2001: Bir Uzay Macerası 50 Yaşında

Bilimkurgu sinemasının yapı taşlarından biri haline gelen 2001: A Space Odyssey, şu sıralar 50. yaşını kutluyor. Arthur C Clarke’ın kısa hikayesi The Watchers‘tan doğan filmin prömiyeri, 6 Nisan 1968’de Los Angeles’ta yapıldı. 2001: A Space Odyssey, başlarda monoton ve sıradan bir uzay filmi olarak görünürken, zaman içinde yapay zeka konularında sinemasal bir başucu eserine dönüştü. Aslında yapım 1967’nin başlarında sinemalara gelebilirdi, ancak çoğu Stanley Kubrick filminde olduğu gibi çekimler uzadı; program 16 ay gecikti. Bu da çekim maliyetlerini 4,5 milyon dolardan 6 milyon dolara çıkardı.

Yakın geleceği konu alan bilimkurgu filmlerinin yaşadığı riskli durumları, 2001: A Space Odyssey de çok yakından yaşadı. Gerçek ile olan bilimsel tutarlılığını kaybetmiş bir bilimkurgu filmini hiç kimse ciddiye almaz. O yıllarda Mariner IV uydusu, Dünya’ya Mars yüzeyinin bazı görüntülerini gönderdi. Eğer Mariner IV küçük marslıları tespit etseydi Kubrick’in filmini kimse umursamayacaktı. Ne var ki Kubrick, film üzerinde çalışırken bilimsel tutarlılık için aşırı titiz davranıyordu. Başta Arthur C. Clarke olmak üzere, etrafında danışabileceği birçok bilim insanı vardı.

Stanley Kubrick ve Arthur C Clarke tartışırken

Kubrick kariyerine bir fotoğrafçı olarak başladı. Kamera kullanımı ve ışık konusunda mükemmeliyetçi bir yaklaşımı vardı. 2001: A Space Odyssey, Kubrick’in ilk bilimkurgu filmiydi, bu nedenle ciddiye alınmayı istiyordu. O yıllarda bilimkurgu, çoğunlukla B tipi filmler ile boy göstermekte ve çok ciddiye alınmamaktaydı. Kubrick, 1960’larda Kanada televizyonlarında etkileyici belgeseller çekmiş olan bir belgesel uzmanını da kiraladı. Ancak filmin yayınlamasından kısa sıra önce, bilimsel açıklamaların ve Dawn of Man’in bir kısmı da dahil olmak üzere toplamda 19 dakikayı kesme kararı aldı.

2001: A Space Odyssey, aslında üzerine müzik ve 40 dakikalık konuşma eklenmiş ve uzatılmış sessiz bir film gibidir. İlk seyrettiğinde muhakkak ki çoğu seyirci her sahnenin ne anlama geldiği konusunda kafa karışıklığı yaşamıştır. Daha geniş açıklamalar, ancak Arthur C Clarke’ın aynı isimli kitabında bulunabilir. Kitap ve filmin beraber geliştirilmiş olması sonucunda her sahnenin anlamını kitapta da birebir bulmak mümkündür. Bu nedenle 2001: A Space Odyssey, kitaptan uyarlanan filmlerin lanetine uğramamıştır.

Steven Spielberg, 2001: A Space Odyssey’i bilimkurgunun big bang’i olarak adlandırır. Özel efektleri o kadar gerçekçidir ki birçok komplo teoristi daha sonraları Kubrick’in gerçek Ay’a inişi çektiğini dahi iddia etmiştir. Filme baktığımızda, diğer bilimkurgu filmlerinden en belirgin farkının uzay sahneleri olduğu görülebilir. Kubrick sadece büyük modeller kullanmakla kalmamış, aynı zamanda doğru ışık ve kamera derinliğine aşırı dikkat göstermiştir. Bu da filmin görsel kalitesinde muazzam bir artış sağlamıştır.

Kubrick filmin ilk bölümünde, arka planında yarı saydam aynası olan ve aşırı yansıtıcı ekranı bulunan bir ön projeksiyon kulanmıştır. Dahası maymun kostümlü oyuncular o sahneye hazırlanmak için tam bir yıl çalışmışlardır. Filmi ilk kez izleyen çoğu kişi, açılış sahnesinde gerçek maymunların kullanıldığı sanmıştır. Bazı sahnelerin aydınlatması için yeni kameralar ve yüksek hassasiyetli motorlar geliştirildi. Yine filmin bazı sahnelerinde, yüzlerce çekimden oluşan stop-motion tekniğine başvuruldu. O zamanlar için bu yöntemler sinema için devrimci sayılabilecek teknolojilerdi.

Kubrick, müzik ve ses konusunda da radikal yeniliklere imza atmıştır. Uzayda ses yayılmadığı için, kabin dışı çekimler sessizdir. Bu daha önce pek denenmiş bir şey değildi, dolayısıyla çekinceler oluşmuştu. Ancak beklentilerin tersine, sessiz sahnelerin gerçekçiliği daha çok beğenildi. The Blue Danube, Also Sprach Zarathustra başlangıçta sessiz sahneleri doldursun diye seçilmiş müziklerdi. Carl Orff‘u da projeye dahil edince, Kubrick’in bakış açısı değişti. Alex North ile anlaşıldı ve temaya uygun bestelerin yapılması kaçınılmaz oldu. North, kendi versiyonu olan film müziğini 1993’te yayınladı. Oldukça modern, ancak 1968’de Jerry Goldsmith‘in Maymunlar Gezegeni’ne benzer bir orkestra kullanımı dikkat çekiyordu. Ayrıca Kubrick’in filmde en sevdiği parça olan Gyögy Ligeti‘den daha ritmik elementler taşıyordu. Herhalde en zor olan da tüm parçaların gerçek bir koro ve orkestra ile kaydedilmesi zorunluluğuydu.

Film, Kubrick’in mükemmelliyetçilik anlayışı gereği psikolojik mesajlarını da başarıyla taşıyabilmeliydi. 2001: A Space Odyssey, insanın kendi yarattığı teknoloji ile ilişkisini mercek altına alıyordu. Filmin dikkat çekici bir diğer tarafı da, insanların mükemmel bilgisayarlar üretme konusundaki hırslarını gözler önüne serişidir. Ancak bunu yaparken, kendi kusurlarımızı da bilgisayarlara aktardığımızı görüyoruz. Kubrick’in bakış açısına göre, saf mükemmellikte insanlara yer yoktur. Çünkü insan kusurlu bir yaratıktır. Bağımsız olarak düşünebilen bilgisayarlar,  bir süre sonra doğaları gereği insanları sistemin en tehlikeli etkeni olarak görmeye başlayacaktır. Tüm bunların dışında filmin gözümüze soktuğu en önemli şey, kuşkusuz insanın uzaydaki acziyetidir.

HAL 900 Konsolu

Filmin yapımı sırasında, Kubrick, NASA ile sürekli temaslarda bulunup bilgi almıştır. Bu nedenle film, bilimsel doğruluk açısından hala geçerliliğini koruyor ve uzun süre de korumaya devam edecek gibi görünüyor. Örneğin Ay’dan ve uzay gemisinden yapılan görüntülü telefon görüşmeleri isabetli şekilde gerçekleşmiştir. Tabletler, yapay zeka, makine öğrenmesi gibi gelişmeler de filmin çok önceden haber verdiği unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. Evet, yörüngede yapay yerçekimine sahip uzay istasyonlarımız henüz yok, ancak Kubrick’in ortaya koyduğu bu konsept hatalı değil, aksine gerçekçidir.

O zamanlar IBM, bilgisayar teknolojisinin yaratıcısı ve dünyadaki en büyük şirketlerden biriydi. Efsane bilgisayar HAL’in ismini, IBM’in yazılışının sadece farklı versiyonu olarak değerlendiren çok kişi olsa da, Kubrick “Heuristic ALgorithmic”in kısaltması olduğunu ısrarla belirtmiştir. Aslında HAL filmde hiç hata yapmadı, sadece yaratabileceği hatalar nedeniyle insanları tehlikeli olarak ilan etti ve kendince önlemler aldı. HAL buna kendi değerlendirme mantığı çerçevesinde ulaştı ki bu kesinlikle doğru olandı. Bu konu daha sonra pek çok bilimkurgu filminde işlendi ve günümüzde de güncelliğini koruyor.

HAL, bir zamanlar Isaac Asimov tarafından robot yasaları olarak formüle edilen çelişkiyi tersine çevirmiş gibi görünüyor. Birinci yasaya göre hiçbir robot insana zarar veremez ve ikinci yasaya göre de insanların emirlerine uymak zorundadır. Ancak HAL’in davranışlarını, bir robotun insanlığa zarar vermemesi gerektiğini söyleyen sıfırıncı yasayla açıklamak mümkündür. İşte tam da bu yüzden sıfırıncı yasayı devreye sokarak, görevin insanlığın geleceği için çok önemli olduğuna ve ekibin görevi tehlikeye attığına hükmetmiş bir yapay zeka olarak karşımıza çıkar. Sonuç olarak görevi başarmak için ekibi ortadan kaldırmaya çalışmıştır; yani kendi içinde tutarlıdır…

Yazar: Hamdi Güzeliş

Makine Mühendisi. Dağların, newage müziğin ve bilimkurgunun uzun yıllardır tutkunu. "Turk Seti Team" üyesi.

İlginizi Çekebilir

Okyanus Dünyaları Hipotezi: Ya Yaşam Kalın Buz Tabakalarının Altına Hapsolmuşsa?

İtalyan asıllı Amerikalı fizikçi Enrico Fermi, Manhattan Projesi kapsamında çalıştığı Los Alamos Ulusal Laboratuvarı’ndaki meslektaşlarıyla …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et