Chen-Qiufan

Kalabalıklarda Duyarlı Kalmak: Chen Qiufan ile Bir Sohbet

Chen Qiufan’ı (namı diğer Stanley Chan) ilk kez 2012’deki Chicon 7’de gördüm: Koşuşturan insanlarla dolu otel lobisinin orta yerinde öylece durmuş, coşkun bir denizdeki metanetli resifler gibi kimsenin göremediği örüntüleri görüyormuşçasına sakince etrafını saran hengameyi gözlemliyordu. Kalabalıklardan ayrışmak, Stan’in kariyerinde ve yaşamında tekrar eden bir tema. Neredeyse bütün Çinli yazarlar yemekten sonra tüttürse de o sigara içmiyor. Pekin Üniversitesi Çin Edebiyatı ve Sinema Çalışmaları bölümünden dereceyle mezun olsa da, teknoloji sektöründe kariyer yapmayı seçerek önce Google, sonra da Baidu için çalıştı. Shantou’da, Çin’in güney kıyısındaki küçük bir şehirde büyüse de, yuvası binlerce kilometre uzaktaki Pekin oldu. Haliyle günlük konuşma dili de Teochew ve Kanton Lehçesinin ardından kendi üçüncü dili olan Mandarin.

Farklı olmak, belki de Stan’in çevresindeki dünyanın gizli örüntülerine karşı fevkalade duyarlı olmasını sağladı, ileri teknoloji dünyasının rekabetçi değirmeninde ezilmeden bir parçası olabilmesine olanak verdi. Yazar arkadaşları, hayranları, teknoloji patronları ya da güçlü yapımcılar, kimlerin arasında olursa olsun herkesi çaba göstermeksizin etkilemeyi başarıyor. Zarif, görgülü ve bilgili biri olarak, kurguları gibi eşsiz, iğneleyici nüktedanlığı ve muzip şakalaşmalarıyla ortamlarda sohbetlerin akışını canlandırıyor. Çin’in 1980’den sonra doğan BK yazarları arasında başı çeken bir figür olarak geniş kitlelerce tanınan Stan, Çin’deki türe yönelik ödüllerin her birini kazandı, hem de birden fazla kez. Hikâyelerinin çoğu, Çin perspektifinden görünen küreselleşmiş bir dünyanın kaygılarıyla yoğrulmuş siberpunk bir estetik içeriyor. Kendisi ayrıca Çin’in yabancı dillere çevrilen ilk BK yazarları arasında ve çoğu için ilk Çinli yazar olarak F&SF, Clarkesworld, Interzone ve Lightspeed gibi yayımlarda yer aldı.

“Record of the Cave of Ningchuan”, zeminde, evrenin geometrisini açığa çıkaran bir deliği tarif ediyor. Bu, Klasik Çincede yazılmış bir BK metni; anadili İngilizce olan çağdaş bir yazarın Chaucer diliyle bir BK öyküsü yazmasına benzetiyorum bunu. Henüz üniversiteden yeni mezun olmuşken basılan öykün Tayvan’ın Dragon Fantezi Ödülü’nü kazandı. Böyle bir şey yapma fikri nereden geldi aklına? Karşı karşıya kaldığın zorluklar nelerdi ve bunları nasıl aştın?

Genç yaşlardan itibaren, doğaüstü klasik Çin edebiyatından keyif aldım; mesela Liaozhai Zhiyi [“Bir Çin Stüdyosundan Tuhaf Hikâyeler” 17. yy], Soushenji [“Doğaüstünün Arayışında”, 4. yy] ve Youyang Zazu [“Youyang’den Muhtelif Parçalar”]. Kendimi ruhların ve hayaletlerin sıklıkla insan biçimi aldığı ve sıradan adamların ve kadınların yaşamlarına girerek fantastik hikâyelere sebep olduğu büyülü gerçekçiliğin kadim dünyasına kaptırmıştım.

Bu hikâyeler Klasik Çincede yazılmış oldukları için, özlü ve çağrışımcı deyişler, okuyucunun sınırsız hayal gücünün dolduracağı birçok boşluk bırakıyordu. İnternet çağında, diye düşündüm, Klasik Çince spekülatif bir masal yazsam çok havalı olmaz mıydı? Aynı zamanda, hikâyenin içinde sonsuz bir yineleme dünyası betimleyerek Ted Chiang’ın “Babil Kulesi”ne saygılarımı sunmak istedim.

Karşılaştığım en büyük zorluk dilseldi. Eğer kendimi katı bir şekilde hakiki Klasik Çinceyle kısıtlarsam, ortalama bir okuru zora sokacaktım ve büyük bir kısmı okuyamayacaktı. Sonunda Klasik Çinceyi Modern Çinceden bazı parçalarla karıştırdığım bir melezde karar kıldım, böylece klasiğin lütfunu korurken lisedeki Standart Klasik Çince eğitimini almış çoğu okur için de okunabilir bir metin olmuş oldu.

Bir başka zorluk da, her bir bölüm için farklı bir bakış açısı kullanmam oldu; bir bölüm tanığın ifadesi biçiminde yazılmışken, diğeri eyaletin resmi kayıtlarından bir alıntıydı, bir başkasıysa gezgin bir hikâye anlatıcısının performansının nüshasıydı. Her bölümde uygun bir bakış açısıyla anlatımı ilerletmek enteresan bir deneyimdi. Süreçten gerçekten keyif aldım.

Kanton Lehçesi, Mandarin ve İngilizcede olduğu kadar, yerel Shantou topolektinde (Teochew) de akıcı konuşuyorsun. Ama öykülerinin çoğunluğu Modern Standart Çinceyle yazılmış (ki o da Mandarin topolekt ailesine dayanıyor). Kanton Lehçesi ya da Teochew gibi diğer dillerde de daha çok şey yazmayı düşündün mü? Neden?

Size enteresan bir anekdot anlatayım. 2012’de, Chutzpah! dergisi, beni topolekt odaklı özel sayıları için Teochew dilinde yazılmış bir öyküyle katkıda bulunmaya davet etti ve ben de kabul ettim. Hemencecik bir hikâye fikri buldum ama bir kere yazmaya başladım mı, büyük bir problem keşfettim. Eğer tüm öyküyü kurallarına uygun bir biçimde Teochew ile yazarsam, çoğu kelime anlamındansa yalnızca fonetiği için seçilmiş Çince karakterler kullanılarak ifade edilecekti ya da çareyi fonetik alfabe kullanmakta bulacaktım. Teochew, Mandarinden o kadar farklı ki sadece Teochewde yetkin olan okuyucular anlayabilecekti. Modern Standart Çincenin yapısına sadık kalıp birkaç Teochew kelime ve sokak ağzı eklemekten başka çarem yoktu.

Yazım sürecinde, kafamda iki sesin kavga ettiğini hissediyordum, biri diğerini bastırmaya çalışıyordu. Sonunda pes etmek zorunda kaldım. Hüsrana uğramış Chutzpah! editörü, birden fazla davetli yazarın da pes ettiğini anlattı. Sanırım eğitimde Modern Standart Mandarinin kullanımının yaygınlaştırılması iki ucu sivri değnek. Kesinlikle faydaları var ama gittikçe artan genç nüfus artık kendi yerel topolektinde etkin bir biçimde konuşabilme yetisini kaybediyor ki bu da dünyayı görmenin ve dünya hakkında düşünmenin başka bir yolundan feragat ettikleri anlamına geliyor. Onlar için gerçekten üzülüyorum.

Hikâyelerinin çoğunda bilgisayar bilimleri, genetik, sanal gerçeklik, biyomühendislik ve hızlı değişimin diğer alanlarında yapılan ileri araştırmalar geçiyor. Bu kadar fazla alandaki gelişmelere nasıl yetişiyorsun?

WeChat’te MIT Teknoloji İncelemeleri gibi bir sürü halka açık bilim ve teknoloji hesabına aboneyim (bunları RSS servisleri gibi düşünebilirsiniz). Her gün bana haber yağdırıyorlar. Eğer ilgimi çeken bir şey olursa daha fazla araştırma yaparak derine iniyorum ve spesifik alanlardaki bazı uzmanlarla konuşuyorum. Ayrıca, yıllarca Google ve Baidu gibi internet şirketlerinde çalıştım, oralarda çalışanlar en son teknolojilere ve ürünlere dair birçok bilgiyi günlük işlerinin bir parçası olarak alıyorlar. O deneyim gerçekten yardımcı ve ilham verici oldu benim için.

Baidu’da ürün pazarlama yöneticisi olarak çalıştığın gündüz işinin yaratıcı çalışmaların üzerindeki etkisi nedir? İlham mı? Engel mi? İkisinden de biraz mı?

Ürün pazarlama yöneticileri, kullanıcılarla teknolojiler arasındaki boşluğa köprü olan İncil vaizleri gibi. Kitlelerle iletişim kurabilmek için yenilikçi yollar bulmak zorundayız. Pazarlamanın esas özü, insanların bağ kurabileceği hikâyeler anlatmak, teknolojiden nasıl yararlanabileceklerine dair yeni senaryolar yaratmaktır. Sanırım bu bir BK/fantezi hikâyesi yazmaya benziyor biraz. Ama tabii ki her zaman bir çekişme var; çünkü bir günde sadece yirmi dört saatim var ve sekiz saat çalışmam, sekiz saat uyumam gerekiyor. Yazmaya ne kadar enerji kalıyor?

Uzun süre Çin’in dışında seyahat ettin ve yaşadın. Bize bu küresel deneyiminin yaratıcılığını nasıl etkilediğinden bahseder misin?

Gezmeye bayılıyorum! Farklı manzaralar görmek, egzotik yemekler yemek, ilgi çekici insanlarla tanışmak. Bir bilişsel teori var, yeni sinir bağlantıları yaratabilmek için beynini bir şekilde uyarman gerektiğinden bahsediyor. Bir yolculukta –uçak bile olsa– hep yeni ilhamlar ve fikirler üşüşüyor aklıma ve onları ufak bir deftere yazıp ilerleterek hikâyeleştirmeye çalışıyorum.

“The Fish of Lijiang” (Clarkesworld, Ağustos 2011), “The Year of the Rat” (F&SF, Temmuz/Ağustos 2013) ve “The Mao Ghost” (Lightspeed, Mart 2014) gibi birçok öykün, Batıda çağdaş Çin’e dair politik metaforlar olarak okunmaya yatkın oluyor. Eğer öyle bir şey varsa, işlerinin günümüzdeki Çin’in gerçekliğini “yansıtmasına” dair yorumda bulunabilir misin?

Hiçbir zaman işimde bilerek politik metaforlara vurgu yapmadım. Çin’deki yaşamın yönlerine dair gözlemlediğim, hissettiğim ve deneyimlediğim şeyler hakkında yazıyorum, bazıları iyi, bazıları da o kadar iyi değil. Eleştirmenlerin öykülerimden hiç düşünmediğim derin anlamlar çıkartmalarına şaşırıyorum sıklıkla. Öte yandan okurlar, bana genelde duygularına dayalı geri bildirimlerde bulunuyorlar. Örneğin, “The Year of the Rat” basıldıktan sonra, bir sürü üniversite öğrencisi, internette bunu benim en iyi işim olarak gördüklerini, çünkü geleceğe dair kafa karışıklıklarının ve çaresizliklerin ifadesiyle bağ kurabildiklerini anlatan yazılar yazdılar.

Bence bir yazardaki en önemli niteliklerden biri duyarlılıktır: Günlük yaşamın içindeki tuhaflıkları yakalayabilme yetisi. Bu çağdaş Çin’de özellikle önemli, çünkü çiçek dürbününe benzer, sürekli dönüşen hayatın koşuşturmacasında kaybolmak ve duyarlılığını kaybetmek çok kolay.

Yaptığın işi “bilimkurgu gerçekçiliği” olarak tarif eder miydin? Gelecek hakkında umutlu musun yoksa sinik mi?

Yaptığım işe asla spesifik bir etiket ya da kategori atamak istemem. “Bilimkurgu gerçekçiliği” aslında ihtiyatlı, taktiksel açıdan kullanışlı bir ifade. Medyanın, dışa vurmak istediğimiz mesajı yorumlayabilmesine yardımcı oluyor. Teknolojiyle iç içe geçmiş bir hayata kötü uyarlanmış ya da uyuşuk gibi görünen geleneksel “gerçekçilik” ile kıyaslandığında, “bilimkurgu gerçekçiliği” gerçeğe daha eleştirel yaklaşıyor ve çağdaş yaşamla teknoloji arasındaki karmaşık ilişkinin yanı sıra, bireylerin ve insan doğasının dönüşümünü ve bu dönüşümün sonuçlarını da açığa çıkarmaya muktedir.

Bu, işlerimde sürekli olarak yansıtmayı umduğum bir tema. Mesela 2006’da yazdığım “Smog”da Pekin’in daha da aşırı bir hava kirliliğine maruz kalması olasılığını ve bunun insanların yaşamlarındaki ve psikolojilerindeki etkilerini inceledim. Yine de bana “bilimkurgu gerçekçiliği yazarı” denmesini istemiyorum. Tek istediğim şey okurlara dokunacak iyi hikâyeler yazmak; “bilimkurguymuş”, “gerçekçiymiş” bir önemi yok.

Geleceğe dair tavrım geçtiğimiz birkaç yılda kasvetli bir karamsarlıktan aktif bir iyimserliğe dönüştü. Teknoloji ilerledikçe, birçok problemin çözüleceğine inanıyorum, her ne kadar daha fazlası çıkacak ve bazılarının çözümü olmayacak olsa da. Ama inanıyorum ki genele baktığımızda insanlığın eğilimi daha mutlu, daha bilge ve daha toleranslı olma yönünde. Umarım haklıyımdır.

Aynı zamanda Çin’in en popüler bazı yayın kuruluşları için de köşe yazarlığı yapıyorsun. Bize biraz bundan bahseder misin?

Bilimkurguya duyulan ilgi arttıkça, medya kuruluşları da bilimkurguyu iyi bilen ve düşüncelerini paylaşmaya istekli birilerine ihtiyaç duydular. Benim yazılarım çoğunlukla Yıldızlararası’nın sinemalara gelişi, Üç Cisim Problemi’nin İngilizce versiyonunun basılması ve Çin BK fuarları (the Yinhe ve Xingyun Ödülleri mesela) gibi büyük kültürel olaylar üzerine.

İlginç bir şekilde, bakış açılarımı farklı gazetelerle uyuşması için değiştirmem gerekiyor. Mesela New York Times (Çin versiyonu) “batı sempatizanı” olarak bilinir Çin’de, Global Times ise tam tersi.

Bir yandan da senaristlik yapıyorsun şu sıra. Bize biraz anlatır mısın?

Kısa öyküm “The Endless Farewell”den uyarlanan bir senaryo üzerinde çalışıyorum. Ama artık bambaşka bir hikâyeymiş gibi hissettiriyor. Kurgu yazmakla film yapmak arasında kocaman bir boşluk var ve düşünme şeklini değiştirmen gerekiyor; metinden görüntüye mesela. Bir de senaryolar daha yapısal, özellikle de janr filmlerde uyman gereken prensipler ve kurallar var.

Süreç başta ilgi çekici ama birçok revizyondan sonra uyuşmaya başlıyor ve şu şeyden bir an önce kurtulup keyfinin kahyasıyla romanını yazmaya dönmek istiyorsun. Ama bir film için dinlemen gerekiyor, tartışman gerekiyor ve bazen yapımcıyla, yönetmenle ya da alakalı diğer herkesle kavga etmen gerekiyor.

Çıkış romanın Atık İnsanları, eleştirmenlerden alkış aldı ve Çin’de çok sattı. Bize biraz romandan ve neler olduğundan bahseder misin?

Roman, bu yüzyılın üçüncü on yılındaki yakın bir geleceği hayal ediyor. Silikon Adası’nda, Çin’in güneyinde e–atık geri dönüşümleri üzerine kurulu bir adada geçiyor; kirlilik orayı neredeyse yaşanmaz hale getirmiş. Güç sahibi yerel klanlar, Çin’in diğer bölgelerinden gelen göçmen işçiler ve hâkimiyet için kapışan uluslararası kapitalizmin temsili elitler arasında şiddetli bir mücadele var. Genç bir göçmen işçi ve bir “atık kızı” olan Mimi, çektiği çilelerden sonra insanötesi bir varlığa dönüşüyor ve ezilen göçmen işçilerin isyanına önderlik ediyor.

Sırada ne var? Okurlarımızla paylaşmak istediğin yeni bir proje var mı ufukta?

Atık İnsanları’nın devamı yolda ve hâlâ biraz araştırma yapıyorum. Hikâye, yakın gelecekteki bir Çin şehrinde, daha karmaşık senaryolarda geçecek ama ondan önce, Çin’de geçen alternatif, psikedelik bir tarih anlatan kısa roman üzerinde çalışıyorum; büyük ihtimalle 2015 yazında basılmış olacak.

Listemde bitirilmeyi bekleyen çok sayıda kısa öyküm var. Keşke günde kırk sekiz saatim olsaydı! Her şeye rağmen, iyi bir hikâye anlatmak, beni bu dünyada en çok heyecanlandıran şey.

Dipnot: Chen Qiufan (Çiufan’a yakın bir telaffuzu var) yazarın Çince adı, Çin’in soyadını önce verme geleneğiyle oluşturulmuş. Stanley Chan olan İngilizce adı ise, yazarın kendini Batı’da tanıtırken kullanmayı tercih ettiği isim ve Chan’in yazımı da Kanton fonetiğini yansıtıyor. Bu röportaj Çince ve İngilizcenin karışımıyla yürütülmüştür.

Çeviri: Nihan İşler | Kaynak

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

fantastik ve bilimkurgu

Bilimkurgu ile Fantastik Neden Farklı Türlerdir?

Bilimkurgu yıllar boyu birçok tartışmaya konu oldu. “Bilimkurgu kaçış edebiyatı mı?”dan tutun da Bilimkurgu Kulübü’nün …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin