Sadık Efe Sarıtunalı ile Röportaj

Öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. İlk olarak sizi okur yönünüzle tanımak isteriz. Kitaplarla nasıl tanıştınız acaba?

Merhaba. Kitaplar kendimi bildim bileli hayatımın parçası oldu. Bebekliğimin, çocukluğumun ve ergenliğimin aşağı yukarı tamamında huysuz ve geçimsiz biriydim. Henüz konuşmayı bile bilmiyorken (ki 1 yaşına gelmeden konuşmaya başlamış ve hiç susmamışım) dedem beni kucağına oturtup ansiklopedi okurmuş. Ben de ağlamayı, huysuzlanmayı bırakıp onu dinlermişim. Çok doğaüstü geliyor ama bana anlattıkları bu.

Biraz daha büyüdüğümde, geceleri uyumak istemez, annemi başıma dikip saatlerce masal/hikâye anlattırırdım. Okuyacağı masallar bittiğinde yeni masallar uydurmaya başladı, sonra da bayrağı ondan ben devraldım.

Sosyal değildim, kreşte yahut parkta vesaire hiç arkadaşım yoktu. Ayrıca tembeldim, koşup oynamayı, spor yapmayı bırakın oturduğum yerden kalkmaya üşenirdim. Bu yüzden çok canım sıkılıyordu. Okula başlayana kadar beni oyalayabilecek neredeyse hiçbir şey yoktu. Yalnızca figür oyuncaklarımla oynuyordum, onları birbiriyle konuşturuyor, onların başrolünde olduğu hikâyeler anlatıyor, onlarla maceradan maceraya koşuyordum. Oyuncaklarımla oynamayı liseye başlayana kadar bırakmadım. Aslında hâlâ aynı şeyi yapıyorum ama oyuncaklarım yerine Word ve klavyemi (romantik deyişle kalem ve kağıdı) kullanıyorum.

Tabii insan (yahut çocuk) sadece oyuncaklarıyla oyalanamıyor. Dediğim gibi canım sıkılıyordu. Çok sıkılıyordu. İlkokula başlamadan öncesine dair hatırladığım en net şey canımın ne kadar sıkıldığı. Çok çok çok sıkılıyordu. Annem başta olmak üzere aile büyükleri beni eğlemekte aciz kalıyor, ‘sıkı can iyidir, çıkmaz’ gibi kötü espriler yapıyorlardı.

Okumayı öğrenince hem can sıkıntımı geçirecek hem de insanlardan takdir gördüğüm bir hobi buldum. Kitaplar sayesinde ilk kez mutlu bir çocuk oldum, hayatım anlam kazandı. Kitaplarda, televizyondaki en kaliteli çizgi filmden bile çok daha ilginç hikâyeler vardı. Onları okudukça figürlerimle oynadığım oyunların, daha doğrusu anlattığım hikâyelerin çapı da bir hayli genişledi. Kitapların insana, özelliklere de çocuklara, yeni dünyaların kapılarını araladığı klişe ama gerçek.

Ayrıca o zamanlar bile kitaplardaki edebi hazzı alabiliyordum. Özellikle Peter Pan’i okurken yazarın bir macera yaşatmanın yanında oyunlar yapmasından, duyguları ve felsefi fikirleri aktarmasından, karakter tahlillerinden mest olduğumu hatırlıyorum. 3-5 sayfalık okumayı öğrenme kitaplarından sonra okuduğum ilk kitaptı. O kitapları fazla hızlı bitirdiğim için bir süre oyalanayım diye almıştı annem. Aslında yaşıma göre ileriydi. Sınıfta 3-5 sayfalık kitaplarla yapılan “kim bu ay daha çok kitap okudu” yarışmasında son sıralara düşmeme sebep olmuştu. Çünkü hem kalındı hem de okurken sık sık durup düşünmem, Wendy’nin, Peter’ın ve diğer kayıp çocukların motivasyonlarını anlamaya çalışmam gerekiyordu.

Biraz uzun bir özet oldu ama kitaplarla aşağı yukarı böyle tanıştım.

Sizi en çok etkileyen yazarlar kimlerdir?

Okumayı yeni öğrenmişken J. M. Barrie’nin şiirsel anlatımından çok etkilendim. 9-10 yaşlarımda bilimkurgu/fantezi türündeki serilere kafayı takmıştım. Favorim İtalyan yazar Pierdomenico Baccalario’ydu. Hatta sık sık arkadaşım olarak hayal ederdim kendisini. Hayal gücü ve yaratıcılığından çok etkilendim. Onun kurgularından bazıları en kült yetişkin spekülatif kurgusu yazarlarıyla kapışır.

11-12 yaşlarımda yetişkin kitapları okumaya başladım. Spekülatif kurguya bu kadar bağlanmamda Metal Fırtına serisi başta olmak üzere Orkun Uçar ve Yedi Kartal Efsanesi serisi başta olmak üzere Saygın Ersin etkili oldu. Sonradan ikisiyle de tanışma şerefine eriştim. Hollywood filmlerinde görmeye alıştığım dünyaların bizim Türkiye’deki gündelik yaşamımızla da bağdaştırılabileceğini ve bundan çok güzel hikâyeler çıkabileceğini gösterdiler. Sanırım benim edebi tarzımın altında da bu bakış açısı yatıyor.

En sevdiğim yazar Neil Gaiman. Ne yazsa okurum. Favori kitabım Susanna Clarke’tan Jonathan Strange ve Bay Norrell. Ayrıca koyu bir Brandon Sanderson fanıyım. Dünya ve karakter yaratımı konusunda kimse onun eline su dökemez.

Galiba çoğu gencin siyah giyip sürekli metal veya emo müziği dinlediği bir dönem oluyor, hayatım kitaplar olduğu için bu dönem bende durmaksızın yeraltı edebiyatı okumak şeklinde tecelli etti. Chuck Palahnuik’in ele aldığı konulardan ve bu konuları ele alış biçiminden çok etkilendim. Bana sert ve vahşi durumları olağan ve sıradan bir şekilde anlatabilmeyi öğretti.

Çavdar Tarlasında Çocuklar’a bayılıyorum. Jerome David Sallinger’ın sokak dilini bu kadar edebi bir şekilde kullanmasından çok şey öğrendim. Bunu nasıl yerelleştirebileceğimi de geçtiğimiz yıllarda okuduğum Ağır Roman’dan öğrendim. Metin Kaçan’ın eserini Türk edebiyatının zirve noktalarından biri olarak görüyorum.

Spekülatif kurguya bakış açımda Nobel ödüllü Gabriel Garcia Marquez, nam-ı diğer Gabo’nun etkisi büyük. Türk kültürüyle yapmak istediğim şeyi yıllar önce Kolombiya kültürüyle yapmıştı. Ananemlerden dinlediğim hikâyeleri, babamın endişelerini, annemin öğütlerini nasıl edebiyat haline getirebileceğimi ondan öğrendim. O Kolombiya insanlarını tüm fantastik olayların içinde nasıl bu kadar gerçekçi tasvir ettiyse ben de Türk insanını yansıtabilmeyi amaçlıyorum.

Hem eserleriyle hem de birebir iletişimimizle kendimi geliştirmemi sağlayan Aşkın Güngör, Yüksel Yılmaz ve İsmail Yamanol ağabeylerimin de bu listede çok önemli bir yeri olduğunu unutmamak gerek.

Hakkında çokça yazdığım çizgi romanlarla liseye başladığımda tanıştım ve bu dünyaya bayıldım. Benim için çizgi roman dünyasında Alan Moore ismi bir efsane olarak öne çıkıyor. Watchmen’i en az on defa okumuşumdur.

Suç öykülerini çok seviyorum. Mafya dünyasının romantize edilmesinin ne kadar doğru olduğu tartışılır ama edebiyatçıların böyle bir ahlaki sorumluluğu bulunduğunu düşünmüyorum. Mario Puzo’nun, özellikle de modern bir trajedi ortaya koyduğu Baba romanı ve filmiyle beni oldukça etkilediğini söyleyebilirim. Onun arkaik bir anlatıyı sunuş biçimi, her yazar adayının incelemesi gereken bir örnek.

İdeolojisi ve kişiliği tartışmalı olsa da Hüseyin Nihal Atsız hakkı yenen bir edebiyatçı. Hem düzyazı hem de şiirdeki yeteneğine hayranım. Çok farklı janrlarda eser vermiştir: Bilimkurgu, fantezi, büyülü gerçekçilik, mizah… Ayrıca hicvi ve post-modern teknikleri en iyi kullanan yazarlarımızdan biridir.

Şiirden çok anlamam ama Ece Ayhan şiirlerini çok seviyorum. Onun dile hakimiyeti, kelimelere yüklediği anlamlar ve mantıklı akışlar yerine çağrışımları kullanması bana ilham veriyor.

Okur kimliğiniz size hayata dair neler kattı?

Bence iyi okumak iyi anlamaktır. Bu yüzden okumak beynimizi ve kişiliğimizi geliştirir. Bu da hangi işe el atıyorsak daha iyi yapmamızı sağlar. Ben akademik başarımı da bugün çevremde sevilen, fikri önemsenen bir insan olmamı da okur kimliğime bağlıyorum.

Şimdi de müsaadenizle yazar yönünüzü tanıyalım istiyoruz. Yazarlığa başlama sürecinizden biraz bahseder misiniz?

Yazar kimliğiyle okur kimliğinin birbirinden ayrılamayacağını düşündüğümden bu konuya biraz değinmiştim. Birleştirmek gerekirse, hikâyeler belki doğduğum günden beri hayatta en sevdiğim şeydi. Hep daha güzel hikâyeler dinlemek istedim, hep hikâyeler anlattım. Bunu kağıt-kalemle yapabileceğimi liseye yeni başladığımda Orkun Uçar’ın öykülerinden ve blog yazılarından öğrendim. O zamandan beri yazıyorum, yazdıkça kendimi geliştiriyorum.

Bilimkurgu edebiyatı hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Sizce bilimkurgu eserleri veren müelliflerin gündelik yaşamla kurduğu ilişki ana akımda kalem oynatan meslektaşlarına göre farklı mı?

Bilimkurgu benim en sevdiğim iki şeyi birleştiriyor, bilim ve edebiyat. Bu yüzden kişisel olarak çok seviyorum. Günümüz edebiyatında bilimkurgu ile ana akım edebiyatı ayırmanın mümkün olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bilimkurgu yazarları, bilimkurgunun yenilikçi doğası gereği post-modern tekniklerin öncülüğünü yapmıştır. Buna en güzel örnek Kurt Vonnegut’un romanlarıdır. Post-modernizm geliştikçe de William S. Burroughs gibi kalıpların dışına çıkmak isteyen yazarlar farklı janrları birleştirmeye, eserlerinde bilimkurgu temaları kullanmaya başlamışlardır. Günümüzde, internet çağında bilimkurgu yazarları kendilerini ana akımın kuramlarıyla geliştirebilmekte, ana akımın akademisyen ve eleştirmenleriyle fikir teatisinde bulunabilmektedirler. Benzer şekilde ana akım yazarları da, artık önyargılar yıkılmış olduğu için, bilimkurgu janrında kalem oynatmaktan çekinmezler.

Michael Chabon veya Jonathan Lethem gibi yazarları ana akım ya da spekülatif kurgu diye sınıflandırmak mümkün değil. Daha popüler bir örnek olarak Stephen King’i ele alalım. Kral korku, fantastik ve bilimkurgu yönüyle hatırlanıyor ama edebi yeteneği sayesinde gerçeküstü unsurlar içermeyen veya bu unsurları metafor olarak kullandığı öyküler de çok. Bu eserleri ana akım eleştirmenler tarafından da takdir ediliyor. Spekülatif kurgu üzerindeki eski önyargıdan dolayı Garcia Marquez gibi yazarların eserleri için büyülü gerçekçilik tanımı kullanılıyor. Büyülü gerçekçilik, spekülatif kurgu ile ana akım arasındaki sınırı muğlaklaştıran bir tür. Biraz daha bizim coğrafyalara yaklaşalım. Cengiz Aytmatov’un magnum opusu Gün Olur Asra Bedel’in bir bilimkurgu olarak değerlendirilmesi gerektiğini anlatan bir yazı yazmıştım yıllar önce Bilimkurgu Kulübü’nde. Ana akım yazarlardan Atsız’ın Z Vitamini isminde bir distopik bilimkurgu romanı var. Davasını, çoğu kitabındakine benzer dertleri bu sefer bilimkurguyla anlatmış. Benzer şekilde Ayn Rand da ideolojisini anlatmak için gelecekte geçen bir roman yazmış, Magnum opusu Atlas Silkindi. Anthem diye uzak gelecekte geçen de bir distopyası var. Şimdi neden Ayn Rand’ın ideolojisini anlattığı eserlere ana akım, Ursula Le Guin’in ideolojisini anlattığı Mülksüzler’e bilimkurgu diyelim? Veya Le Guin’in felsefi bir soruyu dünya yaratımı kullanarak öyküleştirdiği Omelas’ı Bırakıp Gidenler, ana akımın dışında değerlendirilebilir mi?

Altın Çağ bilimkurgu yazarlarının büyük bölümünün dil kullanımı açısından ana akım meslektaşları kadar başarılı olmadığı doğru. Onlar da bu eksiklerini dünya yaratımı gibi farklılıklarla kapattıkları için hala popülerler. Ancak Yeni Dalga ve sonrasında bilimkurgu değişti. Artık Altın Çağ tarzında eserler üretilmiyor, üretilenler de okuyucuların beklentisi farklı olduğundan unutulup gidiyor.

Bilimkurgu ve spekülatif kurgunun karakteristik özelliklerinden akıcılık ve okuyucuyu sürüklemek değeri bilinmese ana akım için de önemli özellikler. Bu konuda iki örneğim var. Shirley Jackson’ın ana akımda çok takdir edilen Piyango öyküsü, yazarın gotik fantezi geçmişi sebebiyle bu kadar vurucudur. Jackson, okuyucuyu korkutmak, şoke etmek için yazmaya alıştığından Piyango’nun sonuna giden süreci böyle başarıyla işlemiştir. Fahrenheit 451 de ciddi konular işleyen bir distopya olmasına rağmen heyecanlı, akıcı ve eğlenceli bir romandır. Ray Bradbury ucuz bilimkurgu dergilerinde deneyim kazanarak bu kadar başarılı bir dil yaratmıştır.

Sizce “iyi yazar”ın tanımı nedir?

Bence insan neredeyse her şeyi keyif almak için yapar. Okumadaki ve yazmadaki motivasyonu da budur. Bir yazar, yazdıklarıyla hem kendisine hem de okuyucuya keyif veriyorsa iyi bir yazardır. Bunun için metnin amacını gerçekleştirmesi ve bu sırada okuyucuya edebi zevk vererek zihinsel haz yaşatması gerekir. Yazar okuyucuyu güldürmek, hüzünlendirmek, heyecanlandırmak veya boğmak isteyebilir. Okuyucu metni okurken sıkılıyorsa, ayağa kalkıp yürüme ihtiyacı duyuyorsa ama sonunda o metnin başına geri dönüyorsa da okumaktan keyif alıyordur. Yazar okuyucuyu boğmak istemiş ve o sıkılma hissini yaratarak amacına ulaşmıştır. Ancak okuyucuyu güldürmesi veya hüzünlendirmesi gereken bir metin okuyucuyu sıkıyorsa okuyucu o metnin başına dönmez.

Yazmakla ilgili herhangi bir metodunuz var mı? (Belirli saatlerde yazma ya da gündelik kelime hedefleri v.b.)

Yazmak hayatımın merkezinde bulunuyor. Okuldan, işlerden ve diğer şeylerden her fırsat bulduğumda bilgisayarın başına oturup yazıyorum. Yazma eylemi beni mutlu ediyor.

Bilimkurgu yazarı olarak, bilimkurgu edebiyatı hakkında düşünceleriniz nelerdir? Sizce “İyi bilimkurgu iyi edebiyattır” sözü ne anlam ifade ediyor?

Bence de iyi bilimkurgu iyi edebiyattır. Bilimkurgu eserinden beklenen dili iyi kullanması ve bilimsel yöntemleri kullanarak “what if” (ya öyle olsaydı) sorusuna yaratıcı cevaplar getirmesidir. Edebi lezzet, hem biçimin hem de içeriğin başarısından doğar. İkisinden birinin eksikliği, diğerindeki ustalıkla telafi edilebilir. Yani bir eser bilimkurgu perspektifinden çok yaratıcı fikirleri vasat bir üslupla anlatsa bile okuyucuya zihinsel haz yaşatabilir.

maskeler ve yalanlar

Yerli bilimkurgu edebiyatına Maskeler ve Yalanlar isimli kıymetli bir eser kazandırdınız. Eserinizin ilham kaynakları ile konu edindiği meselelerden söz eder misiniz?

Maskeler ve Yalanlar bir mozaik roman. Yani aynı kurmaca evrende geçen ve birbirleriyle bağlantılı öykülerden oluşuyor. Bu öykülerde günümüze uzanan bir Türkiye panoraması çizmek istedim. Bizi, insanımızın, dertlerimizi, siyasi tarihimizi, kavgalarımızı, barışlarımızı, savaşlarımızı anlattım. Bunu da eğlenceli bir üslupla, çok sevdiğim süper kahraman çizgi romanlarına pastiş karakterler yaratarak yaptım.

Sitemizden Varlık Ergen, kaleme aldığı çok değerli incelemede kitabımı, sıradanlaşan süper kahramanların öyküsü olarak yorumladı. Bu hem çok hoşuma gitti hem de çok doğru bir tespit. Çünkü Maskeler ve Yalanlar, bürokrasinin çarkları arasında ezilen, ülkemiz koşullarında hayatta kalmaya çalışan olağanüstü adam ve kadınların öyküsü.

Kitapta genel olarak Seksen Darbesi ve Gazi Mahallesi Olayları gibi gerçek olayları anlattım. Çünkü hep derim, o kadar fantastik bir ülkede yaşıyoruz ki daha gerçek dışı hikâyeler uydurmamıza gerek yok.

Büyümek ve paranoya, kitapta en çok öne çıkan temalar. Çünkü büyüme öykülerini ve (gerçek olmasalar bile) komplo teorilerini seviyorum. Ayrıca zaten bu iki temanın kolay kolay birbirinden ayrılacağını sanmıyorum. Kendi ergenliğinizi, büyüme sancılarınızı ve etrafınızı saran paranoya sarmalını hatırlayın. Üniversite sınavında ne yapacağım? Hangi mesleği seçeceğim? Ailem beni seviyor mu? Falanca kız/oğlan benden hoşlanır mı? Şimdi buna hükumet komploları ve süper güçlerin getirdiği süper sorumlulukları ekleyin. İşte Maskeler ve Yalanlar aşağı yukarı öyle bir kitap.

Bloodborne çizgi roman serisini Eksik Parça Yayınları adına Türkçeye kazandırarak önemli bir başka çalışmada daha bulundun. Çeviri süreci ve eserin içeriği hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Daha önce de kendi çapımda makale ve çizgi romanlar tercüme etmiştim ama Eksik Parça gibi büyük bir yayınevi için çeviri yapmak daha profesyonel düşünmeyi gerektiriyor. Hızlı ancak zor bir çeviri süreci olduğunu söyleyebilirim. Bloodborne çizgi romanları, oyunda olduğu gibi hikâyeyi size doğrudan anlatmak yerine hissettirmeyi, neredeyse her şeyin ucunu açık bırakmayı seçiyor. Bu yüzden çevirdiğim her cümlenin üzerine uzun uzun düşünüp ne anlatılmak istenmiş olabileceğini bulmam gerekti. Ayrıca orta çağ havası veren tuhaf bir dil kullanılmış, bunu yerelleştirmek de kolay olmadı. Yine de Piotr Kowalski’nin mükemmel çizimleri ve Ales Kot’un sürükleyici anlatımı sayesinde keyifli bir serüven yaşadım. Zaten Bloodborne’un atmosferini çok sevdiğimden işe gerçekten heyecanla başlamıştım. Ben lisedeyken, çizgi roman okumaya yeni yeni başladığım sıralarda, dilimize kazandırılan çizgi romanlar oldukça kısıtlıydı ve çoğunu ana akım DC-Marvel serileri oluşturuyordu. Şu anda raflarda çeşit çeşit çizgi roman görmek, hatta büyük kitapçılarda ‘çok satan çizgi romanlar’ ya da ‘yeni çıkan çizgi romanlar’ gibi kategoriler bulunması beni mutlu oluyor. Yalnızca birkaç yılda ülkemizdeki çizgi roman yayıncılığı büyük yol kat etti. Bu ve bundan sonraki çalışmalarla ben de sektöre katkıda bulunacağım için mutluyum. Özellikle süper kahraman harici serilerin yaygınlaşmasının ülkemiz edebiyatı için önemli olduğunu düşünüyorum.

Yeni çalışmalar var mı? Varsa bahsetmek ister misiniz?

Şu ara bol bol motor sürüyorum ve motorlarla ilgili bir kitap yazıyorum. Aslında Maskeler ve Yalanlar’a benziyor. Yine bir alternatif tarih mozaik romanı ancak bu sefer süper kahramanlar yerine motorcular var. Aradan geçen iki senede kendimi geliştirdiğimi ve daha başarılı bir eser ortaya koyacağımı düşünüyorum. Aynı öyküyü, ülkemizin öyküsünü, başka bir evrende süper kahramanlar yerine yanlış anlaşılmış kötü adamların gözünden okuduğumuzu düşünebilirsiniz. Benzer konuları bu sefer daha stilize ele almayı hedefliyorum. Yine seksen darbesi, yine büyümek, komplo teorileri ve savaşmak/savaşçılık temalarını göreceksiniz. Maskeler ve Yalanlar’da şöyle bir dokunduğum maskülenite ve maskülenitenin kırılganlığı konusuna daha çok eğildim. Maskeler ve Yalanlar’da fazla arabesk olmaktan korkmuştum ve Avrupai bir romantik bakış açısı takınmıştım. Bu sefer arabeski Avrupa romantizminin yerli karşılığı olarak kullanıyorum. Biraz riskli bir tutum, umarım olumlu geri dönüşlerle karşılaşırım. Okuyucunun fikirlerine önem veriyorum. Kitabın tamamladığım kadarını birkaç kişiye okuttum ve güzel yorumlar aldım, bu yüzden motivasyonum yüksek.

Motorcularla bir spekülatif kurgu öyküsü anlatmak, süper kahramanlardan daha orijinal bir fikir. Daha farklı, daha acayip, daha tuhaf bir dünya ortaya koymayı amaçlıyorum. Şimdiye kadar, yetmişlerde Afganistan benzeri bir ülkeye savaşmaya giden bir motor çetesi hakkında bir büyüme öyküsü yazdım. Şu anda da Celal Bayar’ı cumhurbaşkanı yapıp Türkiye’yi Nazilerin yanında İkinci Dünya Savaşı’na sokmaya çalışan gizli bir örgütle mücadele eden genç bir motorcuyla ilgili 10 Kasım 1938’te başlayan bir hikâye yazıyorum. Bu dünyada her şey mümkün, ihtimaller sonsuz.

Son olarak okurlarımıza söylemek yahut eklemek istediğiniz şey var mı?

Evet, Ece Ayhan’dan bir alıntı eklemek istiyorum.

Duyduk ki, bir daha

Kuş getirmek sınıfa

İntihar olmuş cezası

Hal ve gidişat tüzüğünde

Biz kuşları tutmuyoruz ki

Kapıda koyveriyoruz

Dönüp onlar ceplerimize giriyorlar

N’apalım?

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

korku bilimkurgu muzik

Derin Uzaydan Derin Korkulara Müzikal Yankılar

Sinema salonunda gerilimli bir sahne izlerken ansızın yükselen tiz keman sesleri sizi yerinizden sıçratıyorsa bunun …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin