Fatih Yürür ile Sinema ve Belgeselcilik Üzerine Bir Röportaj

Altın Fırçalı Adam belgeseli ile usta çizer Aslan Şükür‘ün öyküsünü anlatan Fatih Yürür ve Hakan Tunga Kalkan şimdi farklı bir belgesel projesi ile uğraşıyor: “Milyon Dolarlık Afiş”. Bu zamana kadar Türkiye’de satılmış en pahalı afişi araştıran ikili, yaptıkları röportajlarla sinemamızın afiş kültürüne derin bir bakış açısı sunacak.

Hem bu belgeseli hem de diğer projelerini sormak üzere projenin yönetmeni Fatih Yürür ile bir araya geldik.

Konuğumuz kısa film ve belgesel yönetmeni Fatih Yürür. Öncelikle röportajımıza hoş geldiniz.

Hoş bulduk Bilimkurgu Kulübü Ailesi.

Kocaeli Üniversitesi Görsel İletişim Bölümü’nde okumuşsunuz? Sinemaya yönelmeye bu bölümü okumadan önce mi karar verdiniz, yoksa okurken mi?

Olabilecek en klasik girişle başlayayım, sonrasını sağlıklı bir biçimde getirebilirim umarım… Sinemaya ilgi alaka elbette küçük yaşlardan itibaren vardı. Liseyi bitirdikten sonra Görsel İletişim Tasarımı bölümünün ilk defa bir devlet üniversitesinde açıldığını duymak, bu hayale atılabilecek bir adım gibi gelmişti bana fakat lisans öğrenimim sürecinde sinema adına mutfağa girebileceğim hiçbir şey yapmadım. Daha ziyade, Gölge Dergi’de varlık gösteren Rüyadam adındaki seri çizgi öykücüğümüzü, Delişmen, Cinebay, Metot gibi kısa kurmaca çizgi öykülerimizi yazdım ve blog yazarlığı çerçevesi içerisinde de çeşitli sinema platformlarında içerik editörlüğü ve kritik yazarlığı görevi üstlendim. Evet, sinema sevgisi, ilgisi manyaklık düzeyindeydi ama sinema adına elimden gelenler çoğunlukla bunlardan ibaretti.

Lisan öğrenimim sırasında uzunca bir süre grafik tasarım ve kurgusal fotoğraf işleriyle uğraştım. Malum, kolektif çalışma isteği kimsede yoktu ve kısa film de takım çalışması demekti. Bu sebeple daha çok kişisel çalışma geleneğine dair şeyler yaptım. Hayatımın kalan kısmını böyle geçirebileceğime neredeyse emin gibiydim. Aynı üniversitede Radyo, Sinema ve Televizyon Ana Bilim Dalı yüksek lisansına girmemle birlikte, teori kaslarımı da geliştirebileceğim bir alan yaratmış oldum kendime. Sonrasında da ilk kısa filmim olan Zemin Kat’ın senaryosunu kaleme aldım. Tam olarak hangi motivasyonlar kısa film yapmam “gerektiğine” karar verdiğimi anımsamıyorum ama ortak ilgi alanlarına sahip bir ekibin şekillenmeye başlaması bana cesaret verdi diyebilirim. Mutfağa giriş kısmım da, Zemin Kat’ı şekillendirmek adına elime aldığım o kağıt ile kalemin (ciddi ciddi elle yazdım) ilk temasıyla gerçekleşti. İlk ekibin oluşması, ilk kısa filmin çekilmesi, festivallerde boy göstermesi… Sonra ikinci kısa film, belgesel film falan derken, kaba tabirle mutfak içerisinde palazlanma aşamalarını sırasıyla geride bıraktık.

fatih-kapak

Sinemanın haricinde kitap yazdığınızı da görüyoruz. Kıyametin Sineması isimli kitabınızdan biraz bahseder misiniz?

Aslında kafamda kitap yazmak gibisinden net bir fikir yoktu. Yazılı bir çalışmayı nihayete erdirmek her zaman, bir şeyleri çekip kurgulamaktan daha fazla cesaret isteyen bir iş gibi gelmiştir bana. Yüksek Lisans yaparken, aklımda Fantastik Yeşilçam sinemasına ya da B-Filmlere / Trash Filmlere dair kapsamlı bir çalışma yapma fikri vardı. Zaman içerisinde aslında bu alanların sandığım kadar bakir olmadığını öğrendim. Üzerine bir şey eklemekte, istediğim gibi at koşturmakta zorlanacağım bir alan olduğu için de hevesim kısa sürede kaçtı.

Post apokaliptik konsepti her daim aşık olduğum bir konseptti. Bu konseptin oluşmasındaki politik süreçlere eğilen, kapsamlı bir çalışma bulamadım. Dolayısıyla “Bilimkurgu Sinemasında Güncel Korkuların Yansıması: Post Apokaliptik Filmler” çalışmamın temellerini atmam çok da uzun sürmedi. Çalışma semirdikçe, bu derlemenin kitaplaşması gerektiğine dair olumlu, motive edici yönlendirmeler ile de biraz yüreklendim. “Kıyametin Sineması: Post Apokaliptik Filmler” kitabı, bu yönlendirmeleri takip eden bir buçuk yıllık süreçte ortaya çıktı. Akademik dilin hakimiyetini biraz törpüleyip, güncel ve eksik kalmış yapımları da dahil etmemle birlikte çalışmaya son halini verdim.

Sancılı olanın ilk atılan adım olması geleneği burada da bozulmadı. Kıyametin Sineması: Post Apokaliptik Filmler kitabı, sandığımdan çok daha kapsamlı bir çalışma oldu ve süreç içerisinde birkaç kere havlu atmanın eşiğine geldim. Fakat son düzeltmeleri yaptıktan sonra bütün bu sancıya değdiğini gördüm. Daha fazla araştırma ve yazdıklarım ile çektiklerimi bir noktada buluşturma düşüncesi de bu noktadan sonra başladı. Hatta bu çalışmanın gördüğü kısmi ilgiden cesaretle, yeni çalışmam olan “Tek Mekânlık Filmler” ve birkaç ay içerisinde sona ereceğine inandığım “Kötü Kötü Filmler” derlemelerini de ortaya çıkardım.

Çektiğiniz kısa filmlerle pek çok festivalde yarışmışsınız. Ama adınızı en çok usta çizer Aslan Şükür’ü anlatan “Altın Fırçalı Adam” belgeseliyle duyurmaya başladınız. Kurmaca kısa filmlerden sonra belgesel çekmeye nasıl karar verdiniz? Proje nasıl gelişti?

Aslında kurmaca filmlerimiz, gezentilik konusunda biraz daha arsız takıldılar diyebilirim. Zemin Kat hiç beklemediğim yerlere kadar gitti. Çok farklı profilden, ilgili kısa filmcilerle ve senaristlerle tanışmama vesile oldu. Aslında üretenler takımı olarak, sayımızın çok fazla olduğunu öğrendim. Ego törpüsü açısından da epey sağlıklı geri dönüşler aldım. İkinci kısa filmim olan Geleceği Olmayan Adam ise, festivallere getiren “eser işletme belgesi” zorunluluğu ve o dönem pek çok kısa film festivalinin ardı ardına iptal edilmesi sebebiyle doğrudan internette dolaşıma girdi. Nihayetinde filmin post prodüksiyon sürecini tek başıma üstlenmiştim ve insanların fikirlerine ihtiyacım vardı. Bu sebeple etrafımdaki herkesin filmi bir an önce izleyip, nasıl bulduklarını öğrenmek adına aceleci davrandım. Şu an bir ucundan tuttuğum pek çok projenin hızlıca hayata geçmesinin sebebi belki de o an aldığım karardı. Filmin festivalleri gezmesi ve aylarca kapalı kutu gibi kalması, buna karşılık da hepi topu 200 kişiye gösterilebilecek olması, muhtemelen daha fazla gerilmeme sebep olacaktı.

Belgesel geleneği de pek uzak olduğum bir konsept değil. İlk belgeselim olan Repatriant ile birlikte baba toprakları olan Abhazya’yı keşfetmek ve geri dönüş yaparak orada kendisine yepyeni bir hayat kuran Engin Ebjnou Ay’ın hikayesini anlatmak için kolları sıvamıştım. Sonrasında farklı koşuşturmacalar içerisinde, farklı projelerde yer aldım. Ama hiçbir zaman kurmaca veya belgesel gibi bir ayrımımım olmadı.

Altın Fırçalı Adam özeline gelecek olursak… Eski çalıştığım prodüksiyon şirketinde son demlerimi yaşarken, yaklaşık 10 yıldır tanıştığım ve Kahramanlar Sinemada sitesi için de dönem dönem içerikler hazırladığım Hakan Tunga Kalkan; yeni belgesel projesi için benden kurgu desteği istedi. Piyasaya yapmış olduğum işlerin artık bana yaratıcı hiçbir alan tanımaması sebebiyle bu teklifi fazla düşünmeden kabul ettim.

Bu sayede, hem çocukken sadece kapakları için satın aldığımız Zagor, Kızıl Maske, Mandrake gibi çizgi romanların ve tabi Jules Verne’in Altın Kitaplar tarafından basılan efsanevi serisinin yaratıcısı olan Aslan Abi’yi daha yakından tanıma fırsatı elde ettim. Bu süreç, belgesele bir şekilde dahil olan herkes gibi benim de bellek yolculuğum haline geldi. Fakat işin romantik tarafı bir yana, zaman içerisinde Aslan Şükür’ün öyküsüne daha fazla detay eklememiz gerektiğini fark ettik. Burada Hakan ile girişmiş olduğumuz ortaklığın içeriği de bir miktar değişti. Yani yarım adım yarım adım yönetmenlik mertebesine eriştim gibi bir şey oldu fakat yaptığım şey daha ziyade operatörlüktü diyebilirim.

Belgesel konsepti, her anlamda kurgusala oranla daha çekici geliyor bana. Türkiye’nin dört bir yanını gezerken ülke içerisinde belgesele konu olabilecek ve onu zenginleştirecek pek çok detay keşfettim. Aslan Abi’nin öyküsü de çocukluğumuza, gençliğimize dair henüz keşfetmediğimiz pek çok detay ile süslüydü. Zaten şu an üzerinde çalıştığımız “Milyon Dolarlık Afiş” belgeselimizin de, bir bakıma o keşif tutkusuyla alakalı olduğunu söyleyebilirim. Malum her şeyi saniyeler içerisinde tükettiğimiz bir dönemde, yarına kalabilecek değerleri de hızla yitiriyoruz. Böylesine büyük bir iddiayı dillendirmek istemem ama belgeseller bu vitrini korumak adına görsel belleğimizi şekillendiren en güzel çalışmalar gibi geliyor bana.

Şimdi yine başka bir belgesel projesiyle uğraşıyorsunuz. Birazdan ona değineceğiz. Ama ondan önce şunu sormak istiyorum: Bundan sonra artık sadece belgesel yönetmenliğine mi ağırlık vermeyi düşünüyorsunuz, yoksa ileride yine kurmaca kısa filmler, belki uzun metraj da çekmeyi planlıyor musunuz?

Ben sürekli yazan ama yazdıklarını paylaşma konusunda çekingen davranan biriyim. Dolayısıyla sırasını bekleyen pek çok irili ufaklı proje var. Belgesel ya da kurmaca gibi genel bir ayrımdan ziyade, anlatmak istediğim öyküyü taşıyabilecek olan hangi türse orayı işgal etmek isterim. Fakat kurmaca alanından uzaklaşmak da beni epey tedirgin ediyor. Yakın zamanda çok güzel şeyler izliyorum ve açıkçası iyi niyetli bir kıskançlık besliyorum yapılan işlere karşı. Bu kıskançlık da ister istemez “hadi artık bir şeyler yapma vakti geldi” motivasyonuna yol açıyor.

Geçtiğimiz yıl üzerinde çalıştığım iki farklı senaryo vardı. 2019 yılı içerisinde bunlardan en azından birini hayata geçirmeyi düşünüyorum. Tabi bir de ortak projeler var. Senaryosu bana ait olmayan, sadece vitrinini inşa edeceğim bazı projeler var. Bunun dışında senaryosunu yazıp da geri çekileceğim başka projeler de var. Bunun sağlanabileceği kolektif bilinçten biraz uzak olduğumuzu düşünüyordum fakat son yıllarda bu şekilde çok da güzel işler çıkaran gruplar gördüm. Bence üretim konusundaki en büyük sıkıntımız, benzer soyut düşünce kapasitesine sahip insanların, bir şekilde birbirlerinden uzak düşmüş olmaları. Her içeriği proaktif bir şekilde kotarmaya çalışmak çok da uzun soluklu bir üretim süreci oluşturmuyor. Kısa Film zaten her daim risk havuzunun derinlerinde bir yerlerde. Artık Youtube için içerik üretmek, bir kısa filmin masraf ve dolaşım külfetinin altına girip de, geri dönüşler almayı beklemek gibi süreçlerin önüne geçmiş durumda.

Uzun metraja gelecek olursak. Üzerinde çalıştığım iki farklı senaryo var ama şu an için bu senaryolar üzerinde yoğunlaşıp, diğer taraftan da ödenek peşinde koşabilecek bir enerjim yok. Ama önümüzdeki yıllarda üzerine daha fazla eğileceğim, bu konuda ısrarcı olacağım kesin tabii.

Altın Fırçalı Adam belgesinde yapımcı olan Hakan Tunga Kalkan ile bu sefer başka bir belgesel projesi içindesiniz: “Milyon Dolarlık Afiş”. Bize bu belgesel projesinden bahseder misiniz?

“Milyon Dolarlık Afiş” projesi, Altın Fırçalı Adam üzerinde çalışırken oluştu aslında. Hatta bizler farkında olmadan bilinçaltımız, bizi burnumuzdan yakalayıp bu projenin kapısının önüne çekiştirdi diyebiliriz.

Altın Fırçalı Adam sayesinde, aynı frekansa sahip pek çok kişiyle diyalog içerisine girdik. Hatta Aslan Abi’nin, kapaklar dışında bizzat film afişi çizdiğini de öğrendik. Sonrasında da Türkiye’deki poster ve afiş kültürüne dair bir belgesel yapma fikri çıktı ortaya. Bu isteği tetikleyen şey tam olarak neydi emin değilim ama “belgeselin bir yolculuk üzerine olması gerektiği” fikrine kafayı biraz takmıştık. Nitekim Altın Fırçalı Adam, biyografik bir belgeseldi. Biraz daha stabildi. Aynı enerjiyle, afiş gibisinden önemli bir kültürel ögeyi ön plana çıkartma fikri epey cazip geldi.

Yolculuğa çıkabilmek için taze, kütür kütür bir de havuca ihtiyacımız vardı tabi. “Türkiye sınırları içerisinde üretilip satılmış olan en pahalı afiş hangisi?” sorusu da epey leziz bir havuçtu. Bu yolculuk sırasında, hem koleksiyonerlerle, hem illüstratörlerle, hem satıcılarla hem de genel anlamda sinemaseverlerle bir araya gelmeyi hedefledik.

Başlangıç aşamasında elimizde 80 kişilik bir liste vardı. Bazı kişiler anonim kalmak istedi, bazıları yer alma konusunda pek hevesli olmadı, bazı isimleri de biz eledik derken 40 kişilik epey kalabalık bir “olmazsa olmazlar” listesi kaldı elimizde. Listenin ilk sıralarında olan ve samimiyetimizden dolayı da kolay ulaşabildiğimiz isimlerle çekimlere başladık ve tanıtım videosunu hazırladık. Bunu takiben de Indiegogo kampanyasını başlattık.

Proje daha emekleme aşamasındayken bile çok iyi tepkiler aldı. Hatta pek çok dostumuz, ek bir talepte bulunmadığımız halde bir şekilde bu projeye maddi, manevi katkıda bulunmak için harekete geçti. Biz şu an bu röportajı gerçekleştirirken bile, bazı dostlarımız bir yerlerde bu belgesele bir şekilde katkı sağlamaya devam ediyor. Öyle sanıyorum ki şu ana kadar içerisinde yer aldığım en doğru ve güçlü proje bu olabilir.

Bu projeye kişiler neden destek vermeli? Destek vermeyi düşünen kişilere ne söylemek istersiniz?

“Bir insan neden bir yapıma destek vermeli?” sorusunu biz de sürekli olarak kendimize soruyoruz. Sonra çevremizdeki güzel projelerin kitle fonlama sayfalarını görüyoruz ve aklımız başımıza geliyor. Yani iki tane adam karşınıza çıkmış “böyle böyle bir projemiz var destek olun” diyor. Neden onlara destek olma ihtiyacı hissedesiniz ki?

Biz genellikle “projenin bağımsız kalması” gibisinden çok da sevimli olmayan bir kalıp kullanıyoruz. Lakin bu tanım, bizim ülkemiz için komik kaçıyor. Bağımsız sinema, Hollywood cenahının dışında üretilen Amerikan filmleri için uygun düşecek bir tabir. Biz ise bu tabiri “hiçbir büyük yapımcı desteğine sahip değiliz ve hiçbir kurum ve kuruluştan hibe ya da ödenek almadık” kalıbını karşıladığını düşünerek kullanıyoruz sanırım. Çok doğru bir tabir olup olmadığı epey tartışmalı yani.

Diğer taraftan da… Evet… Hiçbir ek ödenek almadık. Bu tam anlamıyla tepkisel bir durum değil, projeyi şekillendirmek için enerjimizin en doğru olduğu zamanda pek çok platformun başvuru tarihini kaçırmış olduk. Nihayetinde kitle fonlaması da geçerliliği yüksek bir platform. Pek çok inovatif çalışma ya da yüksek bütçeli sinema filmi de kitle fonlamalarına başvuruyor. Böyle bir yolculuğu gerekli gören, gerçekten de bir boşluğu doldurduğunuza inanan insanlara karşı sorumlu olmak dışında, sizi gerçek anlamda kısıtlayan, alanınızı daraltan hiçbir unsur yok burada.

Destek vermeyi düşünen kişiler için öyle çarşaf çarşaf yıkama yağlama yapabileceğimi sanmıyorum ama zaten oldukça ekonomik yöntemlerle hayata geçirilen ve mutfağında gerçekten de sadece iki kişinin yer aldığı böyle bir projede bizi çok ama çok büyük bir yükten kurtaracaklarını söyleyebilirim. Bu sayede belgeselin gerçekten de interaktif bir yapıya kavuşacağına ve kolektife yakın bir üretime vesile olacağına inanıyorum kendi adıma.

Dolayısıyla projenin bir parçası olmak isteyenler Indiegogo üzerinden bağışta bulunabilirler.

Bu noktadan sonra geriye bir tek risk kalıyor. Size bir şekilde inanmış ve hayallerinize ortak olmayı tercih etmiş olan insanların yüzlerini kara çıkartmak. Çünkü herhangi bir platformun fonlama desteğini aldığınızda, inisiyatif sahibi kişilere karşı sorumlu hissedersiniz ama kitle fonlaması söz konusu olduğunda, size inanan insanların hepsini bir şekilde memnun etmeniz gerekir. Yani aslında, sandığımız kadar da özgür değiliz. Ama bu baskıyı ensemizde hissetmek de güzel bir şey tabi. Her adımımızı birkaç kere düşünerek çalışıyoruz bu sayede.

Röportaj için teşekkürler. Umarım “Milyon Dolarlık Afiş” belgeselini hayata geçirebilirsiniz. Bol şanslar diliyoruz.

İlginiz için ben teşekkür ederim. Herkese sevgiler.

Yazar: Gökhan Cılam

Galaktik dominasyon hedefinde emin adımlarla ilerleyen bir yazar, uzay ve zaman çizgisinin ötesine çıkmaya çalışan maceraperest bir yönetmen, kara deliğin derinliklerinde senfoni yazan tutkulu bir müzisyen...

İlginizi Çekebilir

Slingshot

Slingshot: Hiçbir Kuvvet Seni Kendinden Uzağa Atamaz

“Yalnızlığı sevdiğimden yalnızım sanıyordum, oysa sadece yalnızmışım.” Yalnızlık, izolasyon, klostrofobi, paranoya, neyin hayal neyin gerçek …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin