Öncelikle röportaj için teşekkür ederiz. Bize biraz kendinizden ve bilimkurgu ile olan ilişkinizden bahseder misiniz?
Bilimkurgu hayranlarının arasında olmaktan her zaman mutluluk duymuşumdur. Bu fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim. Kendimden bahsedecek olursam, şimdilerde emekliyim. Yaşımı az çok tahmin etmişsinizdir. 70’li yıllarda, televizyon dizisi Uzay Yolu‘nun yani Star Trek‘in delisiydim. Beş ya da altı yaşımdayken gece yatağıma yattığımda, yatağımın bir uzay gemisi gibi uzay yolculuğuna çıkacağını hayal ederdim… Kendimi bildim bileli uzaylıların varlığına inanmışımdır. Bence zaten aksi düşünülemez… Uzay benim için korkutucu bir boşluk değil, aksine evimin kapısındaki bir oyun bahçesi gibi. Uzaylıları da günün birinde Dünya’yı istila edecek korku verici yaratıklar olarak görmüyorum, bilakis çok gelişmiş bir medeniyetin canlıları olarak düşünüyorum, böyle algılıyorum. Her şeyden önemlisi, mantığım böyle söylüyor… Beni bilimkurgu yazmaya yönelten de bu fikir yapım oldu zannederim. Kişisel web sitemde bilimkurgu yolculuğumu daha detaylı anlattım. Merak edenler oraya da bakabilir.
Peki kitaplarla nasıl tanıştınız?
Klasik bir cevap olacak ama kitaplarla okulda tanıştım. Çocukluğumda hatta delikanlılık yıllarımda dahi çok kitap okuyan biri değildim. Hatta okumayı sevmezdim. Okuldaki ezberci ve baskıcı eğitim sistemi sebebiyle olsa gerek… Kitap sevgisi sonradan oluştu ve kısa sürede bir aşka dönüştü. Şimdilerde, evde kitaplarımı koyacak yer bulamıyorum.
Yazarlığa başlama süreciniz ne şekilde gelişti?
Yayımcılıkla tanışmam bir tercüme işi vasıtasıyla oldu. Sonradan bir spor kitabım da yayımlandı. Bu kitap, bir dönem “bireysel kuvvet sporlarına” çalışanların başucu eseriydi. Şimdi piyasada yok, ama pek yakında yeniden yayımlanacak…
20’li yaşlarımın ortasından itibaren çok okumaya başlamıştım. Seneler içinde bir birikim oluştu sanırım. Ayrıca, gazetelerdeki köşe yazarlarına da daima hayranlık duymuşumdur. Bu birikim ve hayranlık, zaman içinde beni bir şeyler yazmaya itti. Öyle sanıyorum ki zihnimin içinde köklü bir dönüşüm oluştu.
Bilimkurgu edebiyatımıza “Büyük Sır”, “Samaomeda”, “Yörünge”, “Tufan” gibi ilginç eserler kazandırdınız. Eserlerinizin ilham kaynakları ile konu edindiği meselelerden söz edebilir misiniz?
Tufan adlı kitabımı bundan on beş ya da yirmi sene kadar önce, on gün gibi bir sürede kaleme aldım. Tüm kitap bir anda gözümün önünde canlandı ve yazdım. Bu kitapta, “yeni ve evvelce bilinmeyen virüslerin ortaya çıkacağı” öngörüsünde bulundum mesela. Ve bir süre sonra da COVİD salgını ortaya çıktı… Tarihteki “Tufan” olayını, araştırmacılar hep maddesel bir olay olarak düşünüp açıklamaya çalışıyor. Tufan, aslında bir mecazdır. Yani mecazi bir anlamı vardır. Yoksa “Ağrı Dağı” hikâyesi veya “gemi efsanesi” gibi şeyler gerçeği tam manasıyla yansıtmıyor.
Bilimkurgu yazarı olmak isteyenler ne yapmalı, nelere dikkat etmeli? Bu işin iyisi olmak için bir sır var mı?
Diğer her türlü konuda olduğu gibi daima farklı bir şeyler yapmak, farklı konseptler yakalamak gerekiyor. Alışılagelmiş olanın hudutları içinde kalırsanız sıradanlığın ötesine geçemezsiniz. Uzay Yolu yahut Yıldız Savaşları gibi bilimkurgu konseptleri, evet, ilginçti. Ama bu konseptler artık geçmişte kaldı ve eskidi. “Dünyamızı istilaya gelen uzaylılar” konsepti bana saçma geliyor mesela… İşleri güçleri yok da kendi huzurlu, barış dolu gezegenlerini bırakıp buradaki çevre kirliliğine, savaş ve terör ortamına mı gelecekler?
Aslına bakacak olursanız, herhangi bir insanın, ister Dünyalı olsun ister Dünya dışı olsun, üzerine doğduğu gezegenden başka bir yerde yaşamına devam etmesi kolay değil. Çünkü basit bir anlatım ile kainattaki “yaşam enerjisi” sistemi buna uygun değil. Örneğin bizler, denizin dibine inip ömrümüzün kalanını orada geçirebilir miyiz? Yahut Everest’in tepesinde aylarca, yıllarca yaşayabilir miyiz? Bu imkânsız, çünkü gezegenimizdeki “yaşam sistemi” buna izin vermiyor. Everest’in tepesinde de okyanusun derinliklerinde de sadece kısa bir süre kalabiliyor ve sonrasında da alıştığımız ortama geri dönme mecburiyeti hissediyoruz… Kısacası, “uzaylı istilası” gibi şeyler Hollywood saçmalığından başka bir şey değil. Vali adlı kitabımda bu konsepti konu edindim mesela, öneririm.
Yazmakla ilgili herhangi bir metodunuz var mı?
Bazen tüm roman ve kurgu birkaç saniye içinde gözümün önünde canlanıveriyor. Tufan yahut Yörünge kitaplarımda böyle oldu örneğin… Sonra da yapmam gereken yegane şey, oturup hızlı hızlı yazmak oluyor… Âdeta fikir istilasına uğruyorum… Kafamın içinde kitabı son satırına kadar planlamadıkça da yazmaya başlamıyorum.
Sizce “iyi yazar”ın tanımı nedir?
Yazar dediğiniz kişi aslında bir mütercimdir. Karmaşık ve “sıkıştırılmış” bir formülü olan, hakikati anlaşılır lisana dönüştüren bir yazı-insanı… Basitçe, tercüme eder yani… Hakikat daima kendini saklar. Hem de ne saklamak! Ama aynı zamanda da arzu içinde fark edilmeyi bekler ve ister.
Bu anlamda hakiki yazı-insanı daima farklı konseptleri gündeme getirebilen kişidir. Kimin en iyi olduğu ise ancak döneminden birkaç yüzyıl sonra anlaşılır. Bu, yazı işi ile uğraşan kişinin şanssızlığıdır da aslında… Yani saltanatı ancak öldükten çok sonra başlar…
Sizi en çok etkileyen yazarlar kimler oldu?
Alvin Toffler, J. D. Salinger, Jack Kerouac takdir ettiğim yabancı yazarlar arasında.
Türkiye’de bilimkurgunun gelişimini nasıl görüyorsunuz?
Türk yazarlar da günü gelince dünyaca çok okunur ve tanınır olacaktır. Ama bunun için farklı konseptleri, üzerinde evvelce kimsenin hiç düşünmemiş olduğu şeyleri çok farklı bir üslupla kaleme almamız gerekiyor.
Çıkınınızda neler var? Gelecekteki projelerinize dair ipuçları verebilir misiniz?
Zihnimin içinde sıraya konmuş bazı senaryolar var. Fırsat olursa bunları da kurgulaştırıp yayımlamayı düşünüyorum. Ama önce birkaç iyi spor kitabı yayımlayacağım… Yani özetle, en az beş-on senelik programım tamamen dolu diyebilirim…
Röportaj için teşekkür ederiz. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Asıl ben teşekkür ederim. Edebiyata, evrenin gizemlerine ve tabii ki bilimkurguya meraklı tüm dostlara sevgilerimi yolluyorum. Doğru yoldayız, aynen devam…