Konusu veya amacı önemli değil; insan her zaman bilmek ister. Tek derdi karnını doyurmak olan, sadece çocukları için yaşayan, sadece kendisi için var olan veya dünyayı ele geçirmeye çalışan insan da küçük veya büyük bir mesele olması fark etmeksizin bir arayış içerisindedir. Yani insanın minimalist olup olmaması kendi doğasını reddeden bir anlam taşımamaktadır. Bu arayışın en önemli nüvelerinden biri de gelecektir. İnsanın gelecek tasavvuru, her dönem makul sınırların dışına çıkmaya meyillidir. Bunun sebebi olarak ben, “Makuliyet Kuramı” adını verdiğim bir psikolojik durumu görüyorum.
1950’ler ve 60’larda veya daha öncesinde yaşayan insanların gelecek tahayyüllerine baktığımızda çoğunlukla makul sınırları aştıklarını ve gerçekleşmesi zor olan ihtimalleri, kendi dönemlerindeki aletleri geliştirerek mümkün kılabileceklerini düşündüklerini görüyoruz.
Geçmiş dönemlerde yapılan gelecek tahminlerinin çoğunluğu ulaşım üzerinedir. Ve genelde de ulaşımın göklere çıkarılması gibi bir tahayyül vardır. Bunun altında yatan sebeplerden biri insanların teknolojik gelişmeyi temsil ettiğini düşündüğü en önemli simgelerden biri olarak gökyüzünü, insanın kendi amaçları doğrultusunda daha fazla kullanabilmesidir. Gelecek ve zamanla ilgili algılarımız şekillenirken en önemli tetikleyicilerden biri de kurgusal yapıtlardır. Örneğin bugün kullandığımız bazı teknolojik aletlerin; hem iç tasarım olsun hem dış tasarım olsun, kurgusal bir edebi eserden veya filmden esinlendiği anlaşılmaktadır. Bu bize geleceğin aslında tasarlandığını göstermektedir. Gelecek, tamamen olmasa da insanoğlunun içsel tasarımlarından, özlemlerinden, fıtratından, endişelerinden ve hayallerinden etkilenmektedir. Teknolojik gelişmelerde veya tasarımlarda kurgusal yapımlardan yararlanılması, geleceği kendine doğru çekmeye benzer.
Gelecek, bir salise sonrasıdır; “şimdi”dir; her “an”dır. Geleceği, 50 yıl-100 yıl-200 yıl sonrası olarak algılamak, insanoğlu için bir sanrıdır. Gelecek algısındaki bu yanlışın en az hissedileceği yer, teknoloji ve bilime daha fazla kafa yoran toplumlardır. Bu yazının konusu değil ama özellikle İslâm dünyasının buradan çıkaracağı çok fazla ders vardır.
Genelde insanların kullandıkları eşyalardan beklentileri her zaman daha fazlası olmuştur. Belki de bizi teknolojik gelişmelere ulaştıran noktalardan biri de budur. Örneğin uçan araba veya insanları uçabilmesini sağlayan ‘jetpack’ tarzı aletler, sadece o dönemde değil, bugün dahi geleceği temsil eden düşüncelerdir. Günümüzde bu tarz teknolojilere yaklaşıldığı (hatta hedefe ulaşılanların olduğu da söyleniyor) için bu sorgulamanın gereksiz olduğu kanısına varmak yanlış olur; çünkü örneğin 1900-1950 arası olan 50 yıllık periyotla, 1950-2000 yılları arası olan 50 yıllık periyodun teknoloji ve yenilik konusundaki hızlarının aynı olduğunu söylememiz mümkün müdür?
Her yeni teknolojik gelişme insan kapasitesini de doğal olarak artırmaktadır. Yeni üretilen veya geliştirilen bir makinenin yapısını çok daha fazla kişinin çözebilmesi yeni gelişmelerin habercisi olmaktadır. Tarihteki bu tarz gelişmelerin hemen hemen hepsi kolaylıkla anlaşılacağı gibi bir birikim üzerinedir. Sokaklarda gezen uçan araba örneğini hatırlayalım. 1950’lere nazaran bu gelişmeye yakın olmamız, geçmişin daha kolay bilinebilmesiyle beraber, insana daha fazla özgüven kazandırmaktadır. Bu özgüvenin sağlanması için illa sofistike buluşlara, keşiflere, icatlara gerek yoktur. İnsan öğrendiği her yeni bilgiyi abartır. Abartılı önem verilen bilgi, insana özgüven sağlar. Bilginin ve bilmenin insanda yarattığı mutluluğun sebeplerinden biri de budur. Bu mutluluk insanı tembelleştirme tehlikesi taşır. İnsan sadece gündemi izleyerek veya teknolojiye, ürüne ulaşarak kendini tatmin eder.
İşte bu ufacık bir bilgiyle bile kendine özgüven sağlamayı başaran insanoğlu bu yeni teknolojik gelişmeleri de düşünerek bugüne ve geleceğe dair abartılı sonuçlara ulaşır; diğer bir anlatımla makul sınırların dışına çıkar. Bu sefer, önceden sadece hayatını kolaylaştıracak gelişmeleri hayal edebiliyorken, artık günümüzdeki insanların olması zor ihtimallere bakışı, olması gerekenin de üstüne çıkmaktadır. Örnek olarak ben buna zamanı veriyorum. İnsanların (ki bunlara bilim insanları, gazeteciler, araştırmacılar, düşünürler vb.nin de dâhil olduğu unutulmasın)geçmişle bugünü kıyasladıklarında zamanın bizim için engel olmaktan çıktığı veya daha az engel teşkil ettiği sonucuna vardıklarını görürüz veya söylediklerinden bilinçaltında böyle bir düşüncenin yattığını anlayabiliriz.
Şimdi zamanın insan için bir pranga olduğunu düşünelim ve zamanın insanoğlu için engel olmaktan çıkmaya başlamasını da bu pranganın esnemesi olarak kabul edelim. “Bu prangayı koparması” demiyorum çünkü olan sadece bu pranganın esnemesidir. Yani geçmişe göre insan biraz daha rahat hareket edebilmektedir. Pranganın kopmasını, yani zamanın insan için engel olmaktan tamamen çıkmasını, makul sınırların aşılması olarak değerlendirebiliriz. Bu sınırın aşılabilmesi için geleceğe gitmek değil; geleceğin buraya gelmesi gerekmektedir. Gün geçtikçe buna yaklaşıldığı, en azından buna dönük bir çabanın ortaya konmaya çalışıldığı söylenebilir. Bunlardan biri de ‘Avatar Projesi’ olarak bilinen projenin yürütücüsü 2045 Organizasyonu’dur. [1]
Evet, pranga esniyor, zaman insan için engel olmaktan çıkmaya başlamış görünüyor, fakat bu realite insanlara sunulurken sanki insanlığın zamanı kendisi için pranga makamından azlettiği izlenimi veriliyor. Geçmişi, bilinci, anıları ve düşünceleriyle varoluşunun sacayaklarını oluşturan insanoğlunun zaman konusundaki insan odaklı yaklaşımı, vurdumduymazlığı, kolaycılığı, yaklaşık 250 yıldır devam eden ve dogmalara karşı çıktığını belirttiği hengâmda kendi dogmalarını yaratan anlayışı, ileride insan için tatminsizlikler doğurabilir. ‘İleride’ dedim çünkü gelecek görecelidir. Kimisinin geleceği 5 dakika sonrası iken kimisi için 300 yıl sonrasıdır. Bundan 50 veya 100 yıl önce yaşamış insanların günümüzü yanlış tahmin etmesinin nedenlerinden biri de budur. Aslında takvimlerden, aylardan, günlerden, yıllardan bağımsız kendimizi çıplak düşünürsek bir saniye (hatta 1 salise) sonrası bile bizim için bir gelecek değil midir?
Siz bu yazıyı okurken bile geleceğe ulaşıyorsunuz. Yani şu an gelecektesiniz. “Şimdi”nin içinde geçirdiğimiz zaman, farkına varamadığımız bir jelin içinde çırpınmaya benziyor; anların içinde debelenmekten geleceğe bir merdiven dayadığımızın farkına varamıyoruz. Günümüz ‘teknoloji çağı’ [2], eğitimi, mesleği veya dünyaya bakışı ne olursa olsun ortalama bir insanın kapasitesini artırmaktadır. Bunun yanında ilerleyen teknolojiyle birlikte yukarıda bahsettiğim gibi zamanın insan için daha az engel teşkil etmeye başlamasının üst üste binmesi ne gibi sonuçlar doğuracaktır?
Şimdi insan kapasitesine A sayısı diyelim. Zamanın insan için daha az engel teşkil etmeye başlaması, yani pranganın esnemesine ise B sayısı diyelim. Geleceğe dair çok önemli olan bu iki çıktının çarpılmasıyla bulacağımız yeni sayı, gelecek tahminlerinde de pek ala kullanılabilir. AxB=K, her zaman iyi senaryolara bizi götürmeyebilir. İnsanın doğası iyi midir kötü müdür tartışmaları bir yana, her biri birbirinden farklı 7 milyar mahsulün varlığı, ihtimallerin ve senaryoların çeşitlerini ve boyutlarını o kadar çok genişletiyor ki, dünyanın distopik bir yere gittiğine dair düşünceler için de yeteri kadar delili ortaya koyabiliyor. Bana göre geleceği düşünürken yapılan yanlışlardan biri de, sadece iyimser ya da kötümser bakış açısı belirlemek ve bunlar üzerinden çeşitli tahminlerde bulunmaktır. Öncelikle gelecek, zamanın stabil ve statik şekilde aktığı bir çizginin sonu değildir. Geleceğin temelinin günümüzde olduğunu unutmamalıyız. Nasıl bizden önce yaşamış insanların bilgileri ve birikimleri üzerine biz yeni bir medeniyet inşa etmeye çalışıyorsak, gelecek de buna benzer olacaktır.
“Hayat devam ediyor” retoriğine sığınarak kendisini rahatlatmaya çalışan insanoğlunun, geleceği tahayyül ederken, sürekli, sanki insanoğlu tamamen yok olacak ve onların yerine daha gelişmiş insanlar bir anda ortaya çıkacaklar gibi bir mantık yürütmesi, insanın çelişkisi olarak değerlendirilebilir. Dünyanın en önemli siyasetçisinin veya en önemli bilim insanının ölmesi bile tek başına gelecek projeksiyonlarındaki düzeni değiştirecek bir etki gösterememektedir. Şu an yaşayan insanlarla yeni neslin tamamen yer değiştirme süresi, her şeyi değiştirmeyi amaçlayan insanın önünde bir engeldir. Ayrıca burada diğer bir zıtlık veya ironi; her anın, her şeyi değiştirebilecek potansiyele sahip olmasıdır. Her insanın veya her canlının her anında farklı bir senaryo yazılıyor. Dünya bu yönüyle bir senaryolar karmaşası / curcunasıdır.
Küreselleşme Örneği
Bundan 100-200 yıl sonra bizi düşünecek insanlar, bizleri zamanı çabuklaştıran bir küreselleşmeyle karşı karşıya olanlar olarak değerlendireceklerdir. Sovyetler’in dağılmasından sonra, iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin hızlanması, insanlar arası etkileşimin artması gibi nedenlerle çokça konuşulan ve son zamanlarda üzerinde yapılan değerlendirmelerin sayısının azaldığını gözlemlediğimiz günümüzdeki küreselleşmenin tanımlarına dair katkım bu yöndedir; yani bence günümüzdeki küreselleşmenin en önemli özelliği zamanı çabuklaştıran bir sıçrayış niteliğinde olmasıdır. Bunu sağlayan en büyük etkenler de teknoloji ve bilgidir.
İnsanların makulü aşmasının etkileri küreselleşme tartışmalarında da kendini buluyor. İnsan psikolojisinde yer alan bir konu olduğu için her zaman kendine bir kuluçka kurabilen makuliyet sorunu, küreselleşmenin etkileri incelenirken genelde günümüz şartlarını aşmasının yanında gerçekliğe pek uymayan sonuçlara ulaşılmasına neden olabiliyor. Örneğin insanlar arasındaki etkileşimin artması, her şeyin sonucu olabilen bir konuymuş gibi sunulabiliyor. Buradaki eleştirim, bu haklı ve realitelere uygun sonucun derecesinedir.
Küreselleşmeye dair tespitleri okursanız, kendinizi şimdi bazı insanların kafasında geleceğe dair ütopik bir yer olarak geçirdiği bir dünya tahayyülünün içinde hissedebilirsiniz. Bu, günümüzü tek bir tanımla tanımlamaya çalışmak kadar yanlıştır. İstisnası olmakla birlikte buna benzer yorumlarda bulunanlar genelde sırf söylemiş olmak için söyleyen, sırf yazmış olmak için yazanlar veya tembellik gösterenlerdir. En iyi ihtimalle farklı kaynaklardan yararlanma imkânı bulamamış insanlardır. Küreselleşme eğer dünyanın tek bir küre olarak tahayyülünün kolaylaşması ise, küreselleşme incelenirken sadece Kuzey Amerika ve Avrupa gibi gelişmiş bölgelerin göz önünde tutulması, kendi içinde bir çelişki değil midir? Ayrıca küreselleşmenin etkileri olarak konuşulan konuların çoğunu şu an değil; ‘gelecek’te görebileceğimizi tahmin ediyorum.
Örneğin, sürekli dünyanın en ücra yerine bile rahatlıkla gidebildiğimizi konuşuyoruz. Geçmiş dönemlerle kıyasladığımızda evet ulaşım kolaylamıştır; fakat hâlâ önemli süreler harcanmaktadır ve zaman konusu bizim için önemini koruyan bir sıkıntıdır. Bundan bir 100 yıl sonra ulaşımın kolaylaşması ne gibi sonuçlar doğuracaktır? Tabii şunu unutmamak gerekli: Geleceği çekici yapan belirsizliğidir. Bu belirsizliğin içindeki ani kırılma risklerini aklımızın bir kenarında tutmamız, günümüzü ve geleceği okumamızda sağlıklı sonuçlara ulaşmak için bir zorunluluktur.
Hazırlayan: Mücahit Özdoğan
Notlar:
- [1] Wikipedia, Avatar 2045 ve C Planı, 2045 Initiative, 2045
- [2] 21. yüzyıla verilen pek çok isim vardır. Bunlardan bazıları: Bilgi Çağı, Enformasyon Çağı, Terör Çağı, Siber Yüzyıl vs. Ben de savaş ve güvenlik ortamlarından hareketle “Asimetrik Mücadele Çağı” tanımını yapmıştım. Bu yazıyla pek alakalı değil ama merak edenler için kolaylık olması adına o yazımı paylaşayım:
- [3] Ocak 2016’da yayınlanmış kitabım için buraya tıklayabilirsiniz…
İleri Okumalar