Bundan yıllar önce, çok çeşitli konularda yazışılan bir “offline” forum platformu olan Hitnet’de bilimkurgu üzerine yapılan tartışmaları hatırlıyorum da.. O mesajlar ekranımda ileri geri uçuşurken ben daha çok dinleyici konumunda kalırdım. Söyleyecek bir şey bulamamaktan ileri gelirdi bu tercihim; “ne desem boş” türü bir duygudan dolayı elim gitmezdi klavyeye.
Neden mi?
Çünkü dünya yazarları, çizerleri, sinemacıları, zamanlarını hayallerinden geçen her şeyi somut olarak ortaya koymakla, üretmekle, kafalarındakini başkalarına ulaştırmakla meşgulken (hem de bunu onyıllardır büyük başarıyla yürütürken); biz daha birkaç yıl öncesine kadar hâlâ “bilimkurgu nedir, ne değildir” konusunda emeklemekle, “Star Wars’un bilimkurgu olup olmadığını” tartışırken birbirimizi rencide etmekle, hatta kavramlar içinde debelenirken fazlasıyla daralttığımız tanımlara göre bilimkurgu sineması örneği arayıp, Solaris’den başka bir şey bulamamakla meşguldük…
Oldukça can sıkıcı bir tablonun sergilendiği o günlerden beri bakalım bir yerlere gelebilmiş, yanıtlanmamış soruların sayısını azaltabilmiş miyiz?
Bilimkurgu nedir?
İncelediğim, okuduğum, yazdığım ve izlediğim bunca şeyden sonra bilimkurguyu nitelemek için kullanmak isteyeceğim en belirleyici ifade, “arka plan” olacaktır. Yirminin üzerinde alt temayla beslenen bu muazzam alan, kendinizi içinde yaşadığınız dünyanın şartları, tarihi ve gerçekleriyle sınırlamaksızın ifade edebilmeniz için müthiş bir olanak sunar size. Hikayenizi nasıl bir dünyada, nasıl bir evrende, ne tür bir toplumun etkisi, kuralları ve olanakları çerçevesinde anlatmak istediğinizin kararını tamamen size bırakır. Arka planınızı kendiniz seçer; insana, topluma, doğaya, evrene ve tüm bunların birbiriyle ilişkilerine dair ne isterseniz onu kurgulayıp öykülersiniz.
Bilim ve bilimkurgu arasındaki ilişki nedir?
Bilimkurguda, var olan veya var olması kurgulanan bilimsel gerçeklerden yola çıkılır. Öykünüzü anlatırken dayandığınız madde ve fizik kanunlarının temelinde pozitif bilimler varsa, eseriniz bir bilimkurgu ürünü olacaktır. Eğer evreninizin atomları birbirine çekim kuvvetleri yerine büyü güçleriyle bağlıysa, bu durumda yolculuğunuzun rotası bilimkurgu sınırlarından çıkarak fantezi alanına doğru dönmüş demektir.
Bilimkurgu yazarı ve bilim arasındaki ilişki nedir?
Bilimkurgu yazarı hem var olan bilimsel veriyi mantık boşluğuna yer vermeden kullanabilmek, hem de gelecekte var olabilecek bir bilimsel veriyi gerçekçi ölçütlerde hayal edebilmek durumundadır. Bunun için temel fizik, kimya, biyoloji ve astronomi kanunlarının nasıl işlediği konusunda en azından içgüdüsel bir kavrayışı yakalamış olmalıdır. Bilimsel ve teknolojik gelişmeleri izlemeli, neyin nasıl işlediğini en azından prensipte kavrayabildiğinden emin olmalıdır.
Işıkötesi hızda yolculuk, telepati gibi konular bilimkurgu mudur, fantazi mi?
Eğer warp hızına çıkış prensibinizi pozitif bilimsel bir temele dayandırdıysanız bilimkurgu, büyüye dayandırdıysanız fantezi yapmış olursunuz. Düşünce okurken beyin hücrelerinin yaydığı parçaçık ya da dalgaları kullanıyorsanız, bilimkurgu bölgesinde kalmışsınız demektir. Hatta bunu esrarengiz güçleriyle gerçekleştiren bir mutant da sizi bilimkurgu sınırları içinde tutar, zira genetik mutasyonların esrarının temeli pozitif biyofizik kuralları çerçevesinde ele alınır. Fanteziye kaymanız için ise, düşünce okuyan veya kontrol eden kahramanınızın büyücü ya da gücünü büyülü bir objeden alan bir kahraman olması yeterlidir.
Eh, görünüşe göre yanıtsız sorular konusundaki skor şimdilik fena sayılmaz… Tabii hâlâ Star Wars’un bilimkurgu olup olmadığını tartışmıyorsak.
Bu konuda hâlâ sonuca ulaşamamış olanlarımız varsa yardımcı olmaya çalışalım: Star Wars serisi, George Lucas’ın fantezi yapmak amacıyla yola çıktığı, ancak yine de bilimkurgusallıktan uzak kalmayı başaramamış bir eserdir. En basit örneğiyle mistik bir kudret olarak tanımlanmaya çalışılan “Güç“, daha sonra “insanı ve evreni oluşturan parçacıkları bir arada tutan şey” olarak bilimselleştirilmiştir. Hatta The Phantom Menace bölümünde konuyla ilgili açıklama genetik ve hematolojiye taşınmış, Gücü içinde hissederek kullanabilen Jedi şövalyelerinin bunu, kan dolaşımlarındaki sayımı ortalamadan yüksek olan “midi-chlorian” adlı bir serum elemanı sayesinde başarabildikleri açıklanmıştır. Sonuç: Star Wars, her ne kadar baskın fantastik öğelere sahipse de, basbayağı ve buz gibi bilimkurgudur.
Temel tanımlardaki bulanıklıktan kurtulduğumuza göre, sıranın bir üst düzeydeki soruya geldiğini düşünebiliriz:
Biz bu ülkede niçin doğru dürüst bilimkurgu üret(e)miyoruz?
Bu konuda teklif götürmeyi düşündüğüm bir bayan roman yazarımız, bir röportajında kendisine bilimkurguyla ilgili olarak yöneltilen soruya öyle bir yanıt verdi ki, teklifimi erteleyerek ona düşüncelerini toplaması için biraz –aslında epey– zaman tanımaya karar verdim. Romancımızın görüşüne göre ülkemizde bilimkurgu üretilmesi imkansızdı, çünkü bilimimiz yoktu. Bilim üret(tiril)mediğimiz için bilimin terminolojisini de üretemiyorduk, ve anladığım kadarıyla romancımız bize ait olmayan terimlerle bilimkurgu parçalamanın verimli bir yanını göremiyordu. Aslında onu böyle bir çabadan alıkoyan sahneyi gözümde canlandırabiliyorum: Toplumunuzdaki kullanımı fazlasıyla yeni olduğu için okurunuzun nasıl algılayacağından emin olmadığınız sözcüklerle öykü kurgusu aktarmaya çalışıyorsunuz, ve ettiğiniz lafın okurun kafasında sizin düşündüğünüz gibi canlandığından hiç de emin değilsiniz…
Öte yandan, romancımızın endişesine her ne kadar empatik yaklaşma taraflısı olsam da, bunun bilimkurgu üretimimizin tamamen sıfırda kalmasını açıklamak için yeterli olduğunu kesinlikle düşünmüyorum.
Her şeyden önce bilim evrenseldir ve sırf öğelerinin ismini sizin kültürünüz koymadığı için onları “edebiyat için kullanılamaz” kategorisine hapsetmek söz konusu olamaz. Önemli olan kavramdır, bilgidir, fikirdir– ve idealist bir açıdan bakacak olursak, zaten ilk kavrayan sizseniz geri kalanlarınıza aktarmaya çalışmak da özellikle size düşer. Ayrıca dilimize dışarıdan giren sözcüklerin öylesine kalabalık olduğu, hatta hepsini ayıklayacak olsak geriye kalanların pek doyurucu bir fikir alışverişine yetmeyeceği günümüzde, böyle bir önermeyi üretimsizlik nedeni olarak öne sürmek pek gerçekçi görünmeyecektir.
Böyle sözcüklerle oluşturulan bir eserin “yerli” sayılıp sayılmayacağına gelince… Eğer yazan bizsek ve biz Yeni Zelandalı veya Marslı değil de Türk kimliği taşıyorsak, o zaman bizim kafamızın harmanladığı her şeyin sonucu, komponentleri evrenin hangi köşesinden gelmiş olursa olsun, yeterince “yerli” olacaktır.
Peki ama, öyleyse biz gerçekte neden bilimkurgu yazmıyoruz? Aslında ülkemizde doyurucu bir bilimkurgu üretimi olmamasını başlıca iki nedene bağlıyorum:
- Bu fikre alışmamışlık
- Tembellik
Yazmayı bir rahatlama yolu olarak gördüğü için hayal gücünün ürünlerini kağıda döküp sonra bir çekmecesinde unutan onca yetenekli insanımız, bilimkurgusal bir metnin bu ülkede değerlendirilebildiğine neredeyse hiç tanık olmadığından, bu konuda bir girişimde bulunmayı aklına bile getirmemektedir. İkinci nedene gelince… Ne yazık ki tembellik, ülkemiz insanının genel baş belası konumundaki bir özelliktir ve sırf bilimkurgu konusunda değil, aklımıza gelebilecek başka birçok konuda da hayat kalitemizin olabileceğinin pek altında bir düzeyde seyretmesine neden olmaktadır. Ancak Türk tembelliğinin özelliği, büyük ölçüde ümitsizlikten ve motivasyonsuzluktan kaynaklanıyor olmasıdır. İyi haber: Bu özelliği Türk tembelliğini patolojik tembellikten ayırır, zira motivasyon sağlanan bir atmosferde tedavisi mümkündür.
Bütün bu engelleri aşarak yerli bilimkurguda doyurucu bir sonuç elde etmeye gelince.. Tüm ülkemizi kıskacına alarak ekonomimizi zora sokan üretimsizliğimiz, hiç değilse bilimkurgu edebiyatı konusunda sınırlayıcı etkisini yitirmektedir. Onyıllar boyunca çocuk edebiyatındaki parmakla sayılacak ürünlerle ve öykücülük alanındaki birkaç girişimle sınırlı kalan yerli bilimkurgu, yeni girişimler sayesinde ümitsizlik çemberini kırmak üzeredir. Bu amaçla derlediğimiz ve Kayıp Dünya’nın sayfalarında çağrısına yer verdiği Türk Bilimkurgu Öyküleri Antolojisi, “kitap” olayını “lüks” olmaktan kurtaracak bir proje bünyesinde hazırlanmaktadır. Okuma keyfinden çeşitli nedenlerle uzaklaşan insanlarımıza onur ve heyecanla duyururuz…
Hazırlayan: Özlem Kurdoğlu, 1 Ağustos 2001 / Kayıp Dünya, Sayı 7