Warhammer 40K oyunlarında geleceğin ordularına kumandanlık edersiniz; karanlık ormanlarda, bazen şehirlerden artakalan harabelerde savaşırsınız. Deus Ex serisinde siberpunk distopyayı tadarsınız, karanlık komplolara karışırsınız. Fallout oynarken kıyamet sonrası bir dünyayı deneyimlersiniz. Piyasada bilimkurgu içeriğini sonuna kadar tadabileceğiniz onlarca oyun vardır tıpkı bunlar gibi. Peki GTA Vice City? Bu oyunun neresi bilimkurgu? Vice City denince akla gelen pek çok şey arasında bilimkurgu bulunmaz. Oyunda bilimkurgudan bahsetmek pek de mümkün değildir zaten. Bu yüzden daha önceki GTA San Andreas incelememizin aksine, oyunun içeriğinden değil, tamamından yola çıkarak bilimkurgu içeriğini keşfedeceğiz. Bir neslin illaki oynamış olduğu, ilk kez sanal özgürlüğü tattığı bu oyunu tekrardan gün yüzüne çıkaracağız.
Vice City, 80’li yıllarda geçen bir oyun. Radyolarda o dönemin müzikleri, kaldırımlarda, sokaklarda, binalarda ve gün ışığında bile dönemin modasına ait bir şeyler var. Bu estetik günümüzde artık bir nostalji. Yitip giden bir çağın nostaljisinden bilimkurgu yaratan simyagerliğe retrofütürizm deriz. Vice City’nin içeriğinde neredeyse hiç bilimkurgu olmasa da, bu retrofütürizm sayesinde bilimkurguya tutunan neon renkli bağlara sahiptir. Oyunda karşımıza çıkan teknoloji, televizyonlar, kaba saba telsiz gibi telefonlar, uzaktan kumanda ile kontrol edilen maket helikopterler vesaire bir çağın o büyülü hatırasını dijital dünyamızda yeniden yaratır. Synthwave ya da vaporwave bir arafı vardır bu dünyanın. Zaman emülatörleri varlığı iki kola ayırır. Bir yanda hakikat, gerçekte olduğu haliyle, diğer yanda ise gelecekteki insanların zihnindeki projeksiyonlar halinde akar. 80’li yılların retrofütürizmi, kasetlerle dolu olacaktır ve synth müziğin neon desenleriyle…
80’li yıllarda üçüncü nesil konsollar henüz yeni ortaya çıkıyordu. Dünya Süper Mario, Packman gibi oyunlarla tanışıyordu. Amerika’daki, Japonya’daki restoranlarda arcade oyunlar oynanabilecek makineler bulunuyordu. Arcade oyunların altın çağıydı bu yıllar. 8-bit evrenler. Oyun konsollarının biçiminde bile o yılları yaratan kumaştan bir doku parçası bulunur. Vice City gibi bir oyunu, o yıllarda hayal etmek zor olacaktır. Süper Mario’nun büyüleyici 8-bit dünyasına kıyasla Vice City, 80’lerin bakış açısından bir bilimkurgudur. Taş çağı fütürizmi stonepunk, 19. yüzyıl fütürizmi steampunk ise, bu devrinkine de kaset fütürizmi diyebiliriz. Ekonomik, sosyal ve kültürel yaşantının asla 80’lerdeki halinden ileriye gitmediğini düşünelim. Sovyetler çökmemiş, o meşhur grunge albümleri ortaya çıkmamış, Michael Jackson ise bir müzik ilahına dönüşmüştür. Ozon hâlâ deliniyordur. Seksenlerin geometrik desenleri ve SEGA oyun konsollarına benzeyen estetiği tüm dünyaya, hatta uzaya yayılıyordur. Afrika’nın ücra köşelerinde, tenekelerden, atık maddelerden ve geri dönüştürülmüş bilgisayar parçacıklarından kurulan gecekondu kasabalarında bile McDonalds bulunmaktadır yahut insanlar kola içiyordur.
Böyle bir evrende oyun piyasası giderek evrilir. Rekabet artar. Bir şirket sanal gerçeklik konsolları çıkarır. Gençler bu konsollar ile Vice City’den hallice bir oyun dünyasına kaptırır kendini akın akın. Bu sanal gerçeklik deneyiminde yaşadıkları bir şey onları yavaş yavaş canavarlaştırır. Yaşanan gerçekliğe döndükleri zaman da zihinleri hâlâ o konsoldaki gerçekliği yaşadığı için sapkın şiddet olaylarına, anlaşılmaz tavırlara, yozlaşmaya karışır. Synthwave bir Otomatik Portakal. GTA Vice City’nin vaat ettiği retrofütürizm üzerine daha pek çok şey yazılabilir. Lakin incelendiği zaman oyunun içeriğinde de bilimkurgu ile karşılaşmak mümkündür. Tabii bu alenen değil, dolaylı olarak, bizim yorumlamamıza dayalı bir bilimkurgudur. Örneğin, oyun haritasını incelediğimiz zaman birbirine köprülerle bağlı adalar görürüz. Bu adalar tamamen denizle çevrilidir. Anakara bağlantıları yoktur. Okyanusta öylece duran birbirine köprüler ile bağlı bir takım ada. Yaşam son derece canlı, renkli, bazen karanlık. Bir tarafta gökdelenler yükseliyorken, öbür tarafta gecekondu mahalleleri var.
Tüm bu şeylerde bir ilginçlik yokmuş gibi görünebilir. Sonuçta oyun 2002 yılında piyasaya çıkmış ve kapsamlı bir harita beklemek anlamsız. Elbette oyunun geçtiği dünyayı denizle çevreleyerek sınırları bu şekilde yaratacaklardı. Ancak Vice City şehrinin yayıldığı o takımadaların görünümü, gelecekte okyanus üzerinde kurulacak yerleşimleri çağrıştırmıyor değil. Birbirine köprüler ile bağlı, kendi kendine yetebilen okyanus üzeri yerleşimler. Örneğin, Vice City’nin çok canlı bir kültürel yaşamı var. Şehirde pek çok milletten, sosyal-ekonomik gruptan insan bulunuyor. Kübalılar, Haitililer, redneckler, Karayip ülkelerinden göçmenler…
Gelecekteki okyanus üzeri yerleşimlerde de uluslararası bir ortam beklemek mümkün. Tabii Vice City’de Kübalılar ve Haitililer çeteleşmiş halde, birbirleri ile bölgeler için mücadele ediyordu. Okyanus üzeri yerleşimler böyle çatışmalar kaldırmayacak kadar kırılgan olacaktır. Dolayısıyla daha barışçıl bir ortam beklemek mümkün. Ama tıpkı Vice City’deki Ocean Drive gibi pahalı yarış arabalarının gezindiği, neon ışıkların geceyi damgaladığı otellerin yükseldiği caddeler görebiliriz. Vice City senaryosunda sürat teknelerinin yeri çok önemliydi. Açık denizde, adaların arasında vesaire dolanan sürat tekneleri görmek mümkündü. Okyanus üzerinde kurulan yerleşimler birbirleriyle bu tarz tekneler sayesinde hızla gidiş geliş sağlayabilir. Aynı zamanda helikopterler ve deniz uçaklarıyla da.
Vice City ile bilimkurgu arasında bir bağ kurmak kimine göre zorlama görünecektir ilk başta. Oysa bilimkurgu her şey ile bağ oluşturabilir. Sadece bakış açısı ve yaratıcılık gerekli. İnsanın hiç yaşamadığı bir çağı tatması güzel bir duygu. Zamanda gezginlik yapmak da öyle. Hayaller insanın ruhunu besler. İnsan ruhu yaşadığı gerçekliğin dar çemberlerinde kısılıp kalmamalı. Zor bir dönemde yaşasak da, insan kendine hayal kuracak fırsatı, bu iyiliği tanımalı. Nitekim Vice City, bir neslin çocukluğunda haşır neşir olduğu dijital dünyayı içeriyor. Bundan yola çıkarak bilimkurguyu irdelemek, tanıdık ve özlenen topraklara dönmek gibi bir deneyim olacaktır.
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade