İlk olarak sizi okur yönünüzle tanımak isteriz. Kitaplarla nasıl tanıştınız acaba?
Annem genç kızlığında sıkı bir kitap okuruymuş; romanlar, fotoromanlar, çizgi romanlar…Onun sakladığı bir çizgi romana rastladığımda yaşım herhâlde dört filandı. Kızılmaske’nin kalın ciltlerinden biri. Kareden kareye, sayfadan sayfaya büyülenmişçesine atladığımı şimdi bile mutlulukla hatırlıyorum. Bu macerayı okuyabilmeyi öyle çok istemiştim ki annemin de yoğun desteğiyle kısa sürede okumayı sökmüştüm. Okuyup bitirebildiğim ilk kitap saman kâğıda basılmış on altı sayfalık bir çocuk öyküsüydü: Tilkinin Rüyası. Sonrası Kızılmaske’nin o cildi ve ardından gelsin Milliyet Çocuk’lar, Tercüman Çocuk’lar, Yaman Çocuk’lar… Altın Kitaplar’ın yayımladığı, dizi senaryolarının öyküleştirilmesinden oluşan sekiz kitaplık Uzay Yolu serisiyle bilimkurguya giriş ve… Devamını az çok tahmin edersiniz.
Sizi en çok etkileyen yazarlar kimlerdir?
En başta ve her zaman zirvede kalacak isim Kafka. Gerçek dünyanın üstüne geçirdiği doğaüstü kılıfla aklımı başımdan almıştı ilk okuduğumda. Benzer bir tarzı kendine özgü üslubuyla kurgularına yediren Marquez bir diğer favorim, ancak Stephen King’i her zaman ayrı bir yere koyarım. Kimilerince fazlasıyla uzatılmış bulunan tuğla gibi kitapları da dâhil hemen her yazdığını yutarcasına okudum. Arada Kubbe’nin Altında gibi iş kazalarına rastlasam da her kitabını heyecanla elime almaya devam ediyorum.
Okur kimliğiniz size hayata dair neler kattı?
Cehalet mutluluktur. Dünyaya ve hayata dair ne kadar az şeyin farkında olursan o kadar mutlu olursun. Bu anlamda kitaplar günbegün farkındalığımı arttırmaya hizmet ettikleri için bana karamsarlık kattılar ne yazık ki. Belki de buna “bilmek” demek daha doğru. İşin kötüsü, “karamsarlık” ile “bilmek” günümüz dünyasında birbirinden ayrılmaz hâlde. Neler döndüğünü görüyor ve kimseye anlatamıyorsun; neler olacağını biliyor ve kimseyi ikna edemiyorsun.
Şimdi de müsaadenizle yazar yönünüzü tanıyalım istiyoruz. Yazarlığa başlama sürecinizden biraz bahseder misiniz?
Okurluğa başlamamla yazarlığa başlamam eşzamanlıydı desem pek de abartmış olmam herhâlde. Çocukluk dünyamda çatapatlar patlatan kitapları okuduktan hemen sonra kendi öykülerimi hayal etmeye başladım. Bunları ilk önce çizmeyi denedim. Çizgi öyküler, karikatürler çizdim. Bir müddet en büyük hayalim çizgi roman ressamı olmaktı ve bunu yarı profesyonel olarak gerçekleştirme fırsatı da buldum ancak tıpkı yazarken yaptığım gibi çizerken de detaylarla fazla oyalanma eğilimindeydim ve çizme hızımla aklımı boşaltamayacağımı anlamam fazla uzun sürmedi. Bunun sonucunda, zaten sürdüregeldiğim yazma eylemine daha fazla zaman ayırmaya başladım. Birkaç edebiyat dergisinde birkaç şiir ve öyküyle yer bulduktan sonra rahmetli Bülent Akkoç’un sahipliğindeki Atılgan Bilimkurgu Dergisi için de öyküler yazmaya başladım. Takvimler 1996’nın ilk aylarını gösterirken çok sevgili bir arkadaşımın ısrarıyla Düşler Diyarı adlı çocuk romanını yazıp bir edebiyat yarışmasına katıldım. Oradan aldığım Jüri Teşvik Ödülü profesyonel yazarlığın da önünü açtı bir anlamda.
Sizce “iyi yazar”ın tanımı nedir?
İyi yazar diye bir şey yoktur; yazarı veya eserini “iyi” diye tanımlayan okur vardır. Tuhaf bir ifade oldu değil mi? Açayım: Yüzyıllık Yalnızlık benim için kitaptan da öte bir anlam taşır. İki kez okudum ve ikisinde de çok büyük haz aldım. Kafka’nın Dava’sı ve Dönüşüm’ü, Boris Vian’ın Günlerin Köpüğü, Ken Grimwood’un Zaman Çarkı ve Sil Baştan’ı, Michael Ende’nin Bitmeyecek Öyküsü ile Momo’su ve daha yığınla başka eser benim için yazının şahikaları anlamına gelir. Gelin görün ki çok iyi okur olan bazı arkadaşlarıma bunlardan birini önerdiğimde okuma sonrası aldığım yanıt genellikle, “Eh işte,” veya “Yok ya, beni sarmadı,” olmuştur. Bu anlamda hayata bakışımızın veya evrende kapladığımız hacmin edebi beğenilerimizde de etken olduğuna inanırım. En basit tabiriyle: “Zevkler ve renkler tartışılmaz.”
Yazmakla ilgili herhangi bir metodunuz var mı? (Belirli saatlerde yazma ya da gündelik kelime hedefleri v.b.)
Hiçbir zaman bir metodum olmadı. Bilemiyorum, belki de olmalıydı. O zaman belki çok daha üretken olabilirdim. Ama şunu söylemem mümkün. Yazmak için odaklanmaya, bunun için de sessizliğe gereksinim duyuyorum. Bu da beni gece yarıları, evdeki sesler dindiğinde yazmaya yönlendiriyor. Yine de bu demek değil ki gündüzleri ve hatta insanların sel gibi aktığı kafelerde, restoranlarda yazmadım. Dürtü gelip de zihnimdeki karakterler “yaz bizi” diye diretmeye başladığında yer ve zaman gözetmeksizin yazıyorum.
Şair yönünüz de malum. Bilindiği üzere nesir kadar şiir de yazıyor, seslendirmeler yapıyorsunuz. Şiire olan ilginiz nasıl ortaya çıktı acaba? Şairane, söyleyiş üslubunuzu nasıl etkiledi?
Yazarlığa yönelmeden önce hemen herkesin portföyünde bir ya da birkaç şiir yazmak vardır sanıyorum. Bende o sayı biraz daha fazla, yüzlerce. Öyküler ve romanlar yazmaya başlamadan önce, daha küçük bir çocukken şiir yazıyordum ama şiirle nasıl tanıştım, tam olarak hatırlamıyorum. Yazdıklarımı anneme okurdum ve onun beğeni sözleri beni motive ederdi, herhâlde onu sevindirme arzusuyla yazmayı sürdürdüm. Hâliyle çok çocuksu şeylerdi bunlar ama zamanla evrilmeye başladılar. Hâl böyle olunca şiirin ezgisini bulmak, onu sözcüklere katmak konusunda da zamanla geliştim demek ki. Ustalaştım demesem de yazı zanaatkârı olma yolunda epeyce yol kat ettim diyebilirim. Böylece bazı romanlarımda bu şiirce dil de kendine yer bulmaya başladı. Elbette bunu abartmadan yapmaya gayret ediyordum ama özellikle Aykolik ve Olağan Mucizeler romanlarımda yazı-şiir karması diyebileceğim bir üslup doğdu. Hatta bilimkurgu romanı olan Gohor’un bazı kısımlarında bile bu şiirce söyleyişi denedim. Tabii bunda Gohor’un birinci ağızdan anlatılan bir kurgu olması kadar, başkahraman Gohor’un nahif yapısının da büyük etkisi oldu. Kısaca, şiirle uzun mesaimin pek çok öykümle romanımın kendilerine has birer ezgi doğurmasına yardımcı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Bilimkurgu yazarı olarak, bilimkurgu edebiyatı hakkında düşünceleriniz nelerdir? Sizce “İyi bilimkurgu iyi edebiyattır” sözü ne anlam ifade etmektedir?
Sosyal medyanın pek çok mecrasında bilimkurgu yazarı diye anılsam da ben kendimi o tanımlamanın içine koymuyorum. Zaman zaman bilimkurgu öyküleri ya da romanları da yazan biriyim ben ama bilimkurgu yazarı değilim. Bir kere kurgularımın artalanında bilimkurgu malzemeleri de olsa ana derdim insanın o durumdaki hâlini keşfetmeye, anlamaya, aktarmaya çalışmaktır, bu anlamda bilimkurgu yazmak benim için tabloya farklı bir renk eklemeye çalışmaktan öteye gitmiyor. “Bilimkurgu yazarı” Asimov’dur, Clarke’tır, Dick’tir, Bradbury’dir ve hatta Le Guin’dir… Bu dev isimlerin ürettikleri ortadayken kendimi “bilimkurgu yazarı” olarak anmam yakışık almaz. Konunun “iyi edebiyat” kısmınınsa türe yabancı okura olta atmaktan öte bir anlam taşıdığını düşünmüyorum. Eh belki bilimkurguyu uzun yıllar boyu edebiyat dışı ucuz bir meşgale gibi göstermeye çalışan sözümona otoritelerin küçümseyici tavrına bir başkaldırı sözü de olabilir bu, ama o kadar işte. Yoksa iyi edebiyat bilimkurgu da olsa iyidir, fantastik de olsa iyidir, güncel yaşamı anlatsa da iyidir.
Sizi tanımlayan bir diğer yönünüz de çocuk edebiyatıyla iştigal etmeniz. Çocuklara seslenen eserler yazma sebebiniz nedir? Bu konuda aldığınız bir eğitim var mı? Veya ihtiyaç duydunuz mu?
Profesyonel yazarlığa ilk adımım 1996 yılında çocuk edebiyatıyla oldu, yirmi dört yaşımdaydım ve o günden bugüne yönümü içgüdülerimle buldum, çünkü elimde olan tek şey çocukluğumda okuduğum kitapların bana verdiği benzersiz hazdı ve ben de onların kılavuzluğunda yenilerini üretmeye koyuldum. Bu topraklar için ötesini tasarlamak da -en azından yazarlığa adım attığım yıllarda- hayalden başka bir şey değildi. Hani gidip bir yerlerde çocuğa göre yazma eğitimi göreceksin, kendini tekrar biçimleyeceksin, metin işçiliği yapacaksın… imkânsız. Yine de bir ihtiyaç duyduğumu da söyleyemem. Sağlıklı çalışan bir aklın bulamayacağı çözüm yoktur ve hatta konunun yetişkine anlatma yöntemiyle çocuğa anlatma yöntemi arasında çok da üstün zekâ gerektirmeyen bazı basit kuralları vardır; şiddeti fütursuzca metne katma, ırk ayrımcılığı yapma, herhangi bir cinsi küçümseme veya yüceltme, öğüt vermek ve parmak sallamak hatalarına düşme…
Hız çağındayız malum. Bilgi sürekli form değiştiriyor. Sanatın ve edebiyatın bu bağlamda dönüşümü hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Yarım yüzyıla yakındır yeryüzündeyim ve sayısız kötü şeye tanık oldum. Buna karşın halen beni en çok üzen şeylerden biri çocukluğuma en büyük değeri katan çocuk dergilerinin silinip gitmesidir. Her sayısını sabırsızlıkla beklediğim, “Hafta sona erse de gidip yenisini alsam,” hayalleri kurduğum Tercüman Çocuk, Milliyet Çocuk, Yaman Çocuk gibi dergiler artık yok ve benim çocuklarım onları okuma hazzını yaşayamayacak. Elbette başka çocuk dergileri şimdilerde de var ama tam da bahsettiğiniz o dönüşüm nedeniyle olsa gerek şimdikiler eskinin birer hayaleti gibi. Benzer bir yok oluşun kitaplara da bulaşmasından endişeliyim anlayacağınız. Sanatın günden güne daha da “görsel” hâle geldiği bu dünyanın yakın geleceğinde Tik Tok, YouTube, Instagram gibi platformlara video üretmenin“yeni sanat” adını alması pek de olanaksız durmuyor. Oralardaki üretimleri küçümsemek adına söylemiyorum bunu. Kaldı ki çok kaliteli “içerikleri” izlemişliğim de var ama o mecralarda öylesine çılgınca bir üretim söz konusu ki vasat, vasat altı ve alenen kötü olarak nitelendirilebilecek milyarlarca içerik arasında “gerçek kalite”nin ortaya çıkmasının günden güne daha da zor olacağı endişesini taşıyorum.
Yeni dosya çalışmaları var mı? Varsa bahsetmek ister misiniz?
Yetişkinler için yazdığım iki uzun öyküyü romanlaştırma çalışmalarım sürüyor. Biri Dark İstanbul Yayınları tarafından yayımlanan Salgın İstanbul seçkisindeki “Zaman Bozan” adlı bilimkurgu öyküm, diğeri de alternatif İstanbul’larda geçen fantastik bir roman. Yanı sıra çocuk okurun çok sevdiği, Tudem tarafından yayımlanan Dedektif Bol Bel’in beşinci ve son kitabı “Kader Çarkı”nı, yine çok sevilen ve Bilgi Yayınevi’nce okura sunulan “Kahraman Korkak Babam ile Saldırgan Masum Annem” kitaplarımın devamı olan “Şaşkın Taşkın Ailem ile Beş Benzemez” dizisinin üçüncü kitabını tamamlamaya çalışıyorum. Dark İstanbul Çocuk Yayınları’nca da “Düş Berberi” adlı bir romanım yayına hazırlanıyor. Arada başka tamamlanacak dosyalar da var. Onlardan da zamanı gelirse bahsederiz.
Son olarak okurlarımıza söylemek yahut eklemek istediğiniz şey var mı?
Söyleyebileceğim en önemli şey: SAVAŞA HAYIR!