adil-bars-ozturk-1

Adil Öztürk ile Röportaj

Öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.

Röportaj teklif ettiğiniz için ben de size teşekkür ederim.

İlk olarak sizi okur yönünüzle tanımak isteriz. Kitaplarla nasıl tanıştınız acaba?

İlkokuldan beri okumayı hep sevmiştim. Okuduğumu hatırladığım ilk kitap ilkokul öğretmenimin hediye ettiği Siyah İnci’ydi. Sanırım başkasından aldığım ilk doğum günü hediyesi olduğu için aklımda kalmış. Bunun dışında henüz beşinci sınıfta olmama rağmen Dostoyevski’nin Kumarbaz’ını okuduğumu ve kitapta geçen bilmediğim kelimeleri Türkçe öğretmenime sorduğumu hatırlıyorum. Yeni kelimeler öğrenmek hoşuma gitmiş olmalı ki bunu sürdürmeye devam etmişim. Sanırım dershaneden kaçıp kütüphaneye giden benden başka pek az kimse vardır.

Sizi en çok etkileyen yazarlar kimlerdir?

Buna belirli bir cevap vermem zor. Okuduğum bütün yazarlardan illa ki az ya da çok, bilerek ya da bilmeyerek etkilenmişimdir. Ancak kendi tarzımın oluşmasında öğretmen olarak seçtiğim yazarlar da var elbette. Bu bakımdan Robert Jordan’ın ismini ilk sıraya koyabilirim. Kalemimin oturmasında Zaman Çarkı’nın gerek edebî gerek politik dili bir hayli etkili oldu. Aynı şekilde kitaplarını özellikle takip ettiğim ilk yazar olan Stephen King de iki farklı alt türü birleştirme hususunda beni en çok etkileyen isimlerden biri olmuştur.

Türk yazarlardan da adını anmam gereken pek çok kişi var. Tanışıklığım olup da etkilenmediğim çok az amatör ve profesyonel yazar vardır. En başta yazmaya başladığı ilk zamanlardan beri takip ettiğim Mehmet Berk Yaltırık. İlk öykü kitabımın oluşmasında, Türk mitolojisi ve halk hikâyelerine yönelmemde etkili isimlerden biridir.

Okur kimliğiniz size hayata dair neler kattı?

Can sıkıntımı gidermedeki faydalarını bir kenara bırakıp edebiyatın da tüm hayatım olduğunu göz önüne alırsak, yazar olarak bana sadece yazım aşamasında her şeyi bilirmiş gibi davranma yeteneği verdiğini söyleyebilirim. Kurgusal bir eser, özellikle de bilimkurgu gibi içinde teknik terim ve tasvirlerin geçmek zorunda olduğu metinler yazarken elbette o konuya dair ufak da olsa bir şeyler bilmeniz gerekir. Bu ufak genel kültür kırıntıları bana alçak gönüllü olmayı, ukalalık etmemeyi öğretmiştir.

Şimdi de müsaadenizle yazar yönünüzü tanıyalım istiyoruz. Yazarlığa başlama sürecinizden biraz bahseder misiniz?

Liseden beri yazıyorum. Aslına bakarsanız yazmak benim için zorunlu bir eylem. Zira bundan başka bir yeteneğim olduğunu sanmıyorum. Lisede şiirle başlayan bu süreç, dedemin başından geçen bir hikâyeyi anlatmasıyla öykü yazmaya döndü. Sonrası da çorap söküğü gibi geldi işte. 2010’dan sonra üye olduğum forumlar, tanıştığım yazarlar, okuduğum amatör öyküler… Hepsi bu sürecin bir parçası. Sanırım platformlar ve ortamlar değişse de bu süreç ilerlemeye devam edecek. Yazarlık benim için öyle bir şey ki Dördüncü Günün Melaneti ile ilk bandrolümü aldıktan sonra kendime gerçekten yazar diyebilsem bile bu meslek sürekli gelişmeyi şart kılan ve birtakım başarılar eklendikçe büyüyen bir etiket. Şimdilik sadece çömez bir yazar olduğumu ve yazar olmaya devam ettiğimi söyleyebilirim.

Sizce “iyi yazar”ın tanımı nedir?

Öyle bir dönemdeyiz ki iyi yazardan çok kötü yazarlar görünür hâlde. Kimisi takipçi sayısı sayesinde bol satır aralıklı ve yüksek puntolu tweet kitapları çıkartıyor, kimisi yirmi üç yıllık yaşamından edindiği tecrübeleri aktaran hayat dersi kitapları. Toplumsal bir olayın üzerinden üç ay geçmesin ki hemen o konu hakkında bir kitap çıkmamış olsun. Boji’nin hayat hikâyesinin yazıldığını gördüğümü hatırlıyorum. Böyle olunca iyi yazardan tek beklentimiz düzgün cümle kurabilmesi oluyor ama geniş perspektiften bakalım. Bence iyi yazar, yazdığı dile hâkim olmalıdır. Anlattığı macera ne kadar özgün olursa olsun, kelime seçimleri, cümleleri ve tasvirleri tatmin edici düzeyde değilse yeterli okuma hazzını veremiyor. Öyle ya, yazarın hammaddesi kelimeler ve onları en iyi şekilde bir araya getirerek kaliteli bir nihai ürün ortaya çıkarmalı.

Yazmakla ilgili herhangi bir metodunuz var mı? (Belirli saatlerde yazma ya da gündelik kelime hedefleri v.b.)

Yazma sürecine girdiğimde kendime belli bir toplam kelime sayısı belirliyorum. Örneğin yazmak istediğim öyküyü on bin kelimede nihayete erdirebileceğimi düşünüyorsam bu hedefe göre günlük kelime kotası koyarım. Örneğin günde bin kelime yazıyor, ertesi gün, dün yazdıklarımın üzerinden geçip yazım ve imla hatalarını düzeltiyorum. Böyle olunca süreç ister istemez bir düzene oturuyor. Aynı zamanda hem klavyenin başına oturduğumda hem boş saatlerimde müzik dinlerim. Tercihen söz içermeyen, yazdığım türle ilişkili müzikler olur bunlar. Misal steampunk bilimkurgu yazacaksam steampunk müzikler dinliyorum. Fantastik bir öykü yazacaksam orta çağ müzikleri tercih ederim.

Bir Solarpunk üçlemesi kaleme aldınız. Güneş Tohumu olarak duyurduğunuz bu seriden biraz söz etmek ister misiniz? Neden Solarpunk?

Çok çabuk sıkıldığımı söylemiştim. Sürekli aynı tarzlarda yazarken de hemen sıkılıveriyorum. Bu yüzden sürekli yeni türler, yeni tarzlar deneme ihtiyacı hissediyorum. Solarpunk’ı da bilimkurgunun bir alt türü olarak en son ortaya çıkan tarzlardan biri olduğu ve Türkiye’de henüz yazılmış bir örneği olmadığı için seçtim. Açıkçası bir türün Türkçe’deki ilk örneğini vermek gibi bir ayrıcalığa sahip olmak, bu seriyi yazarken beni tetikleyen en iyi motivasyon kaynaklarımdan biriydi. İşte bu yüzden solarpunk.

Romanı en iyi şekilde nasıl tanıtabilirim emin değilim ama dilim döndüğü kadar söz edeyim. Zira pek çok katmanı olan, birkaç paragrafla anlatılamayacak kadar çok ayrıntı barındıran bir kitap.

Güneş Tohumu aslında sadece solarpunk türünde bir bilimkurgu üçlemesi değil. Aynı zamanda fantazyanın, bilimkurgunun, politik söylemlerin, öteki olarak adlandırılan kesimlerin sesini de barındıran melez bir yapıt. Örneğin karakterlerin büyük kısmı ya kaçak ve mültecilerden ya anasız babasız arkadaş gruplarından oluşuyor. Bu bakımdan hem olaylarda hem mekân anlatılarında hem de karakterlerde fantastik bilimkurgunun izleri görünebilmektedir.

Romanın ana olayının da geçtiği Vaskalerya Krallığı’ndan biraz bahsetmek isterim. Bu krallığın da yer aldığı dünya, kıyas vermek açısından söylüyorum, üzerinde yaşadığımız mevcut dünyadan birkaç yüz kat daha büyük, topraklarının henüz yüzde on kadarı keşfedilebilmiş olmasına rağmen onlarca bin yıllık medeniyetleri üzerinde barındıran, uzun bir tarihi olan fantastik bir dünya. Bu dünya hakkında yazmak istediğim daha onlarca hikâye ve roman var. Umarım yeterli motivasyonu ve zamanı bulurum.

Evreni yaratırken biraz da üniversitede okuduğum bölümden, iktisattan faydalandığımı söyleyebilirim. Zira Vaskalerya krallığı, yönetim biçimi olarak ademimerkeziyet anlayışını benimsemiş, kentlerine neredeyse sınırsız bir bağımsızlık tanımıştır. Böyle olunca da her şehir, kuruluş zamanında kendine seçtiği yönetim biçimi doğrultusunda gelişmiştir. Kimisi kendisine bilimi ve felsefeyi yol gösterici olarak almış, güneşten ve mühendislikten güç üreterek refaha ulaşmışken kimi kentler birtakım güçlü aile veya şirketlerin ya da kendisine soylu diyen birtakım insancıkların elinde mahkûm kalmıştır. Bazı kentler katı bir kapitalizm neticesinde buna bağlı kültürler oluşturmuşken bazıları özgürlükten yana tavır almış, sadece insanlara değil, hayvan ve bitkilere de kendileriyle eşit haklar tanımıştır.

Kitap aynı zamanda fantastik kurgu öğelerini de bolca barındırıyor.Bir kent, içinde yaşayan herkese farklı şekilde kokarken seriye adını veren Güneş Tohumu adındaki cevher her bakana farklı renklerde görünür. Bu da benim için hem romanın her bir bölümünü yazarken çeşitli zorluklar oluşturdu hem de açıkçası büyük keyif verdi. Böylece sadece bir maceraya, çatışan karakterlere, savaşlara ya da karmaşık olaylara bağlı kalmadım. Aynı zamanda uzun uzun felsefi çıkarımlar, kültür anlatımları, sosyolojik tahliller yapma fırsatım da oldu. Umarım okuyucu Belenağaç kültürünü, Yaratıcı Yıkım Yasası’nı ve Vaskalerya tarihine katkılarını ya da Söz Gimber’in Aylaklık Savunması konuşmasını okurken benim yazarken aldığım hazzı alır.

Romanın ana hikâyesi, dünya okyanuslarında kendi hâlinde yüzmekte olan devasa bir zaratan kaplumbağasının, kabukları üzerinde büyük bir ada taşıyan ve o ada üzerinde yaşayan insanları olan Şiyâmagâh’ın, Vaskalerya kentlerinden biri olan Karkoyu kıyılarına yanaşmasıyla başlar. Bu noktadan sonra krallığın ana felsefelerinden biri olan Yaratıcı Yıkım Yasası çerçevesinde, ülkedeki bilim insanları ve simyacılar Şiyâmagâh’a ve üzerindeki aşırı endemik doğal varlıklara ilgi gösterir. Şiyâmagâh adası üzerindeki bitki, maden, ağaç ve mantar türleri hatta adanın suyu ve bizzat kendisi, bilimin, simyanın ve büyünün gelişmesine eşsiz katkılar sunacak kadar değerli varlıklardır. Böylece ülke genelinde büyük bir bilimsel araştırma seferberliği başlar.Bütün bilimsel çalışmalarda illa ki olan bir hata sonucu ortaya çıkan bir felaket ise tüm ülkeyi teyakkuza geçirir. Artık Vaskalerya topraklarındaki yetkinlik sahibi herkes, Söz Gimber adındaki botanik mühendisinin, adadaki endemik türleri anakarada yetiştirme denemeleri sırasında yarattığı felaketi düzeltmek için seferber olmuştur. Üçleme boyunca işte bu çabalara ve elbette birtakım başka yan olaylara şahit olacağız.

Hız çağındayız malum. Bilgi sürekli form değiştiriyor. Sanatın ve edebiyatın bu bağlamda dönüşümü hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Görsel sanatların ve müziğin dönüşümüne zaten şahit olduk. Dijital çizimler ve müzik internet ortamında kendisine uzun zamandır alıcı buluyordu. NFT vasıtasıyla bu ürünler daha özel bir yere konumlanmaya başladı. Aynısının zamanla yazarlar için de gerçekleşeceğini düşünüyor, daha doğrusu umuyorum. Şimdilik bildiğim kadarıyla PDF ya da EPUB formatlarında NFT yaratılamıyor ama bunun da sırasının geleceğini düşünüyorum. Böylece en azından öykü ve romanların da bölünemez dijital kopyaları tüketicisinin karşısına çıkabilir. En azından fiziksel kitaplardan dijitale geçişte hem okurun ekrandan okuma yapma deneyimi daha özel bir yer bulur (sonuçta NFT formatındaki bir kitap aynı zamanda sanat eseri olarak da değerlenecektir) hem de yazar doğrudan kendisi kazanıyor olabilecektir. Tabii Güneş Tohumu’nu yazarken bilimkurgunun iyimser çocuğu olan solarpunk’ın optimist düşünce akımına fazla kapılmış da olabilirim. Zamanla göreceğiz.

Son olarak okurlarımıza söylemek yahut eklemek istediğiniz şey var mı?

Genel olarak Türk okuruna seslenmek isterim aslında. Çünkü gördüğümüz kadarıyla Türk yazarlardan ziyade yabancı yazarları daha çok, hatta bazıları sadece onları tercih ediyorlar. Ancak Türk yazarlar da son derece kaliteli işler çıkarıyor. Bizim tek dezavantajmız ise genel okur tercihinin yanı sıra kendimizi ticari kitapların arasından sıyıramamış olmak. Tabii burada devlet politikalarına, vergilere ve ekonomik şartlara da bolca değinebilirim ama kısaca anlatılacak meseleler değil. Umarım kültür dünyamız gerçek dünyamızın aksine ileriye doğru bir ivmelenme yakalar.

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

siyah bilimkurgu temsiliyet

Irksal Temsiliyetin Eksikliği ve Yeni Ufuklar

Bilimkurgu edebiyatı, geleceği hayal ederken toplumsal meseleleri göz ardı edebilir mi? Peki ya ırk ve …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin