Vladimir Mihailoviç Komarov

Vladimir Komarov ve Kahramanlık Üzerine Bir Deneme

“Şeffaf olmak zahmetli bir görevdir; bir meslektir; o eski, çok eski bir görünmez olma rüyasıdır. Ben bir kahraman değilim. Kahramanlar suçludur. Bir tane kahraman yoktur ki üstü başı kan içinde olmasın. Ve kan, bu dünyada görmezden gelinemeyecek tek şeydir. Dünyanın en görünür şeyidir. Her şey yıkıldığında, dünyanın sonu gelip yeryüzü tozla kaplandığında, mutlaka kahramanların kana bulanmış üst başları orada olacaktır.”Bernard Marie Koltes “Roberto Zucco

Norveçli progresif rock grubu Gazpacho isteğe göre neo-progresif ya da art-rock da diyebilirsiniz – geçtiğimiz mayıs ayında Soyuz adında şahane bir albüm yayınladı. Gazpacho atmosfer yaratma konusunda çok başarılı olan bir grup. Bana göre alametifarikaları da bu; bir albüm değil, bir dünya yaratmak ve ilmek ilmek örülen, itinayla kurulan o dünyanın gerçek olduğuna dinleyiciyi inandırmak. Progresif denilen türden beklediğimiz biraz da bu değil midir zaten? Her anlamda yaratıcı özüyle insan ruhunda ve zihninde bir şeyleri harekete geçirmek, insanı bir şeylere inandırmak değil midir yaptığı? Gazpacho üyeleri bu konuda o kadar iyiler ve kendilerinden o kadar eminler ki “geceleri dinleyiniz” tavsiyesiyle 2007 yılında bizlere hediye ettikleri – bana göre tüm zamanların en iyi albümlerinden biri olan – Night, gerçekten de gün ışığında tadı çıkmayan, yalnızca geceleri “anlaşılabilen” bir hikâye anlatır örneğin.

Nitekim bu güzel insanlar, son hikâyeleri Soyuz’da da yine yapacaklarını yapıyor ve bu kez ayaklarımızı yerden kesip bizi bir uzay aracında olduğumuza inandırıyorlar. Kendinizi Sovyet uzay programı için tasarlanmış uzay aracı serisinin ilki olan Soyuz 1’in içinde, dünyaya geri dönemeyeceğini bile bile o araca binen Vladimir Komarov’un yanı başında buluyorsunuz. Albümün giriş parçası olan Soyuz One’ın ilk notaları, sanki Komarov’un kalp atışlarıymış gibi geliyor. Fakat hayır, bu bir albüm incelemesi olmayacak. Bu yazıda Gazpacho’nun ruhumda ve zihnimde harekete geçirdiği birtakım şeylere odaklanacağım; biraz uzay yarışından, biraz kahramanlıktan, çokça da insanlıktan bahsedeceğim, naçizane. Dilerseniz siz bu yazıyı okurken Soyuz’u dinleyebilirsiniz; bana kalırsa çok da iyi edersiniz.

SSCB’nin soğuk savaş dönemi uzay temalı propaganda afişlerinden biri.

Kahramanlar hakkında ne düşünürsünüz? Olanca iyilikleri, fedakârlıkları, insan olmanın gerektirdiği tüm zaaflardan ve sınırlardan muafmışçasına yenilmezlikleriyle çocukluğumuzdan itibaren gözlerimizi kamaştıran, yüreklerimizi titreten bu insanüstü varlıkları seversiniz herhalde değil mi? Kahramanları kim sevmez ki? Hepimiz sevdik. Hepimiz kahramanların hikâyeleriyle büyüdük; kimisi gerçekten yaşamıştı, kimisi uydurulmuştu, kimisi de bu iki varoluş arasında bir bilinmezlikte duruyordu. Öyle ya da böyle onlar sayesinde imkânsız zannettiğimiz şeylerin aslında hiç de öyle olmadıklarını, sizin benim gibi bir insanın da yüce idealler uğruna gözünü bile kırpmadan ölüme yürüyebileceğini öğreniyorduk. Peki, gerçekten de öyle miydi? Kendi çıkarını bir an bile gözetmeksizin, karşılıksız ve katışıksız bir sevgiyle kendini başkalarına adayan, bünyesinde hiçbir insani kusur barındırmayan insanlar var mıydı sahiden? Var mı?

Ali Şeriati, İnsan Niçin Efsane Üretir’de bu soruya şöyle cevap veriyor: Hayır. “İnsan, sevebileceği, kendisine dayanabileceği, hatta tapınabileceği bir ruhunun olmasını ister. Ama o ruh, mutlak derecede yüce bir fedakârlığa sahip olmalıdır. Yani onda hiçbir şekilde bencilliğin, kişisel çıkarcılığın, hatta – gerçekten kendini feda edecek bile olsa – ‘ben kendimi feda edebilecek bir adamım’ gibisinden yapacağı gösterişin lekeleri bulunmamalıdır. Böyle bir şey mümkün değildir. Kesinlikle mümkün değildir. Ama ona ihtiyacımız var ve yaratıyoruz. Neyi? Promete’yi yaratıyoruz.”

Kahramanlara ihtiyacımız var; ne yazık ki öyle. Çünkü eksik hissediyoruz; eksik, kusurlu ve yalnız. Gerçek olmadıklarını bile bile onlara inanmaya, onlar aracılığıyla insanın olduğu değil, “olması gerektiği” halini tahayyül etmeye ihtiyaç duyuyoruz. Bu yüzden birileri bizler için durmadan kahramanlar yaratıyor. Dinsel hikâyeler – şehit kavramını hatırlayalım – tüm mitolojiler ve resmi tarih, kahramanlık hikâyeleri üzerine kuruludur. Kendisini toplum için feda eden kahraman, resmi ideoloji tarafından durmaksızın yüceltilir. Artık o bir insan değil, bir semboldür ve bu sembol vasıtasıyla geride kalanlara zamanı geldiğinde aynı fedakârlığı göstermeleri gerektiği sürekli olarak hatırlatılır. Böylece kahraman figürü, totaliter toplumlarda aynı zamanda bir silaha dönüşür.

“Kahramanın ‘insani’ yanı,” der Gündüz Vassaf, “totaliter düzenin işine yaramaz. Bizim de ‘insani’ olana saygımız yoktur. Saygıyı kahramana gösteririz. Kahraman insan değildir. Kahramanın eylemi ve halesinden yansıyan şeyler dışında, kahraman hakkında ne denli az şey bilinirse o kadar iyidir. Totaliter düzen, kahramanlarını insanlaşmadan kamuoyunun gözü önünden çeker. Kahramanın canlı tutulabilmesi için insanların imgeleminde yaşaması gerekir… Totaliter bir toplum, kahramansız var olamaz. Özgür bir toplum kahramanlarla var olamaz.” (Gündüz Vassaf, Kahramanlar Totaliterdir, Radikal)

Yukarıda bir kahramanın son fotoğrafını görüyorsunuz. Hayır, üniformalı olanlardan birini kastetmiyorum. Üniformalıların yüzlerinde huzursuz ifadelerle baktıkları o kara, biçimsiz “şeyden” bahsediyorum. Saatte 640 kilometre hızla düşen ve 2,8 tonluk bir meteora eşit kuvvetle yere çarpan bir uzay aracından çıkarılan o beden parçasından; Soyuz 1’in tek mürettebatı olan Vladimir Mihailoviç Komarov’dan; uzay yarışı diye andığımız o müthiş rekabet uğruna yaşamını yitiren onlarca insandan yalnızca biri olan bir kozmonottan.

4 Ekim 1957’de Sputnik 1’in fırlatılmasıyla başlayan ve 1975 yılına dek kıyasıya devam eden uzay yarışı, eminim çoğumuz için her zaman karmaşık duygular içinde anacağımız dönemlerden biri olacak. Çünkü terazinin bir tarafına bu yarışın kazananı olmak uğruna varını yoğunu ortaya koyanların bilim ve teknoloji adına kaydettikleri müthiş ilerlemeyi koyacağız; bunlar elbette tüm dünya adına görmezden gelinemeyecek kazanımlar. Fakat diğer tarafta da birtakım “büyük adamların”, deyim yerindeyse hasımlarına caka satmak uğruna gözden çıkardıkları insanlar duracak; tüm dünya adına büyük kayıplar olarak.

Apollo 15 kumandanı David Scott’ın 1 Ağustos 1971’de Ay kumuna koyduğu, Paul Van Hoeydonck tarafından yapılan Fallen Astronaut isimli alüminyum heykel ve Komarov dahil uzay keşfi programlarında hayatını kaybeden 14 astronot ve kozmonotun adını taşıyan plaket.

Kuşkusuz insanlık olarak kazancımız büyük. Ama terazinin o karanlık tarafında çok fazla kayıp var. Komarov gibi. 27 Ocak 1967’de gerçekleştirilen Apollo 1 testinde yanarak hayatlarını kaybeden NASA astronotları Virgil Grissom, Edward White ve Roger Chaffee gibi. Haziran 1971’de dünyaya dönüş esnasında oksijensiz kalarak ölen Soyuz 11 mürettebatı Georgi Dobrovolski, Vladislav Volkov ve Viktor Patsayev gibi. (Üç modülden müteşekkil Soyuz’ların iniş modülü, kozmonotların kalın astronot giysileriyle sığamayacakları kadar dar olduğu ve üzerlerinde sıradan çalışma giysileri olduğu için öldüler.) İsimleri asla kamuoyuna açıklanmamış onlarca başka kozmonot ve hayvan gibi. (Fakat tabii Laika isimli kahraman bir köpeğimiz de var!)

Hatta ABD ve Sovyetler arasındaki yarışı başlatan ünlü Alman roketi V-2’nin üretim süreci boyunca hayatını kaybeden 12.000’in üzerinde Alman ve Polonyalı zorunlu işçiyi de bu savaşın “şehitleri” arasında anabiliriz. İstersek daha gerilere gidebilir ve bu listeyi biraz daha uzatabiliriz ama bence lüzum yok. Burada toplumsal ve bireysel faydacılık üzerinden bir etik tartışması yapmayacağız; o başka bir yazının konusu. Bizim odağımız hala resmi ideolojinin kahramanlaştırdığı insanlardan biri olarak Vladimir Komarov.

SSCB’nin Soyuz isimli uzay aracı

Yuri Gagarin, 1961’de atmosfer dışına çıkan ilk insan olduktan sonra yarışın tarafları kendilerine yeni bir hedef koydular: Ay. Fakat öncesinde Sovyetler’in başka bir planı vardı: Soyuz 1 ve Soyuz 2, bir gün arayla ateşlenip yörüngede birleşecek ve kozmonotlar da uzay yürüyüşü yapacaklardı. Soyuz 1’de görev alacak kişi, dönemin en başarılı üç kozmonotundan biri olarak görülen, Yuri Gagarin’in de yakın arkadaşı olan Vladimir Komarov olacaktı. Komarov, 12 Ekim 1964’te gerçekleştirilen, SSCB’nin yedinci insanlı görevi Voskhod 1’de başarılı olmuş, ardından da 1966’da Yuri Gagarin ve Alexei Leonov’la birlikte Soyuz 1 programına seçilmişti. Fakat Soyuz 1’de pek çok teknik arıza mevcuttu; insansız Soyuz araçlarının hepsi onlarca hata vermişti. Komarov bu görevin istenilen zamanda gerçekleştirilmesinin imkânsız – hatta intihar – olduğu konusunda mühendislerle defalarca tartışmış olsa da görev durdurulmadı. Çünkü diğer yanda hasımlar da durmuyordu ve büyük adamların tüm dünyaya kendilerini ispat etmek adına her zaman aceleleri vardı. Vladimir Komarov asla geri dönemeyeceğini bilerek Soyuz 1’e bindi. Resmi bir bilgi olmamakla birlikte, kendisi geri çekilse bile yerine Yuri Gagarin’in gideceğini bildiği için devam ettiği söyleniyor.

Soyuz 1 tüm teknik arızalara rağmen 23 Nisan 1967’de Moskova saatiyle 03.35’te ateşlendi. Fakat yörüngeye ulaştıktan hemen sonra büyük bir hata verdi: Güneş panellerinden biri açılmıyordu. Sonrasında aracın konumlanmasını sağlayacak aksamların da çalışmadığı görüldü. Bu, onunla yörüngede birleşmesi planlanan Soyuz 2’nin ateşlenmeyeceği anlamına geliyordu; dostu Yuri Gagarin yerde kalacaktı. Komarov’un da dünyaya dönmesi bekleniyordu. Fakat yörüngedeki on dokuzuncu turunda atmosfere girmeyi başaran Komarov’un bu kez de paraşütünün kordonları birbirine dolandı. Nihayetinde paraşütsüz, yakıtsız ve alıcısız kalan Soyuz 1 hızla dünyaya döndükten sonra, ondan geriye yalnızca bir metrelik bir enkaz kaldı. O enkazı yukarıda görmüştünüz.

Yuri Gagarin ve Vladimir Komarov

Vladimir Komarov ölümünden sonra Sovyet Kahramanlık Madalyası ve Lenin Nişanı ile onurlandırılmış bir kozmonot; bir “kahraman.” Büyük adamların, büyük söylemlerinde vatanı için, dahası tüm dünya için kendi yaşamını feda ettiği söylenilen, bu yüzden kahramanlaştırılan bir insan. Belki gerçekten kendisini bir an bile düşünmeden dünyanın geleceği için yapmıştır bunu; Şeriati haksızdır belki. Belki de ölümü göze alışının tek nedeni – yukarıdaki fotoğrafta gülümseyerek baktığı – sevgili arkadaşı Yuri Gagarin’i kurtarmaktır. Bilemeyiz; asla bilemeyeceğiz. Fakat neden kahraman ilan edildiğini bileceğiz; en azından bir kısmımız. Komarov’un imgesi, ölümünün sorumluları tarafından bütün insani kusurlarından arındırılmış, ölümsüzleştirilmiş, insanüstü bir varlığa, bir yarı tanrıya, bir heykele dönüştürülmüş halde zamanın içinde asılı dururken, kendisi bunu istemese bile sonsuza dek geride kalan bizlere nasıl olmamız gerektiğini söyleyecek.

Bugün sahip olduğumuz müthiş teknolojiyi ve insanlık olarak dünya sınırlarını aşıp uzaya çıkışımızı, İkinci Dünya Savaşı’nda kullanılmak üzere üretilen sıvı yakıtlı V-2 roketlerine borçluyuz; binlerce insanın ölümüne sebep olmuş roketlere. Ölülerin üzerine basarak yükseliyoruz. Ama yükseliyoruz; neredeyse ölüme bile çare bulacağız! Bu arada öldürmekten de asla vazgeçmiyoruz. İnsanız; kusurluyuz. Sonra birileri – ekseriyetle bu ölümlerde parmağı olan birileri – kendi hatalarını ivedilikle unutturmak için en zayıf yanımıza, kahramanlara duyduğumuz ihtiyaca oynuyor ve ölülerimize kahramanlık madalyaları takıyor; avunuyoruz. “Onlar gibi olmalıyım, ben de kahraman olmalıyım,” diyoruz; öyle dememiz bekleniyor. Çünkü biz kahramanlara ihtiyaç duyarken, birileri de bizim kahraman olmayı arzulamamıza ihtiyaç duyuyor. Dedim ya, biz ölülerinin üzerine basarak yükselen bir türüz.

Sizi bilemem ama ben kahraman olmak istemiyorum; hiç istemedim. Çünkü bir yerde bir kahramandan bahsediliyorsa, orada mutlaka korkunç bir ölüm de vardır. Çünkü bütün kahramanlar ölüdürler. Bense yaşamak istiyorum; insanca yaşamak, şayet mümkünse. Ve insanca yaşamanın kahraman olmaktan çok daha güç olduğuna inanıyorum. Kahramanlara değil, insanlara ihtiyacımız var bizim.

Gazpacho’yla başladık, onunla bitirelim. İlk şarkı Soyuz One’da Komarov’la birlikte göğe yükselmiştik. Güneş panelimiz açılmadı, alıcılarımız ve paraşütümüz arızalandı, sonsuz bir boşlukta yapayalnız kaldık. Yine de eve dönmek için bir parça umudumuz vardı. Sonra o da ellerimizden kayıp uzay boşluğuna karıştı. Öyleyse sondan bir önceki şarkı, Soyuz Out da dünyaya geri dönme ve insan olarak yaşamaya dair umudumuzu tümden yitirişimizin ve öfkemizin şarkısı olsun. İnsanlığın başı sağ olsun.

“Vadedilmiş topraklardan millerce uzakta

Azıcık inancı kalmış olan küçücük bir adam

Asla eve varamayacak olan…”

Yazar: Selin Arapkirli

1984 yılında doğdu. Biyoloji okurken birden yazar olmak istediğine karar verip son derece keskin bir dönüşle Güzel Sanatlar Fakültesi'ne girdi. Fakat oradan da senarist olarak çıktı. Hala ilk romanını yazamadı ve giderek yaşlanıyor. Fakat ne kadar yaşlanırsa yaşlansın doğduğu yılla, 1984'le hep gurur duyuyor.

İlginizi Çekebilir

Ay’a Dönüş (1. Bölüm)

Neil Armstrong‘un, botlarını Ay’ın tozlu zeminine ilk kez gömüşü, büyük ihtimalle önceden tasarlanmış o meşhur …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et