Astronot olma hayalleri kuran küçük zeki bir çocuk olduğunuzu hayal edin. Pencere kenarında gökyüzüne çevrili kocaman bir teleskopunuz var. Duvarınızda ise güneş sistemi ile ilgili bir poster asılı durmakta. Odanızın perdesi bile yıldızlar ve roketlerle süslü. Kısacası uzayla yatıp, uzayla kalkan bir çocuksunuz. Bir gece her zamanki gibi pijamalarınızı üstünüze geçirmiş yatmaya hazırlanıyorsunuz. Sabah okula gideceksiniz. Erken kalkmanız gerekiyor. Dışarıda da hava berbat. Şimşekler çakıyor, gök gürlüyor… Yağmur feci bastırdı. Pencereyi kapatmadan yatılmaz. Ama o da ne? Pencerenin yanına gittiğinizde inanılmaz bir şeye şahit oluyorsunuz. Karabasan kılıklı bir UFO göz kamaştırıcı ışıklar eşliğinde az ötedeki tepenin ardına iniş yapmakta. Önce devasa uzay gemisinin tepenin ardında kaybolmasını izliyor, sonra da koşup anne babanızı uyandırıyorsunuz ve onlara gördüklerinizi anlatıyorsunuz.
Elbette size inanmıyorlar. Unutmayın, siz hayalperest küçük bir çocuksunuz yalnızca. “Sanırım bir yıldırım düştü,” diyor babanız. “Askeri bir uçak olmasın hayatım?” diye soruyor anneniz. “Hayır anne, hayır baba!” diye çırpınıyorsunuz. “Bu başka bir şeydi! Bana inanmalısınız! Bu bir uçan daireydi!”
Ertesi sabah uyandığınızda babanızın tepenin ardını ziyaret ettiğini ve çok tuhaf davranmaya başladığını fark ediyorsunuz. Ona, “Baba, tepenin ardında bir şey olmadığına emin misin?” diye soruyorsunuz. “Orası bomboş,” diyor babanız. “Yanıldın. Bu sadece kötü bir rüyaydı.”
Keşke babanızın dediği doğru olsa, ama değil. Babanız size yalan söylüyor. Üstelik tepenin ardına giden diğer insanlar da babanız gibi tuhaf davranmaya başlıyorlar. Öğretmeninizi bir kurbağayı midesine indirirken yakalıyorsunuz mesela. Kasabanızın üzerinde kara bulutlar dolandığı ve kötü, çok kötü bir şeylerin olduğu ortada. Üstelik tepenin ardındakiler sizin bir şeylerden kuşkulandığınızı anladılar ve peşinize düştüler. Saklanacak yer yok. Ne eviniz ne de odanız güvenli artık. Şimdi hapı yuttunuz işte.
Durun canım, ben dedim diye hemen pes edip yutmayın o hapı. Unutmayın, çocuk olabilirsiniz ama aptal da değilsiniz sonuçta. Kafanız zehir gibi çalışıyor. Haydi, bir şeyler düşünün bakalım. Patates kafalı Marslıların ve işbirlikçilerinin sizi ele geçirmesine izin veremezsiniz. Size inanıyorum. Başarabilirsiniz. Elbette anlattıklarınıza inanıp size yardım edecek birilerini bulmanız gerekiyor. Yoksa işiniz zor gibi. Ne? Beni bu işe bulaştırma mı diyorsunuz? Tamam o halde, sizi azat ediyorum. Patlamış mısırınızı alın, rahat bir koltuğa kurulun ve kendiniz güven içindeyken tüm bu saydıklarımı yaşamak zorunda kalan David Gardner’ın bir saat kırk dakikalık bilimkurgu macerasını izlemeye koyulun.
Invaders from Mars (1986), uzaylı istilası temasının bilimkurgu sinemasında sıklıkla kullanıldığı 50’li yıllardan kalma bir filmin yeniden çevrimi. Aynı adı taşıyan 1953 tarihli orijinal filmin, bu yeniden çevrimin aksine karanlık bir atmosfere sahip olduğunu belirtelim. Elbette korkunç bir savaşın hala hafızalarda olmasının, Soğuk Savaş’ın, ülkelerin içinde bulunduğu siyasi ve askeri gerginliğin sinemaya etki etmemesi imkânsız olurdu. Muhtemelen o yıllarda, özellikle Amerikan bilimkurgu sinemasında UFO’ların dünyayı istila etme çabası ve ordunun bu yabancı düşmanla savaşması gibi konuların sıklıkla işlenmesi işte bu içinde bulunulan ortam ile alakalı olmalı.
86 tarihli yapım ise tam tersine eğlenceli ve yüzünüzde tebessümle izleyeceğiniz bir film. Tam olarak 80’lerin dünyasını yansıtıyor. Özellikle o yılların büyülü havasını soluduysanız ve hayal gücü kapılarınızı açan filmleri videokasetten izleme şansı yakaladıysanız tam size göre. Ayrıca filmin yönetmen koltuğunda Teksas Katliamı (1974), Salem’s Lot (1979), Kötü Ruh (1982) ve Uzay Vampirleri (1985) gibi filmlerle korku tutkunlarının yüreğine karanlık tohumlar ekmiş bir isim oturmakta: Tobe Hooper.
Son birkaç söz: Doğrusunu söylemek gerekirse her iki filmin de (özellikle de 1953 tarihli yapımın) muhteşem görsel efektlerle süslenmiş bilimkurgu filmleri ile büyüyen yeni nesle basit ve sıkıcı gelme olasılığı çok yüksek. Bu filmlerin Avatar, Yıldızlararası, Başlangıç ya da Ex Machina gibi görsel ziyafet sunan büyük bütçeli yapımlarla kıyaslanmasına olanak yok. Yine de her iki yapımı da, hele de bilimkurgu sineması ile ilgiliyseniz seyretmenizi öneririz.