Pandemi… Ancak bu sefer Dünya’da değil, Jüpiter’in uydusu Callisto’da! Sonsuzluğun korkusu yetmezmiş gibi bir de çağımızın korkusu enfeksiyon hastalıkları ekleniyor. The Callisto Protocol, üçüncü şahıs kamera açısı kullanan bilimkurgu temalı tek kişilik bir korku-hayatta kalma oyunu. Yazının devamı spoiler içeriyor, ana hatlarıyla nasıl bir yapım olduğunu özetliyor. Bu sayede size hitap edip etmediğine karar verebilirsiniz.
Atmosferi, karakter tasarımları ve oynanışı bakımından çok büyük oranda Dead Space’e benzediğini belirterek başlayalım. Bunun nedeni, geliştirici firma Striking Distance Studios’un Dead Space’in de geliştiricisi olan Visceral Games’teki bir grup tarafından kurulması. Dead Space hakkındaki inceleme yazımıza buradan ulaşabilirsiniz. Oyunun yayıncılığını ise meşhur battle royale oyunu olan PUBG: Battlegrounds’tan bildiğimiz Krafton üstleniyor.
Unreal Engine 4 isimli oyun motorunda geliştirilen yapımın yönetmen koltuğunda iki kişi oturuyor. Bu isimlerden biri Dead Space’in yaratıcılarından Glen Schofield ve diğeri de yine aynı oyunun post-prodüksiyon yönetmeni Scott Whitney. Ayrıca Dead Space’te çalışan Christopher Stone, Primo Navidad ve Tristan Sacramento gibi isimler de ekipte yer alıyor. Oyuncu kadrosunda ise Transformers serisinden hatırladığımız Josh Duhamel, The Boys dizisinden bildiğimiz Karen Fukuhara ve çeşitli Star Wars yapımlarından tanıdığımız Sam Witner var. Günümüzde büyük bütçeli oyunlar, tıpkı büyük bütçeli filmler gibi motion capture teknolojisi kullandığı için oyundaki karakterler gerçek aktörler tarafından canlandırılıyor. Bu sayede prodüksiyon aşamasında çok daha gerçekçi ve detaylı üç boyutlu animasyonlar oluşturulabiliyor. Eleştirmenlerden ortalama bir puan kapan oyun PlayStation 4, PlayStation 5, Windows, Xbox One ve Xbox Series X/S platformlarında 2 Aralık 2022 tarihinde yerini aldı. Çıkış tarihinde bilgisayarda büyük optimizasyon problemleri yaşadı. Ardından geliştirici firma, bunun teknik bir güncelleme hatası olduğunu açıkladı. Playstation tarafında ise ufak tefek fps düşüşleri görülebiliyor.
Jacob Lee (Josh Duhamel), 2320 yılında Birleşmiş Jüpiter Şirketi adına Jüpiter’in uyduları arasında taşıma işi yapan bir kargo gemisi pilotudur. Görevi, partneri Max Borrow ile birlikte Jüpiter’in uydusu Callisto’ya gizemli bir kargo götürmektir. Fakat gemiye bir saldırı olur ve kimliği bilinmeyen oksijen maskeli bir kadın kargoyu çalmaya çalışır. Bu hadiseden sonra olaylar daha da kötüye gider, gemi Callisto’ya düşer ve arkadaşı Max hayatını kaybeder. Uydunun güvenlik şefi Kaptan Leon Ferris ve ekibi Jacob’u kurtarır, ancak çeşitli nedenlerden ötürü karakterimiz Siyah Demir Hapishanesi’nde mahkûm olur. Hücresinde bir kaosa ve sıra dışı bir pandemiye uyanır.
Üçüncü şahıs omuz kamerasından kontrol ettiğimiz karakterimizin oynanışı doğal olarak Dead Space ile fazlasıyla benzerlik gösteriyor. HUD (Heads-Up Display) adı verilen ve can, envanter, mühimmat gibi oyuncuya sürekli bilgi sağlayan arayüz tıpkı Dead Space’teki gibi tasarlanmış. Yani ekranın köşelerinde simgeler yok; karakterin üzerinde holografik işaretler ile temsil ediliyor. Örneğin can barımız “çekirdek cihazı” adı verilen ensemizdeki holografik ışıklardan izlenebiliyor. Mühimmat, nişan alırken silahın üstünde holografik olarak görünüyor. Hikaye gereği elimizde biyofaj inhibitörleri veya monoklonal antikorlar olmadığı için enfekte düşmanların üstesinden gelebilmemiz için mecbur kaba kuvvet kullanmamız gerekiyor (!). Silahların üç boyutlu yazıcı ile basılması ve silah değiştirme animasyonu harika tasarlanmış. Her ne kadar silah kullanma mekanikleri tatmin edici hissettirse de, oyun bir noktada sizi biyofajlar ile yakın dövüşe zorluyor. Bu durum oyuncu açısından kısıtlayıcı hissettiriyor.
Öte yandan bazı biyofaj tipleri, Dead Space’teki Necromorph’ların uzuvlarını kopardığımız gibi uzuvlarına ateş edince mutasyona uğruyorlar ve daha güçlü saldırı paternleri geliştiriyorlar. İnce düşünülmüş bir detay. Fakat mutasyonların rastgele yaşanması ve dövüş mekaniği açısından oyuncuların daha özgür davranabilmesi daha iyi olurdu. Üstelik silah değiştirme ve enjeksiyon ile can doldurma mekaniği o kadar yavaş ki aksiyon anında gerçekleştirmek mümkün değil. Ayrıca aksiyon sekansları birçok yönden yetersiz ve eksik kalmış. Biyofajlara sırtınızı döndüğünüz anda darbe yiyorsunuz. Zaten dövüş mekanikleri oturmamış. Final sahnesindeki bölüm tasarımının ve savaş yapısının da berbat olduğunu söylemek gerek…
Öte yandan yenilikçi bir yetenek olarak sıyrılma (dodge) mevcut. Fakat saldırının geldiği yöne doğru analogu ittirerek sıyrılma (dodge) gerçekleştiriliyor, bu da sıra dışı bir mekanik ile oyuna yedirilmiş. Başlarda oldukça tuhaf hissettirse de hemen alışıyorsunuz. Tek problem aşırı basit bir mekanik olmasından ötürü neredeyse hiçbir darbe almamanız. Ayrıca sıyrılmanın ağırlıklı olarak teke tek karşılaşmalar için hazırlanmış olması büyük bir eksik. Birden fazla biyofaj ile karşılaşınca kameranın odakladığı noktada karışıklıklar olabiliyor ve ekranda olmayan biyofajlardan darbeler alıyorsunuz. Bu durum The Last of Us Part II’deki akıcı sıyrılma mekaniklerinin aksine oldukça sinir bozucu ve yetersiz hissettiriyor.
Oyun, sırtını tatmin edici animasyonlarına yaslıyor gördüğümüz kadarıyla. Jacob’a baktığımızda, çekirdek cihazı ile resmedilen can barı sıfırlanırsa biyofajlar tarafından dehşet verici animasyonlar ile öldürülüyor! Dead Space’te de (özellikle Dead Space 2’deki göz için enjeksiyon sahnesi) korkutucu ölüm animasyonları mevcuttu. Fakat The Callisto Protocol’de çağın getirdiği teknolojik yenilikler nedeniyle hem grafiksel hem de çeşitlilik anlamında belirgin artış mevcut. Oyunun süresinin her şeyiyle birlikte yaklaşık 12-14 saat olduğu belirtiliyor. Fakat kupaları (Playstation’da trophy, Xbox’ta achievement) tamamlamak istiyorsanız bu süre 20 saati bulabiliyor ki bu da hikayeli oyunlar açısından nispeten kısa diyebiliriz.
Genel hatlarıyla baktığımızda, temellerini Dead Space mekanikleri üzerine kurmuş ve birçok pandemi temalı post-apokaliptik yapımdan esinlenmiş bir sentez olduğunu görüyoruz. The Last of Us’taki clicker’lara (takırdayan) benzer kör mutantlar, Alien’daki chestburster’lara benzer larvalar ve I Am Legend ile The Walking Dead karışımı enfekte bireylere benzer biyofajlara (biyo- canlılık, -faj yeme kelimelerinden türetilmiştir. Bkz. Bakteriyofaj.) rastlamak mümkün. Ayrıca biyofaj tasarımları The Last of Us ve I Am Legend yapımlarında gördüğümüz hastalıklı “zombi-benzeri” insanlardan ziyade Alien ve The Thing karışımı “uzaylı” tasarımlarını andırıyor. Zaten hikayedeki patojen de Callisto’nun yeraltı denizinde bulunan bir canlının cesedinden köken alan “uzaylı” patojen.
Toparlamak gerekirse, hikaye sıradan ama hikaye sunumu iyi olduğu için merak uyandırıcı; grafikler ve atmosfer nefis, son sahnedeki savaş dışında bölüm tasarımları ortalama, vuruş hissiyatı tatmin edici, biyofaj tasarımı güzel ama çeşitliliği kısıtlı, en önemlisi ise aksiyon esnasında eksik ve yavan kalan mekanikler. Eğer The Last of Us, Dead Space, The Walking Dead, Resident Evil ve I Am Legend gibi pandemi temalı post-apokaliptik hayatta kalma yapımlarını seviyorsanız The Callisto Protocol’u de deneyimlemeniz önerilir. Oyunu destekleyecek platforma sahip değilseniz, adeta bir dizi gibi YouTube’dan da izlenebilirsiniz. Her ne kadar The Last of Us seviyesinde “başyapıt” olmasa da, tüm eksiklerine rağmen uzun zamandır açlığını çektiğimiz bu alanda “remake” dışı yeni ve sürükleyici bir yapım görmek keyiflendiriyor.