Pek çok bilimkurgu yapıtında komün uygarlık ya da komün canlılar temasının işlendiğine şahit olmuşsunuzdur. Çoğu insanın en büyük hayalinin ayrı eve çıkmak olduğu günümüzde, bu yaşam biçiminin sürdürüldüğünü görmek ilginç bir deneyim. Sovyetler çöktü çökmesine ama bazı uygulamaları yer yer devam ediyor. Komünalka dedikleri, büyükçe bir daireyi birden fazla aile ya da bireyin paylaşmasına dayanan uygulama St. Petersburg’da hâlâ sürüyor. Muhtemelen başka şehirlerde de vardır. Diyelim ki bir evin beş odası varsa, her odada, birbiriyle kan bağı olmayan aileler veya bireyler kalıyor. Mutfak ve banyo ise ortak kullanım alanları.
Daha eski olanlar kıdemli sayılıyor ve daha büyük odalar onların oluyor. Eve sonradan gelenler veya yalnız olanlarsa küçük odaları alıyor. Ortak kullanım alanlarına dair katı kurallar koymuşlar. Bulaşığını yıkamayı erteleyemiyorsun mesela. Bugünkü hostelleri andırsa da, komünalka usulü odalarda hostellerde olduğu gibi öyle iki katlı ranzaların olduğu tarzda bir yerleşim yok. Eve girince ayakkabıları çıkartıp terlik giyme kuralı bize yabancı değil; ama eve girince elleri yıkamanın kural olması enteresan geldi açıkçası.
Mesela bir akademisyen yüzlerce kitabıyla bir odada kalırken yan odada St. Petersburg’a çalışmak üzere gelmiş Özbek bir çift yaşıyor. Bebekli bir çift ise bir başka odada kalıyor. Tuhaftır, bebekli çiftin odasında piyano var. Evi paylaşan bu farklı farklı kişiler arasında bazen ister istemez tartışma çıkıyormuş; ama birlikte yemeğe oturup sohbet ettikleri de oluyormuş. İnternette komünalka konusundaki videoları seyretmek çok zevkli. İnsan “Türkiye’deki metropollerde de böyle bir seçenek olsaydı keşke” diye düşünmeden edemiyor.
Kızıl İnsanın Sonu adlı kitapta Sovyet dönemindeki mutfak sohbetlerinden söz edilir. Mutfak ortak kullanım alanı olduğu içindir belki, en içten sohbetler orada yapılırmış. Devletin her yerde hissedildiği dönemlerde bile mutfaklar özgürlük alanıymış. Brejnev’i mi eleştireceksin mesela, hadi gel mutfakta konuşalım. Makanin’in Underground adlı müthiş bir romanı var. Kitabın kahramanı komünalkada yaşayan yalnız bir yazar. Sovyetlerin çöküşüyle birlikte, 90’ların ilk yarısında bu evlerde yaşayanların çok cüzi paralara ikna edilip, ikna olmazlarsa mafya tehditiyle evlerden nasıl çıkartıldıklarını anlatıyor.
Şartların mecbur kılması da söz konusu tabii. Mesela kimisi “kendime ait bir dairem olsun isterdim” diyor. Buna rağmen, insanların daha ucuz olduğu için, yani bir bakıma mecburen paylaştığı o evlerin kitaplarla dolu olması ve piyano çalmaları filan, ekonomik şartlara rağmen bazı değerlerden ödün vermediklerinin de bir göstergesi. Wilde demiş ya hani, lükslerimi bana verin, ihtiyaçlarım sizin olsun diye, o hesap.
Hazırlayan: Tamer Ertangil