Arrival Hakkında Bilinmesi Gerekenler

SPOILER UYARISI!

İlk önce filmin bir lirik bilimkurgu, The Martian gibi hardcore science fiction olmadığını belirtelim.  Film başlarken Dr.Banks’ın felsefik eleştirileri ile hoş bir şekilde dürtülüyoruz. Diğer Dünya dışı canlı (Extraterrestrial life) filmlerinden farklı olarak “iletişim” konusu harika bir şekilde işleniyor. Carl Sagan‘ın yazdığı Contact romanının beyazperdeye uyarlamasından sonra iletişim konusunda en başarılı yapım olduğu kanaatindeyim.

Dil

Heptapodlar, insan türü aksine iki dile sahip. Heptapod dili A ve B olmak üzere sınıflandıralım. A dili düşük frekansta çıkardıkları sesler ile iletişim. B ise filmin asıl konusu olan Ouroboros (kendi kuyruğunu yiyen ejderha) benzeri kompleks yuvarlak şekilli semantik logogramlar ile ifade edilen dilleri. Sanırım heptapodlar, konuştuklarını aynen yazarak verimsiz bir iletişim kullanmıyorlar.

B dilindeki en küçük morfolojik ayrıntı, şeklin tamamından çıkarıldığında farklı bir anlam ifade ediyor. Bu yüzden dilleri bir bakıma matematiksel ve geometriksel olduğu için evrensel nitelikte. B dili aynı zamanda palindromik. Yani sağdan sola ve soldan sağa aynı şekilde okunabiliyor. Yine aynı şekilde B dilinin “çember benzeri” işlenmesi, maddenin uzaydaki en verimli formu olmasına ufak bir gönderme olabilir. Aynı konuya K-PAX‘te de değiniliyordu. Ayrıca 100’den fazla logogram kodlamaları ile analizlenen B dili, film ekibi tarafından gerçek anlamda yaratılmaya çalışılmış.

Yazarlardan biri olan Eric Heisserer’ın paylaştığına göre filmde kullanılan logogramın kodlaması.

Öte yandan filmin temeli özgün bir fikir olan Sapir-Whorf Hipotezi üzerine kurulu. Bu fikre göre kendini yabancı bir dile yeteri kadar adarsan, düşünce tarzını da değiştirebilirsin. İnsan beyni, kendi konuştuğu dilde belirli bir düşünce yapısı oluşturur. İşte bu yüzden, bir insan başka bir insanın dilini tam anlamıyla anlayamaz. Yani kısaca dilsel izafiyet olarak nitelendirilir. Dolayısıyla Dr.Banks kendini onların diline tamamen adadığında ve öğrenmeye çalıştığında düşünce tarzını da heptapodlar gibi değiştirir. Böylece lineer olmayan bir zaman algısına da sahip olmuş olur.

Bu yüzden heptapodlar, bilim insanlarının onlarla kurmaya çalıştığı matematik ve klasik fizik barındıran iletişimle pek ilgilenmiyorlardı. Kendi dillerini öğretmek istiyorlardı ki hediyeyi verebilsinler. Ardından Abbott, heptapodların 3000 sene sonra insan türünden yardım isteyeceğini belirterek izleyiciyi merak içerisinde bırakıyorlardı.

Zaman Algısı

Gösterilen flashbacklerin aslında flashforward olduğunu öğrendiğimiz zaman, kafamızda soru işaretleri beliriyor. Böylece tam olarak twist etkisi yaratıyor. Fakat aynı zamanda Predestination benzeri bir zaman paradoksu yaratıyor bu twist.

Çünkü general ile konuşması için ilk önce telefonu etmesi gerekiyor. Fakat gelecekte zaten telefon etmiş olan Louise, aslında o an telefon numarasını öğreniyor. Bu olaylar bütünü çok sade işlendiği için algılarımızda yumuşak bir etki bırakıp, kayıp geçiyor. Doğal olarak göze batmıyor.

Uluslararası Entrikalar

İnsan türünün içindeki primitif kaos duygusu harika yansıtılmış. Bilinmeyen bir olayda insanların yaşadığı korku, bu korku nedeni ile yaptıkları ve yaşadıkları vahşetler tam yerinde gösterilmiş. Rusların dil bilimcilerini infaz etmeleri buna bir örnek. Ardından her ülkenin iletişimi kesmesi ile devam ediyor. İnsan türünün amigdalasından kaynaklanan savaş ya da kaç dürtüsü, hayatta kalma amacı ile yaptıkları ince ince işlenmiş.

Gerçekten de insanlık böyle bir olay karşısında kendi arasında bu kadar fikir ayrılığı ve çatışma yaşayacaktır. Bir ulus savaşmaya, bir ulus anlamaya çalışacaktır. Şimdi bile ufak tefek sorunlarda insanlık kendi arasında bu kadar çatışmada. Hollywood yapımı bir film olduğu için doğal olarak yine Dünya’yı Amerika’nın kurtarmasına alıştığımız için üzerinde çok durmaya gerek yok.

Bilim insanları heptapodlardan “Işıktan hızlı yolculuk var mı?”, “Nereden geldiniz?” gibi büyük soruların cevabını isterken; heptapodların “Siz ışıktan hızlı gitmeyi bırakın da ilk birbirinizi öldürmeyin” demeleri bir diğer eleştirel ana fikir oldu. Bu ütopik mesajın benzerine James Cameron‘un The Abyss filminde de rastlanılıyordu.

Hediye

Sonda neden teknolojik olarak daha çok cevap vermediler diye sormuş olabilirsiniz. Çünkü bu senaryoyu yazanlar da insan. Doğal olarak onlar da bilmiyor. Star Trek‘ten Warp Drive benzeri bir fikir sunup, orijinalliği kaybekmektense ucu açık bırakılmış, böylece daha etkili olmuş.

Öte yandan Dr.Banks’ın doğrusal olmayan zaman algısı ileride yaşanacak bir sürü savaşı engelledi belki generalin fikrini değiştirerek. Heptapodlar aslında bambaşka bir hediye verdiler belki. Gerçekten daha önceliği olan bir hediye… Bu sayede 3000 yıl sonra ışıktan hızlı olmaktan çok daha fazlasına sahip olacak belki insan türü, kim bilir.

Boyut Algısı

Her ne kadar heptapodların dış görünüşleri klişe olsa da, gemilerinin dış görünüşü ve teknolojisi bizim fizik algımızı ayakları altında eziyor adeta. Gemilerinin sadeliği ilk önce göze çarpan oluyor. Sentetik alet kullanmadan gelişmiş canlı türü olmaları yine farklı bir izlenim bırakıyor. Bu konu hakkında filmde herhangi bir açıklama yapılmıyor. Filmin başında 12 tane 500 metrelik geminin bir anda Dünya’da belirmesi kafada soru işareti bırakmıyor değildi. Hiç mi sinyal alınmadı? Hiç mi gözlemlenemedi veya tespit edilemedi onlar gelirken? Buna bahane olarak ilk önce geminin kimyasal yapısına suç atmıştım, ta ki gemilerin aslında uzaydan gelmediğini, gerçek anlamda aniden  “var olduklarını” öğrenene dek.

Şimdi bir de şu açıdan bakalım. Neil deGrasse Tyson‘un ve Michio Kaku‘nun değindiği gibi üst boyuttan gelen bir cismin alt boyuttaki izdüşümü farklı olacaktır. Örneğin karıncanın önüne 3 boyutlu bir insan parmağını koyarsak, daire şeklinde bir cismin bir anda belirdiğini görecektir. İlk önce parmağın ucu görüş açısına gireceği için küçük bir daire, daha sonra parmak ilerledikçe bu dairenin çapı artacaktır. Kaldı ki karınca ile insan farklı boyutlarda olan iki organizma değil. Benzer şekilde farklı bir boyuttan gelen bir cismin bizim 3 boyutlu evrenimizdeki izdüşümünün farklı olacağını söyleyebiliriz. Bu yüzden belki de gemileri aslında o şekilde bir dış görünüşe sahip değil; ancak 3 boyutlu evrendeki izdüşümü o şekildedir. Dolayısıyla geri çekilen insan parmağı gibi, giden uzay gemisi de bizim algımızda “yok olmuş” izlenimi bırakacaktır. Tabi dolayısıyla bu cismin içindeki biyolojik yaşam formları da farklı bir izdüşüm bırakmalı belki?

Yazar: Pedram Türkoğlu

Anatomi anabilim dalında araştırma görevlisi doktor. Aynı zamanda yaban hayatı fotoğrafçısı ve bilim yazarı.

İlginizi Çekebilir

Bialar Crais

Farscape’in Sevilen Kötüsü: Bialar Crais

Lani Tupu tarafından canlandırılan Farscape’in meşhur komutanı Bialar Crais, karşımıza klasik bir kötü karakterin bütün …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin