Buck Rogers‘tan Star Trek‘e, kurgusal astronotlara dair görünümün dramatik şekilde değiştiğini ve gerçek uzay uçuşlarının da bu kültürel değişimi yansıttığını görüyoruz. 1930’larda, Neil Armstrong‘un Ay’a ayak basan ilk insan unvanını alışından 30 yıl önce, çizgi romanlarda ve beyazperdede Buck Rogers’ın western benzeri uzay maceraları vardı. 1960’lara gelindiğinde ilk nesil astronotlar da tıpkı Rogers gibi görünüyordu. Tümüyle beyaz erkeklerden ibaret bu astronotların tek farkı ışın tabancalarına sahip olmamasıydı.
Yaklaşık yarım yüzyıl sonra, bilimkurgu gerçek dünyadaki uzay programlarını yıldırım gibi geçti. 21. yüzyılda hâlâ Buck Rogerslar var elbet, ancak Star Trek Discovery’deki Michael Burnham (Sonequa Martin-Green) ve Andor’daki Cassian Andor (Diego Luna) gibi, erken bilimkurgu örneklerinin ve NASA’nın hiçbir zaman gerçekten yapmadığı şekilde dünyadaki çeşitliliğin genişliğini gösteren karakterler de var. Bunların yanı sıra The Expanse ve Foundation gibi diziler de, 2026 yılında Ay’a ilk kez bir kadını ve beyaz olmayan bir insanı göndermeye hazırlanan ABD uzay ajansının çok ilerisinde olduklarını gösterdi.
“İlk olarak 1966’da, sivil haklar hareketinin tam ortasında ve kadın hareketinin ikinci dalgasının başlangıcında yayımlanan, farklı ırklardan kadın ve erkeklerin birlikte çalıştığı Star Trek vizyonuna artık sahibiz,” diyor Margaret Weitekamp. Kendisi bir Ulusal Hava ve Uzay Müzesi tarihçisi ve “Space Craze: America’s Enduring Fascination with Real and Imagined Spaceflight” kitabının da yazarı. “Bu Star Trek vizyonu, 1970’lerin sonlarından beri NASA’nın ulaşmayı hedeflediği bir idealdi.”
NASA’nın ilk astronot ekibi (seçilmeleri Star Trek galasından önceye tekabül eder) tamamen birbirine benziyordu. Hatta o kadar ki, hepsi de beyaz, Hristiyan, evli, askeri eğitimli jet pilotlarıydı ve fotoğraf çektirmek için bir araya geldiklerinde, haber başlıklarını atanların kafası karışmasın diye alfabetik sıraya göre diziliyorlardı. Ancak Star Trek ve yaratıcısı Gene Roddenbery, kendi zamanlarını da etkileyeceği umuduyla geleceğe farklı bir bakış açısı sundu. 60’ların sonlarında Martin Luther King, Nichelle Nichols‘ü Star Trek’te Uhura rolünü oynamayı sürdürmesi konusunda ikna ederken şöyle diyecekti:
“Sende kendimizi görüyoruz; zeki, güzel ve gururlu olarak.”
Nichols, NASA’ya çeşitlilik getirmek adına düzenlenen kampanya kapsamında işe alım videoları çekmeye ve astronot arayan üniversitelere misafir olmaya devam etti. 1978’e gelindiğinde, NASA’nın astronot kadrosuna 8000 Afroamerikalı, Asyalı ve Latin kökenli kadın ve erkek başvurmuştu. Apollo Ay projesinden çok sonra, 1983’de uzaya gönderilen ilk Amerikalı kadın olan Sally Ride ve ilk siyahi Amerikalı olan Guion Bluford, Nichols’ün bu kampanyası sırasında NASA’ya kabul edilenlerdendi. Avrupa’nın uzaya kadın astronotlar göndermesi 90’ları bulurken, 1963’te Valentina Tereshkova‘nın ve 1980’de de Küba’lı kozmonot Arnaldo Tamayo Méndez‘in fırlatılmasıyla Sovyetler Birliği hepsinin önünde yer almıştı.
Geçtiğimiz on yıllarda daha fazla sayıda kadın ve beyaz olmayan insan Uzay istasyonu ve Dünya yörüngesine gitmiş olsa da halen azınlıktalar. Şimdiye kadar uzaya giden 600’den fazla kişiden 75’i kadın ve 18’i siyahiydi. 5’i ise Mae Jemison’ın liderlik ettiği siyahi kadınlardı. Bu esnada uzay temalı bilimkurgu, Buck Rogers ve Flash Gordon döneminin çok ötesine ulaşmıştı. 1990’lara gelindiğinde, Star Trek hikâyelerinde siyahi ve kadın kaptanlar görmeye başladık. Star Trek: Deep Space 9 ve Babylon 5 gibi diziler, bir uzay istasyonunda birlikte yaşamayı ve çalışmayı öğrenmeye çabalayan, farklı ırk ve milletten insanlar ile uzaylıların hikâyeleri etrafında ilerliyordu.
Günümüz bilimkurgu külliyatında çeşitlilik çoğaldı. Star Trek: Discovery’de Sonequa Martin-Green, aralarında trans ve nonbinary’lerin de bulunduğu bir ekibin kaptanı rolünde. Obi Wan Kenobi’de Inquisitor Reva rolünde Moses Ingram, The Expanse’te Naomi Nagata olarak Dominique Tipper, Doctor Who’da ilk kadın doktor olarak Jodie Whittaker boy gösterdi. Ancak “her etki, tepkiyi doğurur” deyişini doğrularcasına, muhafazakar eleştirmenler ve hatta bazı Star Trek hayranları, Discovery ve Strange New World’e “woke” etiketi yapıştırmakta gecikmedi. Üstelik Star Trek’in, geçmişte de her zaman ırk ve cinsiyete dair felsefi sorgulamalar yaptığını görmezden gelerek. Yüzlerce Star Wars hayranı, Ingram’a ırkçı mesajlar gönderdi. Obi Wan’ı oynayan Ewan McGregor ve Strange New Worlds’ün kaptanı rolündeki Anson Mount, Ingram’ı savunmaya geçenler arasındaydı.
NASA’nın nispeten tutucu kabul edilebilecek hareketleri bile, “woke kimlik siyasetini” teşvik ettiği gerekçesi ile eleştiri aldı. Fakat bu eleştiriyi yapan hesaplar, artık halkın çoğunun Buck Rogers arketipinin ötesine geçtiğini kabul etmeyen, eski usul beyaz üstünlükçülük propagandası yapmaktan öteye gidemeyen nostaljik bir girişim olarak kaldı. Artemis Programı kapsamında ilk kadın ve ilk siyahi insan nihayet Ay’a indiğinde, insanlık için dev bir adım olacak. Ayrıca bugüne kadar yolcuların çoğu zengin beyaz adamlar olsa da, ticari uzay gezintilerinin yavaş yavaş yaygınlaşması da uzay seyahatleri için ek fırsatlar sunacak. Bugüne kadar yapılmış ticari yörünge uçuşları genel olarak beyaz erkekler tarafından yönetildi. Yine de uçuşlarda başkaları da vardı. Örneğin uzaya giden dördüncü siyahi kadın olan Sian Proctor‘ın yanı sıra bu kişiler arasında iki kadın da mevcuttu. Yeni uzay uçuşu çağının bu erken dönemlerinde, özel sektörün de uzay ajanslarının zamanla yaptığı değişiklikleri yapıp yapmayacağını ve çeşitliliği sağlayıp sağlamayacağını hep birlikte göreceğiz.
Sözün özü, bilimkurgu her daim gerçek dünyanın birkaç adım önünde olacaktır. Bilimkurgunun amacı, günün zorlukları ve idealleri bağlamında durum tespiti yapmak ve gelecek projeksiyonları oluşturmaktır. Bilimkurgu, NASA’nın 20. yüzyıla yetişmesine yardımcı oldu ve günün birinde uzay yolculuğunu 24. yüzyıla da taşıyacağı bir gerçek.