2014 yapımı yakın gelecek kurgusu Automata, 2044 yılında doğal sebeplerin insanlığın sonunu getirdiği distopik bir ortamda geçer. Solar fırtınalar insanların %99.7’sinin ölümüne sebep olmuş ve dünya nüfusu 21 milyona kadar düşmüştür. ROC adlı bir robotik şirketi, medeniyeti yeniden kurmaya yardım etmeleri için Automata Pilgrim 7000 adlı robotları üretir. Bu insansı robotlar, Asimov’un robot yasalarına benzer iki protokolle kısıtlanmıştır: İnsanlara zarar veremezler ve kendilerini veya birbirlerini değiştiremezler. Sean Wallace isimli bir polis, bir robotun kendini değiştirdiğini görüp onu vurduğunda, olayı araştırması için ROC sigorta çalışanı Jacq Vaucan görevlendirilir, olaylar gelişir.
Filmin ana hikayesinde pek orijinal bir şey yok; distopik bir gelecek, bazı yönlerden inanılmaz ilerleyip bazı yönlerden gerilemiş bir teknoloji, yapay zeka, robotların bilinç kazanması… Automata’yı diğerlerinden ayıran şey, bu sonuncuya biraz farklı yaklaşması. Matrix gibi, Terminator gibi insanlar robotlara karşı hikayesi değil bu. Çünkü bahsedilen protokollerin ilki, yani robotların insanlara zarar verememesi, bilinç kazanan ilk robot tarafından bile ihlal edilmiyor. Gereksiz çünkü. Öncü robot zaten insanlığın sonunun geldiğinin farkında; istese ilk protokolü atlayabilecekken yapmıyor, oluruna bırakıyor. Tabii burada bir çeşit kumar oynadığını da düşünebiliriz. İnsanlığa dair umut beslemesinden mi yoksa sadece neler olacağını görmek için mi bilinmez. Robotların karşıya geçip kendi medeniyetlerini kurmaya başlaması için Jacq Vacuan’ın yaptıklarını düşündüğümüzde bu kumarın risklerini daha iyi anlıyoruz.
Film başarılı diyaloglarıyla dikkat çekiyor. Zeki birinin elinden çıktığı ve üzerine düşüldüğü çok belli. Örneğin:
Jacq Vacuan: “Burada öleceğim. Bildiğim tek şey bu.”
Öncü Robot: “Jacq, ölüm insanın doğal döngüsün bir parçası. Yaşamınız zamanın içindeki küçük bir an sadece.”
Jacq Vacuan: “Sen ilksin, değil mi? Bütün bunları başlatan sensin.”
Öncü Robot: “Kimse başlatmadı. Kendiliğinden oldu. Tıpkı sizde olduğu gibi. Biz de birden ortaya çıktık.”
Bir başka örnek:
Vernon Conway: “Eğer yalnızca bir makineysen, emirlerimi uygulamak neden bu kadar zor?”
Öncü Robot: “Yalnızca bir makine mi? Bu benim size ‘yalnızca bir maymun’ demem gibi bir şey.”
Bunlar kesinlikle ince düşünülmüş diyaloglar. Bu tarz sorgulamaları hem sinemada hem edebiyatta daha sık görmek istediğimiz açık. Bizi doğumumuzdan ölümümüze kadar sürekli meşgul eden o hayatın anlamını bulma arayışında en sağlam adımlar bu sorgulamalardan geçmekte.
Filmde üretilen ilk otomat, protokollerden bağımsız bir robottur. Dominic Hawk karakterinin, bu kısıtlamasız robotun yaptıkları ve yapabilecekleri üzerine konuşması da filmin öne çıkan beyin fırtınaları arasındadır. Doğal seçilimin baskısından olsa gerek, insanın bu ele geçirilme, istila edilme korkusu daha önce defalarca kez işlendi. Doğanın baskısı sonucu hayatta kalmaya çabalıyoruz, bu yaşama isteği de beraberinde korkuyu getiriyor. Korku ateşleyici bir güç aslında. İşte Automata, unutulmaz diyalogları sayesinde insandaki bu ateşleyici gücü iyi yansıtan bir film.
Başrollerini Antonio Banderas, Birgitte Hjort Srensen ve Dylan McDermott‘un paylaştığı, yönetmenliğini Gabe Ibáñez ‘in üstlendiği Automata, oyunculuk açısından çok üstün bir performans sergilemediği gibi sırıtacak veya filme yakışmayacak türden kusurlar da içermiyor. Görsel efektler için de benzeri söylenebilir. Şehir tasarımında CGI kullanılırken robotların uzaktan kumandayla kontrol edilen animatroniklerle yaratılması ise başarılı bir tercih. Robotların gerçekçi oldukları kadar korkutmaları da sağlanmış.
Kısacası Automata, anlatmak istediklerini izleyiciye ayarında aktaran bir film. Sadece bilimkurguseverlerin değil, hayat üzerine kafa yoran herkesin izleyip üzerine düşünmesi gerek.
Hazırlayan: Ufuk Cem Çakır