Merhabalar. Öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Sizi tanıyabilir miyiz?
Ben teşekkür ederim. Tabii neden olmasın? İstanbul’a özlem duyan birisiydim. Doğduğum şehir bir süre beni besledi, büyüttü. Orası Giresun. Karadeniz’in şirin bir şehri. Denizle güzelleşen, yeşilliğiyle insanı büyüleyen bir yer. Ama yetersizdi benim için. En kötü tarafı artık 90’lardan sonra tutuculuğun, her yerde olduğu gibi yobazlığın artarak devam ettiği bir yer olmaya başlamasıydı. Oysaki cıvıl cıvıl bir yerdi. Her yer gibi insan kalitesinin düşmesiyle bozulan bir şehre dönüştü. Neyse… Marmara Üniversitesi’nde İşletme okudum. Abimle kalıyordum, o da bir televizyonda çalışıyordu. Fındıkzade’de kalıyorduk, her fırsatta Taksim’e çıkıyorduk. İstiklal Caddesi’nde yürümek en büyük zevkimdi. Bir sürü yeni çıkan müzikleri yolda yürürken dinlerdiniz. En iyi şarkılar sizi yakalardı bir köşe başında. Kitapçılara girip yeni çıkan kitapları kurcalar, almadan çıkmazdım. Sonra bir sinema deneyimi — o bazen küf kokan, gıcırtılı oturaklarıyla efsane sinema salonlarında — yaşardık. Unutamadığım anılar yaşadım. Her zaman tüter burnumda. Hep özlerim.
Bir dünya şehrinde, bir imparatorluk şehrinde, bir kültür sanat şehrinde yaşamanın mutluluğu sarardı beni. Ve şiirler yazardım. Sürekli âşık olurdum. Tabii bütün bu anlattığım şeyler beni iyice besledi. O zamanlar ne güzel kültürel aktiviteler olurdu. Tarık Zafer Tunaya bile tek başına bir efsaneydi. Bir sürü yazarı, sanatçıyı tanıma fırsatımız olurdu. Konuşurduk onlarla. Ee tabii etkilenmemek mümkün değildi. Benim en büyük iştiyakım hep sanat, kitap üzerine olmuştur. Kendimi adamak istediğim tek şey buydu. Tabii çalışmak, para kazanmak gerekiyordu. Çalışmaya başladım ve kazandıklarımla sürekli kitap aldım, yedim, içtim. İyi ki yapmışım. Farklı bir alanda çalışıp kültürel yaşamın kodlarını çözmek için uğraştım. Atölyelere, kurslara gitmeye başladım. Bazı insanlarla tanıştım, hepsi okuyan çocuklardı. Yazarlar, çizerler… Ve bu hayat beni yavaş yavaş içine çekti. Sonra gerçekten birden yayın dünyasının içinde buldum kendimi. Bir taraftan ticari işler yaparken, özel bir firmada çalışırken diğer taraftan kitap hatta dergi çıkartan biri oldum. Çok güzel deneyimlerdi, ekonomik koşullar bu kadar bozulmasa daha da güzel deneyimler kısa sürede yaşanabilecek seviyeye gelmişti. Sonrası malum, pandemi üzerine tuz biber döktü. Ülkece yaşadığımız bütün sıkıntılara rağmen devam eden güzel bir süreç var. Yayın hayatımız devam ediyor, ne mutlu bana.
İlk olarak yazarlığınızdan konuşmak istiyoruz. Çok yönlü bir kişiliğe sahip olduğunuzu görüyoruz. Roman, öykü, şiir, deneme türlerinde kitaplarınız var. Bu kadar geniş bir yelpazede kalem oynatmak zor olmadı mı? Deneyimlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Öncelikle bu soru için teşekkürler. Ben uzak diyarlardan gelmiş biriyim. Yani öyle hissediyorum. Bu ülkeye hem ait hem değilim. Yani hem bir yerliyim hem de değilim. Hiçbir yere ait olmayarak ama bir yerliymiş gibi hissederek yaşıyorum. Hayat zor falan gibi bir klişeye sığınacak değilim. Zaten zorsa herkes için zor. O yüzden sıkılsak da bunalsak da yaşamak benim için büyük bir zevk. Zevk olduğu için de en zevk veren şeylerin peşine düştüm. Düşün peşine! Yazmanın, okumanın peşine! Hayatımı her ne yaparsam yapayım bu minvalde yaşamaya çalıştım. Kitaplar, düşünceler, Ustaların ayak izleri.. Beni bu dünyada ilgilendiren şeyler bunlar. Roman, öykü, şiir, deneme, felsefi yazılar hatta bir dönem ne bulursam okurdum. Dergileri de çok severdim. Her zaman kitabın meftunu olmuşumdur. Aslında hayat benim için okumak ve yazmaktan ibarettir diyebilirim. Bu arada ticari faaliyetlerim var, onlar da hayatın başka yönü ve bana birçok fikir, tecrübe kazandırdılar. İster istemez birçok kulvarda hayatın içinde olmaya çalışıyorum. Bu yüzden de yazma konusunda sadece bir türle sınırlayamıyorum kendimi.
Peki, edebiyatın hangi dalında kalem oynatırken kendinizi daha rahat, daha özgür hissediyorsunuz?
Şiir ve öykü. Ahh. Çok severim. Çok şiirim var. Birilerinden etkilenip yazdıklarım da var, tam tersine içime doğup döktürdüklerim de. Ben dünyanın, yani insanın sorunlarıyla ilgilenen bir insanım. Ne yaparsam yapayım bundan kaçamam. Kirlilik, savaşlar, alçaklıklar hepsi beni rahatsız ediyor. Ne yapalım. Yazıyorum. Yazmadan ve okumadan nasıl katlanılır ki bu alçak dünyaya. Roman yazmak için de çabalıyorum. Bir tane yayımlandı; Dönüşsüzlük, diye. Biraz beni de anlatan bir hikâye idi. Onu üç kitap olarak düşünmüştüm. Birincisi yayımlandı ama diğer ikisi için henüz bir tarih vermek zor. Çünkü roman yazmak zor. Öyküler için de söyleyecek çok şey var. Öykü yazmayı çok seviyorum aslında. Muhteşem bir tür. Keşke bir Raymond Carver ya da John Cheever gibi yazabilsem. Amerikan yazarları bence çok farklı, ne derseniz deyin, isterseniz küfredin ama seviyorum, saygı duyuyorum. Beni bir taraftan da öykü yazmaya sevkeden Semih Gümüş Hocam’dır. Kendisini çok severim. Kısa öykünün tadını, önemini onun sayesinde kavradım. Ereksiyonist, Kadınlar öykü kitaplarım yayımlandı. Ereksiyonist adlı kitabımdaki “Siyah Poşet” adlı öyküm Notos Edebiyat dergisinin 55. sayısında çıkmıştı. Güzel, mutlu olduğum bir andı. Daha sonra başka öykülerim yine Karaköy Mono, Duygu Çağı gibi edebiyat, kültür, sanat dergilerinde çıktı.
Yazarlığın yanı sıra, Paris Yayınları’nın Genel Yayın Yönetmenliğini yapıyorsunuz. Paris Yayınları’ndan bahseder misiniz?
Paris Yayınları benim, belki de hayatımın varoluş amacı. Ayrıca bu işe hizmet etmek onur verici. Yazmaktan nasıl vazgeçmek imkânsızsa bu işin içinde olmak da benim için o kadar önemli. Paris Yayınları aslında bir coşkunun eseridir. Hatta her şey tepetaklak giderken aniden hayatıma girmiş bir projedir. O Taksim’in -güzel, yaşanılabilir, Arapsız- her metrekaresini arşınlarken tanıştığımız, konuştuğumuz, yerli-yersiz, yazar, çizer, okur, mutlu-mutsuz insanların verdiği heyecanın bir ürünüdür. Her sahaf, her kitapçı, her söyleşi… Bir yerden sonra kendini inşa etmiş bir yapıdır…
Hem yazarlık hem de Genel Yayın Yönetmenliği yapıyorsunuz. Bu iki özelliğiniz birbirinden rol çalıyor mu? Denge kurmakta zorlandığınız zamanlar olmuyor mu?
Aslında birbirini besleyen bir durum var. Ben Genel Yayın Yönetmenliği dolayısıyla yayın dünyasıyla ilgili birçok gelişmenin doğrudan habercisi oluyorum. Yeni metinler, fuarlar, toplantılar… Aslında birçok oluşumun tam içinde olmakla çok daha avantajlı bir durum yaşıyorum. Kim ne yapıyor, nerde ne oluyor hemen haberiniz oluyor. Yazarken acaba dediğiniz bir durumda, zaten sektörün ilerleyişini takip ettiğiniz için içiniz daha rahat oluyor.
İtalya’da Futurchia başlığıyla çıkan Bilimkurgu Öykü Seçkisi ‘Karanlık Şafaklar’, Paris Yayınları sayesinde Türk okurlarıyla buluşacak. ‘Karanlık Şafaklar’ ve bilimkurgu edebiyatı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aslında Karanlık Şafaklar İtalya’da yayımlanan seçkinin tıpatıp aynısı değil; elden geçirilmiş, geliştirilmiş versiyonu. İçinde daha fazla öykü var. Bu kitabın bazı yazarlarını tanıyorum. İşin Türkçesi iyi olacak. Türk okurlarının bu kaliteli öykülerden mahrum kalmasını istemezdik. Bilimkurgu hayatımız için çok önemli çünkü. Birçok gelişmenin temelinde hayaller, bazen bu da olmaz dediğimiz şeyler vardır. Kendimizi başka diyarlara, farklı türlerle ilişkilerin ne getireceğine açmamız gerekiyor. Bence bizi cesaretlendiren de bu tarz öykülerdir. O yüzden hepimizin bu öykülere şevkle ulaşmamız, okumamız, düşünce dünyamıza katmamız gerekir.
Paris Yayınları bilimkurgu türünde eserler yayımlamaya devam edecek mi? Sizin bilimkurguyla aranız nasıl? Kendinizi bir bilimkurgu okuru olarak görüyor musunuz?
Evet, etmesini istiyorum. Bu alanda daha önce ilk kez Türkçeye çevrilmiş bir kitabımız var, Lesabendio Bir Asteroit romanı adıyla, Paul Scheebart’ın. Birçok önemli isme ilham olmuş bir kitap, özellikle de Walter Benjamin gibi düşünürlere. Daha sonra bu türde başka kitap yayımlamasak da şimdi yavaş yavaş başlıyoruz. Ben kitap okumayı çok sevdiğim için okurken tür ayrımı yapmam, önemli olan eserin içeriği, niteliği. İlk bilimkurgu okumalarım Isaac Asimov ile başlamıştır. Phlip K. Dick gibi yazarları da okumaya çalıştım. Benim için sadece kitaplar değil tabii ki bilimkurgu… sinema filmleri, dizi filmler de çok ilgimi çekti ve izlemeye çalıştım. Özellikle bir bilimkurgu okuyucusu olamadım belki ama hep ilgimi çekmiştir.
Bir yazar olarak yeni kitaplarınız okurla mutlaka buluşacaktır. Yeni projelerinizden bahsetmek ister misiniz?
Üzerinde çalıştığım bir sürü proje var. İki tane roman var öncelikle. Bir tanesi bitmiş de sayılabilir. Onun konusu bir bilimkurgu olmasa da doğa üstü güçlerin hayata bir müdahelesi diyebileceğimiz ironik bir metin. Oldukça eğlenceli bir taraftan. Ama çokça düşündürücü. Romanın insanı sarması önemli. Hikâyenin içinde hissetmelisiniz kendinizi. O zaman yaşanılan, her okur için de bir serüvene dönüşmüş oluyor. Ve alın size bir hayat tecrübesi. Bu arada bilgi bana göre kesinlikle duygularda gizlidir. Onu yakalayan bir şeyleri de değiştirir. Roman bunu başarabilecek en önemli türlerden biridir. İlki tabii ki şiirdir! Sonra aşkın onulmazlığına, insanı kendinden geçiren çaresizliğine, mutluluğu solda bırakan çabalarına dair, aslında kara sevda boyutunun biraz daha ötesi, varlıkla yokluk çilesini yaşatan bir olguya dikkat çeken öykü ya da, yazmaya/sonlandırmaya çabaladığım bir romandan bahsedebilirim. Oldukça yoğun bir kitap olacak. Allah bana sabır verirse ortaya çarpıcı bir şey çıkacaktır. Kısa öyküler yazmaya da devam ediyorum tabii ki. Ben insan odaklıyım, yani onun çıkmazları, aşkı, seksi, suçluluğu, mantıksız görülen hareketleri, çok acı çeken ama hayatın farkında olan, zevkleri asla es geçmeyen tutumları, yani delicesine hayat diyen taraflarını anlatmaya çalıştığım… Bakın asıl söylemeye çalıştığım yazmanın sonsuz imkânları. Biz Türkler de güzel, etkili, acıtan ya da kanırtan şeyler yazabiliriz. Yabancı ustalara ne kadar çok saygı duysak da bize de bir iş düşüyor. Yaratıcı yanımızı ortaya çıkartabiliriz. Korkmadan yazmak önemli, utanmadan yazmak. Hayatta her şey oluyor, ve işin içine hayal de girince, bütün bunların yazma ustalığıyla buluşmasıyla hakikaten iş değişiyor… Umarım anlatabiliyorumdur. Bir de şiirlerim çok birikti, onları toparlayıp kitaplaştırmak istiyorum. Güzel, tarihsel belki, kalın bir eser ortaya çıkabilir; aşk, çılgınlık ve isyan temalı…
Paris Yayınları’nın çıkaracağı yeni kitapları da öğrenmek isteriz. Yayınevinin sizi heyecanlandıran yeni kitaplarını anlatır mısınız?
Aslında çok kitap var. Maalesef pandemi mendeburu bazı şeyleri öteledi. Bizi ve birçok sektörü etkiledi. Bizim yayın skalamız oldukça geniş. Edebiyattan felsefeye, şiirden inceleme eserlere kadar yayımlanmayı bekleyen bir sürü kitap var. Maliyetler oldukça arttığı için bir çoğunu öteledik, üzülerek vazgeçtiklerimiz oldu, yani insanın lanet olsun böyle düzene diyesi geliyor (yakında düzelecek ama bu konuda iyimserim, az kaldı). Ayrıca bilimsel konuları da edebi inceliklerle anlatan güzel kitaplarımız var. Kanada’dan, Yunanistan’dan ödül almış edebiyat eserleri… Hollanda ve İtalya’dan fantastik maceralar… Belki çocuk kitapları bile gelebilir peşi sıra. Hayat işte bir sürü mucizeye gebe. Bilimkurgu devam edecektir bu arada. Her şey bu güzel ülke için, kimse bunu unutmasın.
Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Bir şeyler eklemek ister misiniz?
Ben teşekkür ederim. Umarım bu söyleşi okunur. Biraz zihin açsın isterim. İnsanlar azıcık silkelenmeli. Bu arada sosyal platformların artık faydadan ziyade zarar vermeye başladığını düşünüyorum. Bence böyle giderse farklı türlere dönüşeceğiz. Yeni bir başparmak sendromu yaşayabiliriz (önceden iyi gelmiş insanlığa, ama bundan sonrasına kim ne diyebilir:) Çünkü kullandığımız bir alet değil bence. Bir oyuncak ve zihinler ona göre şekilleniyor. Bir süre sonra bütün alışkanlıklarımız ve zevklerimiz değişebilir. Yani yeni bir tür oluşur, biz görelim görmeyelim insanoğlu dediğimiz şey ortadan kalkar ama neye dönüşür bilemem:) Acaba bilimkurgunun alanına mı girdim. Hahahahha…
Ben buraya çok şey yazabilirim, o yüzden burada keselim. Herkese iyi günler.
Saygılar ve sevgiler.
Hazırlayan: Ruhşen Doğan Nar