“Yanlış yerdeki doğru insan dünyanın en büyük değişimine sebep olabilir. – G-Man
Levye, Gordon Freeman, bomba, G-Man, Crossfire haritası, Lambda… Özellikle 90’ların sonu, 2000’lerin başında çocukluğunun kayda değer bir kısmını İnternet kafelerde geçirmiş, dükkanın abisine Masa 3’ü yarım saatliğine açtırmış bir nesil için bu kelimelerin tamamı tek bir oyuna tekabül eder: Half-Life…
Valve (ve yer yer Gearbox Software) tarafından geliştirilen ve Microsoft Windows içinse Sierra Studios tarafından dağıtılan Half-Life, bu denli geniş çaplı bir kitleye sahip olmasına karşın, söz konusu kitlenin hatırı sayılır bir kısmı, oyunu yalnızca çoklu oyuncu özelliğinin onlara sunduğu tecrübelerle hatırlar ve bu kitlenin görece çok azı oyunun bize sunduğu hikayeye aşinadır. Piyasaya çıktığı yıl (8 Kasım, 1998) adeta bir çığır açan bu oyunun, aslında Stephen King‘in kaleme aldığı The Mist (Sis) adlı romandan esinlendiğini de belirtmekte yarar var.
O kadar övdük, ettik… Elbette ki buradan sonrasında serinin hikayesinden bahsetmemek olmazdı.
Aslında serinin hikayesini açıklamak isteyenler genelde nereden başlayacaklarına emin olamazlar. Eğer işin ucunu kaçırırsak normalde 200- yılında (oyunda tam yılı hiçbir zaman belirtilmedi) geçen bir oyun hakkında 1940‘lara, yani Aperture Science adlı şirketin doğuşu ve yükselişine kadar inebiliriz. Fakat söz konusu köklü geçmişi, Half-Life ile aynı evreni paylaşan Portal adlı oyunun olası bir yazısında belirtmek daha akla yatkın olurdu sanırım. Biz şimdilik serinin evreninde gelişen olayların bütününden çok, Half-Life adı altındaki hikayeye odaklanalım.
Black Mesa Şirketi, özel sektör olmalarına karşın Birleşik Devletler hükümetinin ful desteğine ve sermayesine sahip bir organizasyondur. Ana karargahları New Mexico çölünde yer alır. Burası, 1950’lerde kıtalar-arası balistik füze tesislerinin bulunduğu bir yerken, sonradan şirketin satın almasıyla Black Mesa Araştırma Tesisi haline getirilmiştir. Özünde gezegenin ileri gelen bilim insanlarına ve onların bir hayli popüler araştırmalarına ev sahipliği yapan bir oluşum olmasına rağmen, aynı zamanda burada roket bilimi, zooloji, lazerler, ışıma, su enerjisi bilimi, robotbilim, genetik, uygulamalı matematik ve özellikle fiziğin her bölümüne dair alanlarda, yalnızca birkaç seçkin insanın bildiği türden gizli araştırmalar da yürütülmektedir ve takdir edersiniz ki söz konusu gizli araştırma ve geliştirmelerin en büyük müşterisi de hükümetin ta kendisidir.
Ana hikayenin (ve hatta her şeyin) başlangıcı da burasıdır işte: Black Mesa Araştırma Tesisi. Hikayenin ana odak karakteri olan 27 yaşındaki teorik fizik doktora mezunu Gordon Freeman ise bu tesise, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü‘nden hocası Isaac Kleiner‘ın önerisiyle atanmıştı. Freeman, erken yaştan beridir fiziğe ilgisi olan biriydi ve özellikle uygulamalı teleportasyon kavramı ve teknolojisi konusunda bir hayli saplantılıydı. Fakat akademik camianın bu alan konusundaki ilgisizliğinden ve sermaye yetersizliğinden dolayı hayal kırıklığına uğramasıyla özel sektöre yönelmeye karar veren Freeman, zamanla hocası Kleiner tarafından, özellikle söz konusu alana olan ilgisinden dolayı, bir iş fırsatıyla karşılaştı. İlk başta, Kleiner tarafından çağrıldığı projenin hükümet adına yürütülen bir diğer silah geliştirme proje olabileceğinden dolayı temkinli davranmış olsa da; bir süre sonra karşılaşabileceği son teknoloji ekipmanlarla ve özel sektörün ona sunabileceği fırsatların ihtimalleriyle teklifi kabul etmiş ve Black Mesa Araştırma Tesisi’nin Anormal Materyaller alanına atanmıştır.
Sabah saat 8:47‘yi vurduğunda, Dr. Freeman Sektör C‘deki planlanmış test odasına doğru daha yeni yol alıyordu. Black Mesa için bunun sıradan bir gün olduğunu söylemek hafif kaçardı sanırım; çünkü Gordon tesise adımını atar atmaz sistem çökmeleri, güvenlik ihlalleri ve benzeri teknik sorunlar peş peşe yaşanır hale gelmişti. Dahası, kilometrelerce çaptaki tesiste yaşanan bu arızalar yüzünden herkesin suçlayıcı bakışları Anormal Materyaller’deki sözüm ona pervasız bilim insanlarındaydı.
Gordon sektöre vardıktan sonra planlandığı gibi Çevresel Zararlar Giysisi‘ni (İng. “Hazardous Enviroment Suit” ya da kısaca “HEV Suit”) giyip, Anormal Materyaller Test Odası‘na adımını attığında, deneyden sorumlu diğer bilim insanları kendisine, deneyin standart prosedürden biraz sapacağını açıklarlar. Bu sapmanın sebebi, test edecekleri GG-3883 adlı kristalin mevcut en büyük ve en önemli numune olmasıdır. Kullanılacak test odasının bu denli yüksek enerji için yeterli olmayacağı fikri, kimilerinin bu deneyi tehlikeli görmesine sebep olsa da; yönetimin riskin düşük olduğu güvencesini vermesi, risklere rağmen devam edilmesi kararı alınmasını sağlamıştır.
Deneyde bir gözlemciden çok bir asistan olarak yer alan Freeman, korunaklı giysisiyle test odasına girip standart başlatma işlemlerine koyulduğunda her şey yolunda görünüyordu. Birkaç sensör zaman zaman öngörülemeyen değerler saptadı, ancak bu durumlar kısa sürede ortadan kaybolduğundan pek ciddiye alınmadı. Her şey en sonunda hazır gibi göründüğünde analiz edilecek materyal, bir el arabasına bağlanmış bir şekilde odaya getirildi ve Freeman onu analiz platformuna itti. Ve işte tam da o anda, kelimenin tam anlamıyla yer yerinden oynadı.
Dr. Freeman, arabayı platforma sokar sokmaz birçok bilim insanının aklından geçen fakat hiçbirinin ihtimal vermediği bir kaza yaşanır. Rezonans dalgası‘na (Resonance Cascade) sebep olan kuantum boyutundaki parçacıklar, bir anda gelişigüzel yerlerde çok boyutlu geçitlerin açılmasına neden olur. Bu da yetmezmiş gibi hiç de kaza gibi görünmeyen ve bu gezegene ait olmadığı anlaşılan çeşitli saldırgan türler ortaya çıkar. Bir şeylerin ters gittiği anlaşılır anlaşılmaz fişi çekmeye uğraşan bilim insanları başarısız olur ve patlama sonucu can verirler.
Buradan sonra yaşananlar takdir edersiniz ki trajedi üzerine trajedi… Gordon Freeman odadan çıkar çıkmaz adeta altüst olmuş tesisin yığınları arasından hayatta kalan birkaç kişiyi bulur ve onlar da Freeman’a herkesin yüzeye (Sektör C laboratuvarları ve hatta Black Mesa’nın büyük bir kısmı yer altında bulunuyor) varmaya ve orduya ulaşmaya çalıştığını söyler. Fakat peş peşe yaşanan kazalar ve akın akın ortaya çıkan yaratıkların arasında bu tip konularda hiçbir tecrübesi olmayan bilim insanlarının yüzeye kadar tek parça kalmaları ne kadar olasıdır ki? Bir şekilde varsalar bile çağırmayı planladıkları ordu gerçekten de bu insanlara yardım ede(bile)cek midir? Bütün bu soruları en azından bu yazıda cevapsız bırakmak, hikayeye aşina olmayanların tadını kaçırmamak için sanırım en iyisi.
Buraya kadar olan kısım tahmin edebileceğiniz üzere Half-Life’ın sadece ilk hikayesini, hatta onun da başlangıcını anlatıyor. Salt Half-Life adı altında geçen bu oyunun, aynı olayın farklı karakterler tarafından tecrübe edildiği Half-Life: Opposing Force, Half-Life: Blue Shift ve Half-Life: Decay (sadece Playstation 2 için) adlı üç devam oyunu da bulunuyor. Tesiste yaşanan olayların daha büyük felaketlere yol açmasını konu alan ve yine Gordon Freeman ana karakteri etrafında geçen Half-Life 2, Half-Life 2: Episode One ve Half-Life 2: Episode Two adlı, 2004-2007 yılları arası yayınlanan devam hikayeleri de mevcut. Yazının amacı okuyucuyu oyun hakkında meraklandırıp oynamaya teşvik etmek olduğundan, hikayeleri ve konuları tek tek anlatıp her şeyin tadını kaçırmak yerine şunu söyleyebiliriz ki; Half-Life serisi, hiçbir zaman mutlu sonla biten bir hikaye olmamıştır. Half-Life
Aslında seri hakkında bahsedilecek bir şey, daha doğrusu bir kişi daha var: G-Man. Gerçi siyah evrak çantalı, mavi takım elbiseli, bürokratik suratlı, adeta The X Files‘ın “Kanser Adam“ (İng. Cancer Man) kılıklı ve Gordon Freeman gibi(!) bireylere karşı profesyonel ilgi duyduğu her halinden belli bu ne idüğü belirsiz kişi hakkında söylenecek tatmin edici hiçbir şey olmadığı (hala kim olduğu ve ne istediği tam olarak bilinmiyor) için; kendisi hakkında çok az bilinen şeyleri buraya dizmektense yine yukarıda bahsettiğim taktiği uygulayıp oyuncunun tecrübesine bırakmak en iyisi olacaktır.
Half-Life’ı başarılı bir bilimkurgu yapan sadece hikayesi ve elementleri değil; onun aynı zamanda isimleridir de! Kayda değer seviyede fizik bilimine aşina olan herhangi biri çoktan fark etmiştir ki, oyunun asıl adı olan Half-Life ismi, özellikle ışıma alanında kullanılan ve bir radyoaktif izotop miktarının yarıya inmesi için gereken zamanı tasvir eden “yarılanma süresi” (half-life) adlı tabirden gelir. Bununla birlikte sonradan çıkan Half-Life: Blue Shift, herhangi bir elektromanyetik dalgaboyunun azalmasıyla oluşan frekansının yükselmesinden söz eden “maviye kayma” olgusundan gelmiş olup; Opposing Force ise Isaac Newton‘un üçüncü hareket yasasına (basitleştirilmiş tabiriyle: “Her etkiye karşılık eşit ve zıt bir tepki vardır.”) bir atıftır. Decay ismi ise, adından da anlaşılabileceği üzere, “üstel bozunum” adı verilen olgudan gelir.
Kısacası; isimleri, karakterleri, müzikleri ve hikayesiyle Half-Life radikal bir bilimkurgu eseridir. Hiç şüphesiz gerek ilk çıktığı gün oynayanların, gerekse yeni başlayanların akıllarının bir köşesinde ömür boyu özel bir yer edinecek ve onları hiç rahat bırakmayacaktır.
Not: Makalede kullanılan görsellerin birkaçı, sonradan Half-Life’ın hayranları tarafından tasarlanan Black Mesa (eski adıyla Black Mesa Source) adlı yeni yapımdan alınmıştır ve taslak görüntü dışında Half-Life evreniyle direkt bir bağlantısı bulunmamaktadır.
Hazırlayan: Burak M. Kılıç