Diyelim ki Plüton, Kuiper Kuşağı’nda değil de kayasal gezegenlerin bulunduğu bir konumda doğdu. Büyük ihtimalle bildiğimiz Plüton’dan çok farklı, kayasal bir gezegen olurdu. Çünkü hakiki Plüton’un yüzeyi tamamen buzlardan oluşuyor. Fakat biz adeta Universe Sandbox oynar gibi, hakiki Plüton’u alıp başka bir gerçeklikte, Güneş Sistemi’nin erken bir dönemine, Dünya‘nın yörüngesine taşıyoruz. Bu durumda Plüton’un ne bir uydusu olabilir ne de yüzeyinde tespit edilen o kalp şekilli tuhaf bölge. Belki de Plüton’un ömrü pek uzun olmayacak çünkü sistemimizin ilk dönemlerinde maruz kaldığı asteroid bombardımanı bu küçük gök cismini parçalara ayıracak. Yine de Plüton’un Dünya yörüngesinde sapasağlam kalabildiği alternatif bir gerçeklik düşünmeye devam edelim.
Plüton’un nitrojen kaplı yüzeyi tamamen buharlaşıp Dünya atmosferine benzeyen nitrojen ağırlıklı masmavi bir gökyüzüne dönüşecek. Plüton’un yüzey altında bulunan okyanus da açığa çıkıp gök cismini küçük bir okyanus dünyası haline getirecek. Plüton son derece küçük olduğu için Dünya yüzeyinde pek bir etki yaratacağı söylenemez. Fakat Ay’ın yörüngesini değiştirebilir. Yani bu hipotetik gerçeklikte Ay daha farklı bir yörüngede dönebilir. Belki zamanın birinde iki uydunun yörüngesi birbiriyle kesişecek ve bir felaket yaşanacak. Böylesi bir durumda Dünya’daki yaşam elbette tehlikeye girecektir. Hem kaotik gel-git olayları, hem de bu çarpışma ile yeryüzüne yağacak parçalar belki de Dünya’nın çehresini bambaşka bir hale getirecek. Evrim farklı bir yol izleyerek, bizim gerçekliğimizde var olan türlere hiç benzemeyen değişik türlerin ortaya çıkmasını sağlayacak.
Ancak Plüton ve Ay’ın birbirine girmediğini düşünelim. Her şey olduğu gibi kalsın. Bu senaryoda dahi, eğer Dünyalı bir medeniyet uzay gözlemi yapacak merceklerden yoksun ise ikinci bir uydunun varlığını fark edemeyecektir belki de. Plüton, Ay’dan çok daha küçük. Eğer Dünya’ya olan uzaklığı Ay ile aynı mesafedeyse ya da Ay’dan daha uzaksa parlak, masmavi ve dolgun bir yıldız gibi görünecektir en fazla. Yine de oraya gidip yerleşebileceğemiz kadar yakın olacaktır bize. Peki okyanus dünyası olan Plüton’a illa yerleşecek miyiz? Madem öyle neden Ay’a neden yerleşmedik? Çünkü Ay’ın vaat ettiği zenginlikler henüz yeni yeni ilgimizi çekmeye başladı. Uzay teknolojilerinin ortaya çıktığı yıllarda, uzayda madencilik yapmak bir bilimkurguydu. Şimdi ise Ay’daki madenleri hasat etmek yakın geleceğe dair bir proje.
Plüton ise okyanusu ve bizimkine benzeyen atmosferi ile uzay gözlemi yapan herhangi bir dünya uygarlığının ilgisini kolayca, en başından cezbedecektir. Fakat şunu göz önünde bulundurmak gerek. Bir zamanlar Ay’da sıvı su göllerinin bulunduğu düşünülüyor. Fakat bunlar tamamen uzaya saçılmış olmalı. Plüton’da eğer bir koruyucu tabaka oluşmazsa onun da okyanusu birkaç milyon yıla kalmadan tamamen yok olup gidecektir atmosferi ile birlikte. Geriye ne kalacak peki? Plüton’un çekirdeği. Yani çıplak gözle dahi göremeyeceğimiz bir gök cismi. Unutmayalım ki hakiki Plüton’un atmosferi bazı zamanlar Dünya’dan bile daha büyük. Bu da ne demek oluyor yani? Plüton’un buzlarla kaplı yüzeyi, cüce-gezegen Güneş’e yaklaştığı zaman parça parça buharlaşıp seyrek bir atmosfere dönüşüyor, Güneş’ten kopan solar rüzgarlar da bu atmosferi süpürmeye yetmiyor… fakat Plüton, eğer Dünya’nın uydusu olsaydı atmosferi tamamen süpürülüp giderdi.
Yine de diyelim ki alternatif gerçekliğimizde bir mucize yaşandı ve Plüton’un atmosferini de, okyanusunu da koruyacak bir tabaka oluştu. Bu manyetosfer de olabilir, bizim şimdiki gerçekliğimizde isim koyamayacağımız egzotik bir koruma kalkanı da olabilir. Fakat bu kozmik komşumuzun okyanusu da hiç cezbedici değil aslında. Çünkü oradaki suyun bileşeni bizim için zehirli olabilir. Hatta atmosferin ta kendisi bile… Yani Plüton’a gidecek insanlar oraya adapte olmadan korumasız yaşayamayacaktır. Korumadan ya da adaptasyondan bahsetmişken, Plüton’un yer çekiminden bahsetmemek olmaz. Plüton’da yer çekimi son derece düşüktür. Dolayısıyla oraya giden insanlar eğer yerleşmeyi düşünüyorsa kemik ve kas problemlerinden tutmuş, dolaşım ve kalp rahatsızlıklarına kadar pek çok sorunla karşılaşacaklar.
İşin tıbbi boyutundan ziyade psikolojik ve antropolojik boyutu da var. Biz başka yıldızlara gitmenin hayalini kuruyoruz fakat o kadar uzakta neye dönüşeceğimizi hiç kimse bilemez. Bu yalnızca mesafelerin ve zamanın insan mevcudiyetine bırakacağı korkunç bir etki değil, aynı zamanda kendi içimizdeki manevi kütlelerin de uğrayacağı bir aşınım, bir dönüşme hali. O kadar uzakta olmasa da, bir başka ‘dünya’da yaşamak insanları yeni bir evrim kademesine sevkedecek. Bu yalnızca maddi vücutlar bakımından da değil. Psikolojik anlamda da etkili olacak.
Tamamen maviler içinde bir dünyada olduğunuzu düşünün, esas geldiğiniz yerin hayali bir pus gibi gökyüzünde dolanıyor. Dünya her gün batıp doğuyor… O batarken onunla birlikte yüz binlerce ruhun nefes alıp verdiğini, dövüştüğünü, öldüğünü, korkunç kederler ve tanımı olmayan sevinçlerle kıvrandığını görüyorsunuz. Her şey o kadar basit ve tek düze ki. İşte, her türlü hayalin, her türlü umudun yeşerdiği topraklar orada, gökyüzünde, evrendeki diğer tüm şeylerin korkunç aleladeliği ile batıp doğuyor. En inanılmaz mucize bile artık bir resim gibi. Tüm bunları kozmik bir geometri halinde, her gün tüm aleladeliği ile seyrediyorsunuz. Unutmayın ki masmavi bir dünyada, türünüzün hiç alışık olmadığı habitatlarda yaşıyorsunuz. Nihilizm, depresyon, belki de daha önce hiç mevcut olmamış duygular çıkıyor ortaya.
Plüton’da yerleşik bir düzen kurmuş insanlar yeni sanat dallarının yeşermesine katkı sağlayabilir. İnsanlar oraya tümüyle yerleşip tüm zorlukların üstesinden geldikten sonra manevi ihtiyaçlarını dindirmeye zaman bulacak. Hatta birkaç jenerasyon sonra Dünyalı sanatları beğenmeyecek, kendi eterik, masmavi büyülü dünyalarında kendi sanatlarını üretecekler. Fakat bu konuma gelebilmeleri için uzun ve çok zorlu dönemlerden geçmeleri gerekiyor. Muhtemelen devasa dalgalarla da boğuşmak zorundalar. Plüton’un yer çekimi çok düşük, Ay ile ya da Dünya ile yaşanacak bir gelgitin etkilerini tahmin etmek zor. Belki de Plüton yukarıda bahsettiğimiz bir koloniden ziyade sörfçüler için turizm odağı haline gelir.
Plüton Dünya’nın uydusu olsa da olmasa da kesin tek bir şey var kainat bizi yalnızlığa mahkum ediyor. İşte bu kozmik yalnızlıktan ötürü belki de insan hayal kurmaya, düşler görmeye ve sanat yaratmaya mecbur.
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade