Selim Erdoğan ile Röportaj

Bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. İlk olarak sizi okur yönünüzle tanımak isteriz. Kitaplarla nasıl tanıştınız acaba?

Ben teşekkür ederim. İlkokul yıllarında evimizin kütüphanesindeki öykü kitaplarından öyküler okuduğumu hatırlıyorum. Ama ilk okuduğum roman dokuz yaşındayken Dodie Smith’in 101 Dalmaçyalı’sıydı. Sayfaları heyecanla çevirdiğimi hatırlıyorum. İkincisi Johann David Wyss’in İsviçreli Robinsonlar’ıydı. Onu da çok sürükleyici bulmuştum. Sonra okumaktan hiç vazgeçmedim. Hâlâ iyi bir kitabın verdiği zevki hiç bir şeyin vermediğini düşünürüm.

Sizi en çok etkileyen yazarlar kimlerdir?

Tek tek isim vermek zor aslında. Ömer Seyfettin’in öykülerini sever, tekrar tekrar okurdum çocukken. Sonra Gizli Yediler gibi çocuk maceraları geldi. Doktor Kim serisi takip etti. Lise yıllarında Fleming’in James Bond maceraları kütüphaneme girdi. Aynı yıllarda Stephen King’in gerilim kitaplarını keşfettim. Ama aynı kişisel dönemime damga vuran George Orwell’in üslubunun, atmosfer yaratıcılığının yeri başkadır. John Steinbeck, Stanislav Lem, Edgar Allan Poe, H.G.Wells, J.G. Ballard ilk akla gelenlerden.

Okur kimliğiniz size hayata dair neler kattı?

Öncelikle konuşma ve yazmamı geliştirmiştir herhâlde. Yani kendini iyi ifade etme. Bunun hayattaki karşılığı sanıyorum kolay kolay ölçülemez. Edebiyat size eşsiz bir başkası olma deneyimi sunar. Edebiyatla zaman yolculuğu yapar, on yedinci yüzyıl Paris’ine gidersiniz. 1930’ların Amerika’sına gider, kıtlık yıllarında batıya göç edersiniz. Bir sabah totaliter bir ülkede uyanmanın ve yaşamanın nasıl olabileceğini tadarsınız. Açlığı, baskıyı, coşkuyu, tehlikeyi, heyecanı güvenli bir uzaklıktan deneyimlersiniz.

Edebiyat dışı okumayı dâhil edersek, yani işin içine bilim, tarih, sanat okuma ve araştırmalar girerse elbette hayata bakışınızın, ufkunuzun, düşünme biçiminizin etkilenmemesi mümkün değil.

Şimdi de müsaadenizle yazar yönünüzü tanıyalım istiyoruz. Yazarlığa başlama sürecinizden biraz bahseder misiniz? 

Yazıyla aram bildim bileli iyiydi. Okulda verilen herhangi bir konuda sayfalarca yazabilirdim. Üniversitede Edgar Allan Poe’vari gerilim öyküleri yazmaya başladım. Tamamen eğlence amaçlıydı. Arkadaşlarım severdi bu öyküleri. Hiçbirini bir yerlere göndermedim. Sonra bir novella yazdım. Daha büyük bir işe girişimim iş hayatından bunaldığım bir gün başladı. Bir kaçış projesiydi belki. İkibinseksendört: Bir Dijital Kara Ütopya böyle doğdu. Bir hayli araştırma yapmam da gerekti. Makine bilinci ve insan bilinci üzerine okumak, araştırmak düşünmek eşsiz bir deneyimdi. Sonra Denizatı VadisiTrinidad’ın Dönüşü ve Gofer Ağacı geldi. Bu ilk dört kitap NotaBene tarafından yayımlandı. Yayın sıraları yazım sıraları değildir bu kitapların. Elbette yazmak ve yayımlatmanın çok ayrı şeyler olduğunu belirtmeme gerek yok.

Sizce “iyi yazar”ın tanımı nedir?

İyi yazar, iyi okuru zihninden kavrayan yazardır. Onu ilk sayfalardan itibaren yakalar ve bitirene kadar kolay kolay bırakmaz. İyi yazarlığın ölçütü iyi okurun ilgisidir diğer bir ifadeyle. İyi okurun kimliği meselesi biraz daha karmaşık elbette.

Yazmakla ilgili herhangi bir metodunuz var mı? (Belirli saatlerde yazma ya da gündelik kelime hedefleri v.b.)

Maalesef yok. Evli ve iki çocuklu bir hayat, hareketli bir caddede akşam saatlerinde araba kullanmak gibi. Çevrede hareket eden binlerce nesneye çarpmamaya çalışmak dikkatinizi yeterince sömürüyor. Geriye herkesin yattığı, o serin sessizliğin geldiği gece saatleri kalıyor ama o da uykunuzla birlikte geliyor. Yazarlık geçimimi sağladığım bir eylem olmadığı için de sevgili karıma ben sessiz bir ofis tutup çalışacağım diyemiyorum. Okuma ve yazmayı günlük rutini hâline getirebilenlere de gıpta ambalajında kıskançlıkla bakıyorum.

Bilimkurgu yazarı olarak, bilimkurgu edebiyatı hakkında düşünceleriniz nelerdir? Sizce “İyi bilimkurgu iyi edebiyattır” sözü ne anlam ifade etmektedir?

Kendimi bilimkurgu arka planlı kitaplar da yazan bir yazar olarak tanımlıyorum. İyi bilimkurgu kesinlikle iyi edebiyattır. Zira bilimkurgu yazara ana akım edebiyatta olmayan eşsiz imkânlar verir. Dünya’yı yeniden kurabilirsiniz. Hukuk sistemini, ekonomiyi yeniden tanımlar, temanızı öne çıkaracak arka plan renklerini istediğiniz gibi seçebilirsiniz. Ana akımdaki gibi olana ya da olmuş olana bağlı kalmak zorunda değilsiniz. Ama bu eşsiz imkânlar paleti yüksek bir maliyetle gelir. İyi bilim kurgu sıkı bir entelektüel birikim gerektirir. Tarihle, siyasetle, felsefeyle ve kuşkusuz bilimle ilgili derin kavrayış gerektirir. Bunlar olmadan bilimkurgu eğlenceli, heyecanlı falan olabilir ama iyi olamaz. Genel kabul görmüş iyi bilimkurgu örneklerine bakın. Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Arthur C. Clarke, Stanislav Lem ve benzerlerinin bu özellikleri taşıdığını göreceksiniz.

Yerli bilimkurgu külliyatına Gofer Ağacı, Denizatı Vadisi, Trinidad’ın Dönüşü gibi kıymetli eserler kazandırdınız. Yazarken özellikle tercih ettiğiniz bir alt tür var mı?

Bazı mecralarda da ifade ettiğim gibi ben bu tür sınıflandırmalardan hoşlanmıyorum. Elbette Doktor Kim serisi ile Thomas Mann kitapları çok farklı iki türe aitler. Benim yazdıklarım bu kadar kolay sınıflandırılabilir değil diye düşünüyorum. İkibinseksendört hem distopya, hem sert bilimkurgu özellikleri gösterir. Trinidad’ın Dönüşü sert bilimkurgu ve psikolojik gerilim fonunda bilim felsefesi romanıdır biraz da. Bırakın alt türü, ana türler konusunda bile sıkıntılı yani benim kitaplar.

Kurbağa Adası’nda olası İstanbul depremi sonrasını konu edindiniz. Oldukça hassas ve önemli bir konu. Romanı kaleme alırken nelere dikkat ettiniz?

Kurbağa Adası’nın bir iklim distopyası olduğunu yazdıktan sonra öğrendim mesela. Hemen öyle sınıflandırıldı. Kurbağa Adası benim genelde Dünya ve özelde İstanbul’la ilgili karamsar bakışımı yansıtır. Bugün var olan iklim, ekonomi ve nüfus hareketleri gibi makro değişkenlerin bu eğilimleri sürdürmesi durumunda yaratacağı ortamı kurmaya çalıştım. Ortaya çok iç açıcı bir tablo çıkmadı tabii. Böyle bir ortamın göbeğine çekirdek bir aileyi koyup yaptıklarını izledim. İklim bugün dünya tarihini şekillendirmekte olan birincil  önemdeki girdilerden biri. İklim krizi nüfus hareketlerini, demografik yapı değişimlerini, ekonomik çalkantıları, sosyolojik değişimleri tetikliyor. Nüfus hareketleri ırkçılığı, ırkçılık çatışmaları, çatışmalar yeni nüfus hareketlerini besliyor. Isınmış bir dünyayı ekonomisiyle, siyasetiyle, etnik gerilimleriyle kurmaya ve bunu ansiklopedik olmadan bir romanın arka planı yapmaya çalışmak dikkat ettiğim unsurlardandı.

Sabotaj’ın ardından planladığınız yeni çalışmalar var mı? Varsa bahsetmek ister misiniz?

Sabotaj kitaplarımdan en Türkiyeli ve güncel olanı. Bugün ve Türkiye’nin ortası Konya Tuzgölü’nde geçiyor. Tamamen güncel siyasi ve sosyal gelişmelerden besleniyor. Komik, politik bir satir Sabotaj. Yazarken çok eğlendiğim bir kitap oldu. Şimdi bir seri katil hikâyesi üzerinde çalışıyorum. Kendimi bir türe ya da tarza ait hissetmiyorum.

Son olarak okurlarımıza söylemek yahut eklemek istediğiniz şey var mı?

Röportaja gösterdiğiniz ilgi için çok teşekkür ederim.

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

din ve bilimkurgu

Duygular, İnançlar ve Teknolojinin Kesişimindeki Hikâyeler

Bilimkurgu ve din, ilk bakışta birbirine zıt kavramlar gibi görünse de türün doğuşundan itibaren aralarındaki …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin