hopepunk kapak

Umut Dolu Bir Bilimkurgu Alt Türü: Hopepunk

Kötümserliğin ve umut yoksunluğunun bu denli yaygınlaştığı günümüzde, “hopepunk(umut çılgınlığı) akımı edebiyatta ve sinemada mükemmel bir panzehir olabilir mi? David Robson’ın BBC’deki makalesinden çevrilerek derlenen yazımızda bu konuyu irdeleyeceğiz.

Hopepunk” terimini ilk kez fantazya yazarı Alexandra Rowland, 2017’de yayımladığı kısa bir Tumblr iletisindegrimdark(zalim karanlık) akımının zıddı olarak gündeme taşıdı. Grimdark, George RR. Martin’in Game of Thrones dizisine de uyarlanan “A Song of Ice and Fire” adlı eserinin tipik bir örnek olarak kabul edilebileceği bir fantastik kurgu alt türü. Grimdark eserlerde insan doğasındaki kusurlar ve insanın ne denli zalim olabileceği işleniyor. İşte Rowland, tam da bunun tersine insan doğasının iyi yanlarına ve iyilik yapma kapasitesine odaklanan eserler için “hopepunk” terimini öneriyordu. Onun bu önerisi bir anda öylesine viralleşti ki, hopepunk kelimesi 2019’da Collins İngilizce sözlüğe şu açıklamayla beraber girdi: “Sıkıntılarla ve zorluklarla yüzleşildiğinde bile olumlu amaçlara sıkı sıkıya bağlı kalmak”.

Pek çok kurgusal eser (Örneğin Yüzüklerin Efendisi ve Terry Pratchett’in Disk Dünya serisi) artık aynı zamanda “hopepunk” akımı içinde kabul ediliyor. Hopepunk akımıyla iliştirilen ve Wayfarer bilimkurgu serisiyle Hugo ödülü de kazanan günümüz yazarlarından Becky Chambers şöyle diyor: “Bizleri olumsuzluklara karşı uyaran eserler çok önemli, ama her şey sadece bu uyarılardan ibaret kalırsa nihilizme yol açma riski vardır.”

Mevcut politik, ekonomik ve ekolojik belirsizliklerin ortasında, karamsarlığa ve kötümserliğe büyük bir yönelim olduğunu siz de fark etmişsinizdir. İşte hopepunk belki de tüm bu olumsuz atmosferi dağıtmak adına çok iyi bir panzehir olabilir. Fakat iyimserliğe karşı içinizde bir kuşku taşıyorsanız, bunda asla yalnız olmadığınızı bilin. İnsanlık tarihi boyunca çeşitli yazarlar ve filozoflar “umut” kavramına dair birbirinden farklı görüşlere sahipti. (Bu konuda daha fazla bilgiye buradan erişebilirsiniz.) Bu çelişen fikirler, M.Ö. 700’lerde Hesiodos tarafından kayda geçirilen meşhur Pandora Kutusu mitinin zıt anlamlı yorumlarından kaynaklanıyordu. Hesiodos, “İşler ve Günler” adlı eserinde, Promete’nin ateşi çalmasından sonra Zeus’un Pandora’yı insanlığa ceza olsun diye nasıl yarattığından bahsediyordu. Pandora insanlığa elinde bir kavanozla geliyordu, kavanozun içinde evrendeki bütün kötülükler (salgın hastalıklar, sıkıntılar, ölüm vb.) bulunuyordu. (Daha sonradan Pandora’nun Kutusu olarak bilinen versiyon, bu miti 1508’de Latince yeniden anlatan Erasmus’un bir çeviri hatasından ötürüdür.) Pandora, kavanozu -bilerek veya bilmeden- açarak hepsinin insanlığın başına musallat olmasına neden olur. Kavanoz yeniden kapatılıncaya dek içinde bir tek umut kalmıştır.

Pandora miti sıklıkla umut duygusunun insanlık durumuna içkin acılara karşı bir dayanak gücü olduğu şeklinde yorumlanıyor. Mitten binlerce yıl sonra Emily Dickinson umudu şöyle tarif etti: “Tüylere sahip bir şey / ruha tünemiş duran”. Fakat mitin daha kötümser yorumları da mevcut. Başlangıçta umudun da diğer kötülüklerle beraber kavanozun içinde bulunması, onun da aslında kötücül bir şeyler barındırdığı anlamına gelmiyor mu? Bu yoruma göre, belki de Hesiodos acılara karşı teskin edici bir duygu olan umudun zarar verebilme olasılığına bir göndermede bulunuyordu denilebilir.

19. yüzyıl filozofu Friedrich Nietzsche bu görüşteydi. 1878’de yazdığı “In Human, All Too Human” adlı eserinde, insanlık hayatın ona getirdiği her türlü acıya ve sıkıntıya rağmen yaşamaya dayanabilsin diye Pandora’nın umudu bilhassa dışarıya salmadığından bahsetmektedir. Ona göre umut, en büyük kötülüktür çünkü insanın çektiği azabı sürekli kılar. Nietzsche’nin Pandora mitine dair bu yorumu, Arthur Schopenhauer’ın umudu “kalbin budalalığı” diye nitelemesini andırır. Schopenhauer’a göre umut bir yanılsamadır. 1851’de yazdığı “Psychological Remarks” adlı eserinde umuttan yoksun bir şekilde başa gelen bir talihsizliği çabuk ve acısız bir ölüme benzetirken, içinde bir kurtuluş umudu barındıran bir talihsizlik ise ona göre tam tersine acı dolu ve yavaş, işkenceli bir ölümü çağrıştırmaktadır.

Hopepunk İsyanı

Rowland, hopepunk akımının kökenlerini açıklarken insanın zaaflarını ve çektiği acıları da tanımak gerektiğini kabul etmektedir, tıpkı Game of Thrones serisinde olduğu gibi. Fakat bunu yaparken aynı zamanda iyilik yapma kapasitemizden ve olumlu değişimlerin gerçekleşme olasılıklarından da bahsedilmesi gerektiğini savunmaktadır. Rowland’a göre, “Hopepunk der ki, nezaket ve yumuşak başlı olmak zayıflık anlamına gelmez. Gaddar bir karamsarlığın ve nihilizmin yaygın olduğu günümüz dünyasında, iyi ve nazik bir birey olmak politik bir eylemdir. Bu isyancı bir eylemdir. Daha iyi ve daha nazik bir dünyayı talep eden bir isyan.” Dickinson’ın tarif ettiği gibi eğer umut sözsüz bir müziğin tınısıysa, Rowland bu sesi bir savaş çığlığı olarak duymaktadır. Terimin “punk” kısmı buradan beslenmektedir. Hopepunk felsefesinin özü, Peter Jackson’ın “Yüzüklerin Efendisi: İki Kule” filminde Frodo ve Samwise’ın etraflarını saran kötülüğe rağmen halen dünyada iyiliğin bulunduğuna duydukları inançtan güç almalarında ve bu iyilik için savaşmaya değer olduğunu söyledikleri sahnede bulunabilir. Hopepunk akımına bağlı diğer romanlar arasında Terry Pratchett ve Neil Gaiman’ın dünyayı kıyametten kurtarmak için güçlerini birleştiren bir şeytanı ve meleğin öyküsünü anlatan “Good Omens”, ve Andy Weir’ın filme de çekilen, Mars’ta botanik bilgisi sayesinde hayatta kalan bir astronotu anlatan “Marslı” sayılabilir. (Daha ayrıntılı bir liste için buraya göz atabilirsiniz.)

Rowland, ilginç bir şekilde Margaret Atwood’un “Damızlık Kızın Öyküsü” eserinin de hopepunk esintiler taşıdığını iddia etmektedir. Atwood’un romanı daha çok acı bir distopya olarak kabul görürken, başkahramanı Offred’in her türlü baskıya rağmen inatçılıkla hayatta kalma arzusunu ve daha iyi bir gelecek için yürüttüğü savaşında umudu bir yakıt olarak kullanmasını Rowland kendi tezinin dayanak noktası yapmaktadır. Atwood’un kendisi “hopepunk” terimini kullanmasa da, zaman zaman bahsini ettiği, çevresel ve politik tehditlerle yüzleşme kapasitemiz olarak adlandırdığı “kalifiye iyimserlik” kavramı hopepunk’ı karşılıyor diyebiliriz. Bu akımla özdeşleşen daha güncel örnekler olarak Annalee Newitz’in “The Future of Another Timeline” (Başka Bir Zaman Çizgisinin Geleceği) ve Katherine Addison’ın “The Goblin Emperor” eserleri sayılabilir. Biraz daha bilindik eserlerin bazı hopepunk sahnelerine örnek olarak da, Snowpiercer filminin sonunda Curtis’in treni patlatmasını, Mad Max: Fury Road’ın sonunda Max ve Furiosa’nın her şeyi riske atarak Kale’ye (Citadel) geri dönmesini ve Expanse serisinde Naomi’nin Roci’nin kapısını açarak Ganymede’li mültecileri gemiye almasını verebiliriz.

Rowland’ın kendi yazınsal çıktıları da, şaşırtıcı olmayan bir biçimde hopepunk felsefesini yansıtmakta. Örneğin kendisinin “A Choir of Lies(Yalanlar Korosu) adlı romanı ekonomik yıkımın kenarındaki bir ulusu anlatırken, karakterleri yozlaşmış ve hataları felaketlere yol açsa da, eylemlerinin kefaretini ödemenin bir yolunu bulabilmekteler. Bu da insanın kötülüğe eğiliminin mukadder olmadığını, yanlışlardan dönülebileceğini akla getirmekte.

Gelecek Parlak Görünüyor

retro gelecek 2

Becky Chambers’a göre asıl amaç insan deneyimlerinin enginliğini temsil edebilen iyi öyküler yaratmak olmalı. “Her şey herkes için mutlu sonla bitmeyebilir, çünkü gerçek hayatta olaylar böyle gerçekleşmez. Fakat öykülerimde işler ters gittiğinde bile, o insanların nasıl kendilerini iyileştirdiklerini göstermek için onlara zaman tanıyorum.” Bu durumu gösteren güzel bir örnek, Chambers’ın “To Be Taught, If Fortunate” adlı dış gezegenlere insanlı bir seyahati anlatan eserinde mevcut. Dünya’dan 15 ışık yılı ötedeki mürettebat, yalnızlıkla, insanlığın geri kalanından yalıtılmışlık hissiyle ve bulundukları düşmanca ortamlardaki tehlikelerle göğüs göğse mücadele etmek zorundadırlar. Yine de teselliyi birbirlerinde ve keşfettikleri yeni dünyalara dair merak duygularında bulmaktadırlar. Eserdeki unutulmaz sahnelerin birinde astronotlar “Opera” adlı gezegende sıkışıp kalmıştır. Uzay gemileri ise sümüklüböcekle fare karışımı bir görünüme sahip, pullu kabuksu bir sürü yaratıkla çevrelenmiştir. Gezegenin zor hava koşulları uzay gemilerini kaldırmalarına izin vermiyordur ve geminin içinde beklerken dışarıdaki yaratıkların insanın kemiklerini titreten çığlıklarını işitmek zorundadırlar. Mürettebat bütün bu olumsuz şartlara rağmen yine de dayanabilmiş ve en sonunda fırtına gezegenden kaçmalarına yetecek kadar hafiflemiştir. Kaptan Elena çok şaşırmıştır, Chambers’ın deyişiyle her şeyin nasıl daha kötüye gidebileceğine o kadar çok odaklanmıştır ki, bir şeylerin daha iyiye gidebileceğine dair olasılıklar aklına bile gelmemiştir.

Chambers’ın “Wayfarers” serisi kurgusal bir evrenin çok daha geniş bir vizyonunu ortaya seriyor. Bu seride “Galactic Commons” (Galaktik İştirak) adlı bir birliği oluşturan pek çok farklı uzaylı türe rastlıyoruz. Chambers’ın tasvir ettiği toplumlar elbette ki mükemmel olmaktan çok uzak, kaçınılmaz mücadeleler ve adaletsizlikler bu evrende de var. Yine de bu seri, uzay çağına dair farklı kökenlere sahip varlıkların empatisine ve iş birliğine dayalı, iyimser bir gelecek vizyonuna sahip. Chambers’ın kendi ifadesiyle: “Geleceğin gördüğünüzde heyecan duyacağınız bir şey olmasını istedim ve şayet tercihlerimizi doğru kullanırsak öyle olmasını başarabileceğimiz bir yer.” Kendi kişisel ve politik krizlerimizle boğuşurken, karanlığın içindeki ışığı ararken bu dersleri kulağımıza küpe etmeliyiz. Chambers’ın dediği gibi, “Umut son derece ümitsizce ihtiyaç duyduğumuz bir şey. Ve ona hemen şimdi ihtiyaç duyuyoruz.”

David Robson’ın hopepunk akımını tanıttığı bu yazı, akla Ursula K. Le Guin’in eserlerini de getiriyor kuşkusuz. Zira Le Guin de eserlerinde, her türlü zorluğa rağmen hep umutlu olmayı ve umut duygusunu yitirmeden mücadeleyi işlemekten asla geri durmamıştır. Bu açıdan, Le Guin’in kitapları da hopepunk akımı içinde kabul edilebilir.

Yazar: İsmail Yiğit

1982 Ankara doğumlu. Türkiye Bilişim Derneği’nin 2016 yılında düzenlediği bilimkurgu öykü yarışmasında “İhlal” adlı öyküsü üçüncülüğe seçildi. Fabisad'ın düzenlediği 2017 GİO yarışmasında “Satır Arasındaki Hayalet” adlı öyküsüyle öykü dalında başarı ödülü kazandı. İlgilendiği ana konular: Teknolojinin toplumsal inşası, sosyoteknik tasavvurlar, siber savaşlar, otonom silahlar, transhümanizm, post-hümanizm, asteroid madenciliği, dünyalaştırma... Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Crichton ve Kim Stanley Robinson, kalemlerini örnek aldığı yazarlar arasında. Parolası: “Daha iyi bir dünya pekâlâ mümkün!”

İlginizi Çekebilir

bilimkurgu yazar film sinema

Bilimkurgu Yazarlarının Favori Filmleri

Bilimkurgu yazarları yalnızca eserleriyle değil, aynı zamanda edebi ve sinemasal zevkleriyle de dikkat çekerler. Yazdıkları …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin