Carl Sagan’ın, “Eğer tüm evrende yaşam sadece Dünya’da varsa, bu çok büyük bir yer israfı olurdu,” diye ünlü bir sözü vardır. Gerçekten de evrenin büyüklüğünü ve yaşını hesaba katarsak, orada bir yerlerde hayatın olması değil, aksine olmaması tuhaf olur. Peki o halde neredeler? Bilim henüz bu sorunun yanıtını vermiş değil. Onları bulmuş değiliz. Onların da henüz bizi bulamadığı, bulsalar bile gelip bir merhaba demedikleri ortada. Dostlar mı, düşmanlar mı, bizden ilerdeler mi, gerideler mi, iletişim kurabileceğimiz bir formdalar mı, bilemiyoruz. Elbette her geçen gün hayal etmeyi, araştırmayı ve evrenin karanlık köşelerini aydınlatmak için çabalamayı sürdürüyoruz. Belki de bir gün onları bulacağız.
Belki de bir gün onlar gelip bizi bulurlar, kim bilir. Hatta bilimkurgu sinemasında çoktan buldular bile. Üzerinde mutlu mesut (!) yaşadığımız küçük gezegenimiz sinemanın keşfinden bu yana defalarca kez ziyaret edildi ve doğrusunu söylemek gerekirse bizim tarafımızdan bakıldığında işin sonu çoğu zaman kötü bitti. Şimdi gelin, 80’li yıllarda çevrilen ve dünyamızı ziyaret etmekle kalmayıp, ayrıca onu istila etmeye çalışan uzaylılarla dolu yedi filme birlikte göz atalım. Baştan belirteyim, benim gibi 80’lerin sihirli nefesiyle kutsananlardan biriyseniz bu yazından keyif alma olasılığınız daha yüksek. Ne de olsa o büyünün bir parçasını hala içimizde taşıyoruz, öyle değil mi?
Invaders from Mars (Marslı İstilacılar / 1986)
Yağmur damlalarının camınızı dövdüğü tekinsiz bir gecede, odanızın duvarına vuran parlak bir ışıkla uyansanız ve yataktan fırlayıp soluğu pencere kenarında aldığınızda karabasan kılıklı bir UFO’nun az ötedeki tepenin ardına iniş yaptığı görseniz ne yapardınız? Kimseyi inandıramazdınız kuşkusuz. Hele de kafayı uzayla bozmuş, odasının perdesi bile yıldızlar ve roketlerle süslü olan küçük bir çocuksanız. Bu yetmezmiş gibi tepenin ardına adım atan herkesin tuhaf davranmaya başladığını -mesela öğretmeninizi canlı bir kurbağayı midesine indirirken yakaladığınızı- düşünün. Ve onların, sizin bu tuhaflığın farkına vardığınızı anlayıp peşinize düştüklerini hayal edin.
Böyle bir durumdaysanız tek kelimeyle hapı yuttunuz demektir. Durun! Ben dedim diye hemen yutmayın o hapı. Hemen pes etmek yok. İlk olarak patates kafalı uzaylıların ve işbirlikçilerinin eline geçmemeye çalışmalısınız. Biliyorum, etrafınızı sardılar ama… Size inanıyorum. Başarabilirsiniz. Elbet anlattıklarınıza inanıp size yardım edecek birilerini bulacaksınız. Ne? Beni bu işe bulaştırma mı diyorsunuz? Peki o halde, sizi azat ediyorum. Patlamış mısırınızı alın, rahat bir koltuğa kurulun ve kendiniz güven içindeyken tüm bu saydıklarımı yaşamak zorunda kalacak olan David Gardner’ın bir saat kırk dakikalık korku dolu hikâyesini izlemeye koyulun.
Tobe Hooper’ın yönettiği ve 1953’te aynı adla seyirci karşısına çıkan filmin yeniden çevrimi olan Invaders from Mars, hayal gücü kapılarını ardına kadar açan filmleri zamanında videokasetten izleyenler için tam bir hazine.
Bad Taste (Kötü Zevk / 1987)
Ve dünya bir kez daha uzaylıların işgali altında! Bu kez bizden istedikleri şey hamburger köftesi olmamız.
Yeni Zelanda’nın küçük bir kasabasında bir uzaylı işgali yaşanır. Neyse ki kasabalılardan biri uzaylılar herkesi öldürmeden önce telefon edip istilayı haber vermeyi başarır. Devlet hemen olaya el koyar ve Kaihoro adlı bu küçük kasabaya gizli çalışan bir ekip gönderir. Ekip üyeleri kasabaya vardıklarında uzaylıların bizim kılığımıza girdiklerini keşfederler. Ve bu insan kılıklı tuhaf varlıklarla onlar arasında bir mücadele başlar. Ekip kısa süre sonra uzaylıların niyetini anlar. Tüm kasabayı kesip doğrayıp kolilere yerleştiren bu çirkin görünüşlü canlılar insanları hamburger köftesi olarak kullanmak istemektedirler. Eğer Fast Food Kurulu, insan etinin kozmik lezzetini onaylarsa tüm dünya açık bir mezbahaya dönüşecektir.
Bol kanlı, kesip biçmeli, kafaların kolların havada uçuştuğu, korku, komedi, aksiyon, bilimkurgu karşımı olan Bad Taste, Peter Jackson’ın ilk uzun metrajlı filmi. Hafta sonlarında çekilen ve dört yıl gibi bir sürede tamamlanan film çok düşük bir bütçeye sahip. Öyle ki Jackson, uzaylıların maskelerini annesinin mutfağında yapmış. Filmin oyuncu kadrosu da yönetmenin arkadaşlarından ve kendisinden oluşmakta. Her ne olursa olsun Bad Taste, özellikle korku severler tarafından kült mertebesine yükseltilmiş bir film ve listemizde yer almayı sonuna kadar hak ediyor.
Critters (Mahlûklar / 1986)
Listemize, bilimkurgu sineması tarihinin en haşarı yaratıklarıyla devam ediyoruz. Kırmızı gözlü, koca ağızlı, sivri dişli, oldukça iştahlı, eğlence düşkünü ve ok gibi fırlatabildikleri zehirli dikenleriyle çok tehlikeli olan mahlûklar, kapatıldıkları asteroid hapishaneden kaçmayı başarırlar. Üstelik bol yakıtla birlikte hızlı bir uzay gemisini de ele geçirmişlerdir. Artık evrenin her yerine gidebilme imkânları vardır. Elbette bu durum büyük panik yaratır. Evrenin başına bela olan bu yaratıkların serbest kalmaması gerekmektedir. Hemen peşlerinden iki ödül avcısı gönderilir. Avcıların tek bir görevi vardır: Bu yaratıkları beslenmeden bulup yok etmek. Bu sırada mahlûklar, koca evrenin içinde mavi gezegenimizi bulmayı başarırlar ve çoğu uzaylının yaptığı gibi soluğu küçük, sakin bir Amerikan kasabasında alırlar. Tabii kasabayı birbirine katmaları uzun sürmez. Onları arayan iki ödül avcısının da kasabaya gelmesiyle birlikte ortalık şenlik alanına döner.
Üç de devam filmi olan Critters tam bir 80’ler efsanesi. Korku, komedi ve bilimkurguyu birleştiren film, listemizin parıldayan yıldızı.
The Blob (1988)
Yine bir Amerikan kasabasındayız. Yetişkinlerin geleneklere sıkıca sarıldığı, gençlerinse yerinde duramadığı sıradan bir kasaba burası. Ama sıradanlık, kasabanın tarihinden silinmek üzere. Bir tehlike gittikçe yaklaşıyor. Hem de alışılmışın çok dışında olan bir tehlike.
Gecenin kör bir saatinde ormanın içine bir göktaşı düşer. Bu etkileyici sahnenin tek şahidi evsiz bir adamdır. Ancak göktaşının içinden çıkan garip, yapışkan pembe renkli bir madde zavallının kolunu kaplayıverir. Elbette bu dünya dışı maddenin tek kurbanı evsiz adam olmayacak, kasaba sakinleri daha önce karşılaşmadıkları bu düşman karşısında çaresiz kalacaklardır. Doymak bilmez yapışkan maddemiz önüne çıkan her canlıyı yiyip yutmaya kararlıdır.
The Blob ilk kez, bilimkurgu sinemasının altın çağı sayılan 50’lerde çıkar seyirci karşısına. Yani 1988 tarihli The Blob bir yeniden çevrimdir. Ama birçoğunun aksine oldukça başarılı bir yeniden çevrim olduğu söylenebilir. İzleyiciyi gözlerinin içine bakamadığı, acımasız, merhametsiz, şekilsiz ve doyumsuz bir dünya dışı canlı ile karşı karşıya getiren The Blob listemizde haklı bir yere sahip.
They Live (Yaşıyorlar / 1988)
Ekmeğin aslanın midesinde olduğu zorlu bir dönemde -2015’te kaybettiğimiz ünlü Amerikan güreşçisi Roddy Piper’ın canlandırdığı- John Nada, sırtında çantasıyla bir kaplumbağa misali oradan oraya dolanmakta ve iş aramaktadır. Sonunda bir inşaatta iş bulur. Bir gün polis yaşadığı yerin yakınındaki eski bir kiliseye baskın yapar. John baskın sonrası kiliseye gider. Sonunda bulduğu bir kutu ile dışarı çıkar. Ancak kutunun içinde güneş gözlüklerinden başka bir şey yoktur. John başta buna anlam veremez. Gözlüklerden birini taktığında ise tam anlamıyla şoke olur. Etrafımızı saran her reklamın ardında “İtaat Et”, “Düzeni Sorgulama”, “Evlen ve Çoğal”, “Tv İzle”, “Satın Al”, “Uyumayı Sürdür”, “Düşünme” gibi gizli mesajlar saklıdır. Paranın ardındaki gizli mesaj ise “Bu Senin Tanrın”dır. Dünyayı işgal etmiş olan uzaylılar, önemli mevkilere gelmiştir ve bu yöntemle uyuttukları insanları sömürmektedirler. John sonunda bu gerçeği anlar. Elbette bu korkunç durumun farkına varan yalnız John değildir. Neler döndüğünü fark eden ve bir araya gelip sistemle gizli bir mücadeleye girişen başka insanlar da vardır. John sonunda bu insanlara katılır. Şimdi yapmaları gereken, uzaylıların yaydığı sinyali kesip insanları uyandırmaktır. Elbette bu hiç de kolay bir iş değildir.
Efsane isim John Carpenter’ın Amerikalı bilimkurgu yazarı Ray Nelson’ın Eight O’Clock in the Morning adlı öyküsünden uyarladığı They Live, tam bir sistem eleştirisi ve nasıl uyutulduğumuzu eğlenceli bir dille gözler önüne seren şahane bir film.
TerrorVision (Korku Uydusu / 1986)
Pluton adlı gezegende ev hayvanı olarak beslenen doymak bilmez bir canlı, kontrolden çıkınca enerjiye dönüştürülüp evrenin uzak bir köşesine yollanır. Bu sırada hali vakti yerinde bir adam olan Stan Putterman, bahçeye yeni bir çanak anten kurmakla meşguldür. Tüm aile, izleyecekleri yeni kanalların heyecanı içindedir. Ama yeni kanallarla birlikte, uzaya enerji olarak gönderilen yaratık da evlerine konuk olunca eğlenceli geçmesi beklenen gece kâbusa dönüşür. Tv ekranından çıkan yaratık ilk önce büyükbabayı midesine indirir. Elbette evde yenilecek daha çok insan vardır ve buna Putterman’ların misafirleri de dâhildir.
Klasik bir seksenler korku-bilimkurgu filmi olan ve Ted Nicolaou tarafından yazılıp yönetilen TerrorVision, o dönemin filmlerini keyifle izleyenler için tam bir hazineyken, sert bilimkurgu hayranlarının kesinlikle uzak durması gereken bir yapım olarak listemizdeki yerine almakta.
Killer Klowns from Outer Space (Uzaydan Gelen Katil Palyaçolar / 1988)
Gökyüzünde beliren parlak ışık, insanların şaşkın bakışları altında bir tepenin ardına düşer. Evinin verandasında oturan yaşlı bir adam da bu gösteriye şahit olanlar arasındadır. Parlak ışığı Halley Kuyruklu Yıldızı sanan yaşlı adam heyecana kapılır ve gemici fenerini kaptığı gibi ağaçların arasına dalar. Ancak karşılaştığı şey, tahmin ettiğinden uzaktır. Karşısında, ışıklar içinde parıldayan bir sirk çadırı durmaktadır. Elbette dıştan sirk gibi görünen bu şey aslında bir uzay gemisidir ve bu gemiyle evrenin derinliklerinden gelen uzaylı palyaçoların tek hedefi, insanları dev pamuk şekerlerine çevirmektir.
Killer Klowns from Outer Space ancak seksenlerde karşınıza çıkabilecek türden bir film. Komedi ile bilimkurgunun karışımı olan bu filmi listemize almasak olmazdı. Ne de olsa dünyamız, her gün ellerinde patlamış mısır silahları olan uzaylı palyaçolar tarafından saldırıya uğramıyor, öyle değil mi?
Ve listemizin sonuna geldik. Elbette o büyülü döneme ait istila filmleri bu kadarla sınırlı değil. Listemiz belki on filmden de oluşabilirdi, ama yine de bazı filmler dışarıda kalacaktı. Without Warning (1980), The Deadly Spawn (1983), Lifeforce (1985), Breeders (1986), Ailen Nation (1988), Not of This Earth (1988) bu filmlerden bazıları. Belki bir gün yine 80’lere döner ve bu filmlere de göz atarız, kim bilir.