80’li yılların ortası, lisedeyim; ilk defa bir dergide ismimi gördüm. Tübitak Bilim ve Teknik Dergisi’nin okur mektupları köşesinde… Yazının içeriği “Kurgubilim değil, Bilimkurgu” idi. Dergide yayınlanan bir yazıda ne yazık ki bilimkurgu yerine “kurgubilim” kullanılmıştı. O tarihlerde yaygın ve hatalı olarak kurgubilim kelimesi kullanılıyordu. (Bugün de süregelen bir yanlış.)
Ben çocukken tek kanallı ve siyah beyaz TRT’de, kısıtlı yayın saatine rağmen birçok bilimkurgu dizisi ve filmi yayınlanırdı ama basılı eserler azdı. Türkiye’de yayınlanan en eski bilimkurgu serisi Çağlayan Yeni Dünyalarda serisidir. Sonrasında Okat‘ın Uzay ve benim her ay bayiden aldığım Baskan‘ın Kurgu-Bilim serileri geldi. Bunların çoğunu okuma şansına ulaştım. Asimov ile Altın Kitaplar sayesinde tanıştım.
Bu serilerde bilimkurgunun altın çağının yazarlarının eserleri yayınlanırdı. Ya Türk bilimkurgu yazarları… Çocukken Türklerin yazdığı bimkurguya en yakın eserleri, Tercüman ve Milliyet Çocuk dergilerinde ve o tarihlerde satışı 1 milyonu aşan Gırgır dergisinin çizgi romanlarında okudum.
1986 yılında üniversiteyi kazanıp İstanbul’a taşındığımda Türklerin bilimkurgu adına neler yaptığını öğrenmeye başladım. Selma Mine, Bülent Akkoç, Sezar Erkin Ergin, Giovanni Scognamillo, Zühtü Bayar ve Orhan Duru duyduğum ilk isimlerdi.
X-Bilinmeyen, Antares gibi dergi çalışmaları olmuştu.
Peki, bu türe ilk defa “bilimkurgu” ismini koyan kişi kimdi dersiniz? Orhan Duru.
Dünya’da “science-fiction” teriminin isim babası, bugün adına ödül verilen dergi yöneticisi, editörü ve yazarı Hugo Gernsback’tı. Türkiye’de ise 1 Ocak 1973 tarihli Türk Dili ve Edebiyatı dergisinde Orhan Duru “bilim kurgu” ismini önerir. Buraya tıklayarak, terimin ortaya çıkışını ayrıntılı olarak okuyabilirsiniz.
Orhan Duru’nun ayrıca “Yoksullar Geliyor” adlı kitabında bilimkurgu öyküleri de vardı. Kitaba ismini veren öykü okuduğum en iyi bilimkurgular arasında sayılır.
Kendisinin ismini çok duymuştum ama 1988 yılında tanışabildim. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi iken çalışmaya başlamıştım. Hürriyet Gösteri, Hafta Sonu ve Hürriyet magazin servisinden sonra Güneş gazetesine girdim. Orhan Duru o tarihte Güneş gazetesinin Yazı İşleri Müdürü’ydü. Magazin muhabiri olarak birkaç ay çalışırken kendisiyle hiç görüşmeye gitmedim ama okulda sınavlara gitmem gerektiği için o tarihteki magazin müdürü beni işten çıkardı. İşten ayrılmadan önce Orhan Duru ile tanışmak istedim. Beni çok sıcak karşıladı. Yoğun iş ortamı içinde bir saatten fazla muhabbet etti. Bana yazı işlerinde görev teklif etti. Ama o zamanki şartlarım içinde reddetmek zorunda kaldım. (Kabul etseydim hayatım nasıl değişirdi bilemiyorum.)
O tarihlerde, içinde bilimkurgu öyküleri de olan “Şişe” adlı bir öykü kitabı yayınlanmak üzereydi. Hediye etmek için tekrar görüşmek istedi. İkinci görüşmemizde prodüksiyon şirketinden gelen bir bayan vardı. Cem Duna’nın yönetimindeki TRT’nin ikinci kanalına bir bilimkurgu dizisi yapmak istiyorlardı. Orhan Duru yoğun işleri nedeniyle teklifi geri çevirdi ama ne yaptı dersiniz: Oradaki genç yazarı, yani beni önerdi.
O prodüksiyon şirketiyle birkaç ay “Alacakaranlık Kuşağı” tipi bir bilimkurgu dizisi önerisi hazırladık. Her bölüm farklı hikaye içeriyordu. Fakat tam biz projeyi verdiğimizde Cem Duna aniden TRT Genel Müdürlüğü görevinden ayrıldı ve yerine yenilikçi olmayan Kerim Aydın Erdem atandı. Yeni genel müdür dışarıdan proje alınımını durdurdu.
Orhan Duru hayatıma önemli bir olayda daha girdi. 1995 yılında yazarlığı bırakmıştım. Dört yılı aşkın süre hiçbir şey yazmadım. 1999 yılı Metin Demirhan’ın çıkardığı Nostromo Bilimkurgu Dergisi bir kısa öykü yarışması düzenlemişti. Ödüllerden biri ünlü İsviçreli ressam H.R. Giger’ın deseni olan, sınırlı sayıda üretilmiş bir saatti. O saati kazanmak için iki öykü ile yarışmaya katıldım. “Depo” adlı öyküm birinci oldu. Orhan Duru da birinciliği kazandığım jüride bulunuyordu. (Yarışmaya katılan öykülerin üzerinde yazar ismi değil rumuzlar oluyordu. Yani tanışıklığımızın sonuca bir etkisi yok.)
Vefatından bir yıl önce ise bazı kitaplarının basılması için bir yayıneviyle görüşmesine aracı olmuştum. Görüşme iyi geçti ama sonrasında yayınevinin içinde bulunduğu şartlar nedeniyle olumlu sonuçlanmadı. Bu hala beni üzen bir konudur.
Orhan Duru ile üç kez görüşebildim ama her seferinde hayatıma önemli ve hayati dokunuşlar yaptı. 1999 yılında kazandığım öykü birinciliği olmasa, 2001 yılında kriz nedeniyle işsiz kaldığımda yazarlığı profesyonel olarak yapmayı düşünmezdim. Orhan Duru’nun bilimkurgu ile ilgilendiği, isim babası olduğu ve öyküler yazdığı dönemin ayrı bir önemi vardır. Yayınevleri Türk bilimkurgu yazarlarına şans vermiyor, tür “kaçış edebiyatı” olarak görülüyor, hatta katıldığım bir paneldeki editör “Türkler bilimkurgu ve fantastik kurgu yazamaz” diyordu. İlk kitabım “Kızıl Vaiz”i verdiğim bir yayınevi editörü, “İyi bir yazarsınız ama neden normal şeyler yazmıyorsunuz” demişti.
Bu yazı tanıştığım ve hayatıma önemli etkisi olan “Orhan Duru” üzerine oldu. Orhan Duru’nun Türk Edebiyatı’ndaki yeri büyük ve tartışılmaz ama ben size onu, yazdıkları dışındaki yönüyle anlatmak istedim. Sadece üç kez gördüğü bir gencin yazar olmasını sağladı.
Orhan Duru 25 Ocak 2009 senesinde aramızdan ayrıldı. Bugün Türk bilimkurgu edebiyatı varsa onun çabaları ve önemli katkısı sayesindedir. Umarım bir gün Orhan Duru bilimkurgu ödülleri verildiğini görürüz.
Hazırlayan: Orkun Uçar
Bir bilgi yanlışlığını düzelteyim: Kerim Aydın Erdem zamanında yayım alımlarının durdurulduğunu söylüyor Orkun bey fakat her ne alaka ise Japonya ile TRT arasındaki en büyük yayın alım anlaşması yine o dönemde imzalanıyor. Orkun bey Anime’leri bilimkurgudan saymıyor mu bilmiyorum ama yine de belirtmek istedim.