Komplo, uzaylılar, sanal gerçeklik, bilimkurgu, gerilim, korku… Bu film sihirli bir kutu gibi. İçinde ne ararsanız var. Bir Stephen King romanından fırlamışcasına duran Sinyal (The Signal), kafanızı karıştırmayı başaran ve size “Acaba bu olanlar gerçek mi?” sorusunu sorduran bir yapım. Sinyal, William Eubank’ın ikinci uzun metrajlı filmi. Genç kadrosuyla dikkat çeken filmde başrolleri Brenton Thwaites (Nicholas), Olivia Cooke (Haley) ve Beau Knapp (Jonah) paylaşıyor. Bu isimlere tecrübeli aktör Laurence Fishburne (Damon) eşlik ediyor.
Alışıldık bilimkurgu filmlerinden farklı olarak bu yapımda göze sokulan uzaylılar ve ileri teknoloji bilgisayarlar yok. District 9 ve K-PAX gibi felsefi ve düşünsel öğelerle bezeli filmde, romantik öğelere de yer veriliyor. Günlük hayatta karşılaşabileceğimiz sorunların filmin içine serpiştirilmiş olması, izleyicinin kahramanlarla bağ kurmasını kolaylaştırıyor. Ayrıca Sinyal, geçirdiği kaza nedeniyle koltuk değneklerine mahkûm kalan Nicholas gibi bir kahraman yaratıp, çoğu Hollywood filminin vazgeçilmezi olan “kusursuz” kahraman imgesini yıkarak da farkını ortaya koyuyor.
Hikâyemiz Nicholas ve Jonah adlı iki kafadar hacker’ın, Nomad rumuzlu bir kullanıcıdan sinyal almasıyla başlıyor. Nomad tarafından ıssız bir kulübeye sürüklenen Nicholas, Jonah ve Haley, bu ıssız yerde olağanüstü bir deneyim yaşıyor. Üç arkadaş, gözlerini hastane benzeri bir binada açıyor. Bu ürkünç yerin sorumlusu Dr. Damon ile konuşan Nicholas, sorularına tatmin edici yanıtlar alamıyor. Bunun üzerine arkadaşlarını da yanına alıp kaçmayı planlıyor. Ancak kahramanlarımızın, kaçmayı başardıklarında kurtulamadıklarını, aksine dertlerine yeni dertler eklediklerini fark etmeleri uzun sürmüyor: Benzin istasyonundaki insanların garip hareketleri, şehirlerin tuhaf bir biçimde boş olması, doğru düzgün bir harita bulunamaması… Bu gibi olaylar, birilerinin bir şeylerin bilinmesini istemediğini açıkça ortaya koyuyor. Ama “bu birileri kim?“, “Bunu neden istemiyorlar?“, “Burası neresi?” gibi sorular, adrenalin seviyesini arttırıp izleyiciyi filmin içinde tutmayı başarıyor.
2014 Katalonya Film Festivali’nde En İyi Özel Efekt ödülünü kapmayı başaran yapım, alternatif gerçeklik algısıyla da dikkat çekiyor. Sinyal, The Matrix ya da 13. Kat kadar olmasa da paralel evrende geçtiğini düşündürten ve olay örgüsünü “bilinmezlik” üzerine kuran başarılı bir iş. Ama bu “bilinmezlik” kısmı, artı olduğu kadar eksi olarak da değerlendirilebilir. Film boyunca kahramanlarımız hep bir belirsizliğe doğru yürüyor ve bu sırada gelişen olaylar tam açıklanmadan geçiştiriliyor. Bu da haliyle izleyicinin kafasında yanıtsız sorular bırakıyor.
Sonuç olarak özgün bir hikâyeye sahip olan Sinyal, dünya dışı yaşam ile insan karşılaşması temasını diğer bilimkurgu eserlerinden gayet farklı bir şekilde ele alıyor. Filmin sonunda bırakılan açık kapılar ise bir devam filmine işaret ediyor. Farklı yüzlerle işlenen benzer ve sıkıcı bilimkurgu filmlerinden sıkılan UFO meraklıları, Sinyal’i hayranlıkla izleyecektir.