ekranların geleceğini başarıyla öngörmüştür diyebiliriz.) tarih dersi veren bir dedeyi görürüz. Dedenin anlattıklarına göre, eski insanlar aydınlanmak için güneş ışığına muhtaçtı ve bu yüzden mimaride 400 yıl süren bir pencereler dönemi yaşanmak zorunda kalındı. Fakat gün ışığı artık binaların içinde üretildiği için pencerelere ihtiyaç yoktur. Her yer beyaz yapılarla kaplıdır. İnsanlar soğuk algınlığı nedir bilmemektedir. Hatta torun bu eğitim sahnesinde dedesine hapşırmanın nasıl bir şey olduğunu sorar ve dedesi hapşırma taklidi yaparak onu güldürür. Bu ütopya gelecek dünyasında insanların kıyafetlerinin Roma İmparatorluğu dönemindekileri hatırlattığını da not edelim. Teknokratların medeniyetin ve ilerlemenin yüce amaçlarını sürdürebilmek hedefiyle yönettiği bu dünyada insanlar beyaz renk ağırlıklı pelerinler ve kısa şortlar giymektedir.
İnsanlığın önünde yeni bir hedef olduğunu öğreniriz: Dünya’nın etrafında milyonlarca yıl boyunca dönen, el değmemiş toprakları ve dalgalarıyla (Evet, filmde o yıllarda Ay’da denizlerin bulunduğunun zannedildiğini öğreniriz) fethedilmeyi bekleyen Ay’a ulaşmak ve orada üsler kurmak. Bunun için de, “Uzay Silahı” adı verilen devasa bir mekik inşa edilmiştir. Bu mekikle Ay’a ulaşacak güçlü ve zeki gençler dünya çapında ilan edilen bir başvuru çağrısıyla aranmaktadır. Şüphesiz bu, Homo sapiens’in yeni uygarlık yolculuğunun ilk adımı olacaktır. İnsanlık Ay’dan sonra diğer gezegenlere ve yıldızlara da ulaşacaktır. Bu hedefleri, aynı oyuncunun canlandırdığı ama bu sefer John Cabal’ın büyük büyük torunu Oswald Cabal karakteri üzerinden işitiriz.
Fakat bu ütopyada, teknolojinin bu derece gelişmesinden endişe duyan taraflar da bulunmaktadır. Bu taraflara göre, Uzay Silahı insanlık için büyük bir tehdittir ve eğer böyle giderse yeniden o büyük savaş dönemindeki gibi bir barbarlık döneminin yaşanması an meselesidir. Bu endişeli kitlenin önderliğini, Cedrick Hardwicke’in canlandırdığı Theotocopulos karakteri yapmaktadır. Filmin sonlarında Theotocopulos, tıpkı V for Vendetta filmindeki V karakterinin yaptığı gibi bütün haberleşme kanallarına sızarak insanlara teknoloji ve ilerleme karşıtı politik mesajını iletmeyi başarır. Bu sahnede, Everytown şehir meydanında Theotocopulos’un dev bir hologram görüntüsünün belirdiğine şahit oluruz. Konuşmayı herkes evlerindeki LED ekranlı görüntü cihazlarından da izlemiştir.
Onun çağrısına uyan kalabalıklar, “Uzay Silahı”nı parçalamak üzere mekiğin bulunduğu yere doğru akın akın ilerlemeye başlar. Hükümet, tüp asansörlerle sağlanan bütün ulaşım kanallarını kapatır, barış gazını yeniden kullanmak ister ama uzun yıllardır kullanılmadığı için gazın üretilmesi zaman alacaktır. Sonunda, isyan eden kalabalıkların mekiğe ulaşmasına engel olunamaz ama mekiği kullanmak için adaylık başvurusu yapmış olan iki pilot, Oswald Cabal’ın kızı ve nişanlısı Uzay Silahı’na herkesten önce ulaşır. Dünya dışına çıkarak Ay’a ulaşmayı başarırlar. Bu noktada filmdeki anlatıda önemli bir paya sahip olan Ay’a dair hiçbir görüntüye yer verilmemesinin büyük bir eksiklik olduğunu söyleyebiliriz. Film, Oswald Cabal’in gökyüzündeki yıldızların ışığı altındaki sorusuyla son bulur: “Ya tüm kâinat, ya hiçlik. Hangisi olmalı?”
Things to Come, teknolojinin militarist bir zihniyetin emrinde büyük yıkımlara yol açacağını, ama barışçıl bir fikriyatın emrinde -bu noktada filme esin kaynağı olan romanın yazarı ve aynı zamanda filmin de senaristliğini yapan H. G. Wells’in sosyalist yanını (8) hatırlamalıyız.- bir gün yıldızlara dahi ulaşabilmemizi sağlayacağını anlatan, dönemine göre pahalı ve ihtişamlı filmler arasındaki eşsiz yerini kazanmıştır. Fakat unutmamak gerekir ki, asıl mesele yıldızlara nasıl ulaşıldığıdır.
Noktayı, usta şair Nazım Hikmet’in “Kosmosun Kardeşliği Adına” şiirinden bir alıntıyla koyalım:
Kozmosda bizden başka düşünen var mı
var
bize benzer mi
bilmiyorum
belki bizden güzeldir
bizona benzer mesela ama çayırdan nazik
belki de akarsuyun şavkına benzer
belki çirkindir bizden
karıncaya benzer mesela ama traktörden iri
belki de kapı gıcırtısına benzer
belki ne güzeldir bizden ne de çirkin
belki tıpatıp bize benzer
ve yıldızlardan birinde
hangisinde bilmiyorum
yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz
hangi dilde bilmiyorum
yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz onunla
‘Tovariş’ (9) diyecek
söze bu sözle başlayacak biliyorum
Tovariş diyecek
ne üs kurmağa geldim yıldızına
ne petrol, ne yemiş imtiyazı istemeğe
Koka-kola satacak da değilim
selamlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına,
bedava ekmek ve bedava karanfil adına
mutlu emeklerle mutlu dinlenmeler adına
“Yarin yanağından gayrı
her yerde her şeyde hep beraber”
diyebilmek adına
evlerin,
yurtların,
dünyaların
ve kozmosun kardeşliği adına…
Kaynaklar:
- IMDb
- İngilizce Tam Sürümü
- Bilimkurgu Sineması (1900-1970), N.Berk Çoker, syf 53-55.
- The Encyclopedia of Science Fiction
- Bahsi geçen filmlerin IMDb adreslerinde “Production Design By” kısımları.
- USHMM (Savaşın ayak seslerinin 1931’de Japonya’nın işgali ile başlıyor.)
- 22 Dakika
- Sosyalist Bir Bilimkurgu Yazarı: H.G. Wells
- Rusça anlamı “yoldaş” olan kelime.