Bu yaygın bilimkurgu temaları, bir gün birer bilimsel gerçeğe dönüşebilir…
Bilimkurgu romanları ve filmleri, çoğu zaman bilim veya teknolojinin gelecekteki eğilimlerini tahmin etmeye yönelik ciddi girişimlerden çok, aksiyon dolu maceralarda sıçrama tahtası olarak kullanılabilecek gerçeklerle ve bilimden uzak fikirlerle doludur. Örneğin, bir uzay aracını, yolcularını ezerek öldürmeden birkaç saniye içinde fantastik hızlara çıkarmak gibi en yaygın motiflerden bazıları, anladığımız şekliyle fizik yasalarına göre tamamen imkansızdır. Yine de aynı yasalar, solucan deliklerinden paralel evrenlere kadar, görünüşte imkânsız gibi gelen bilimkurgu kavramlarından bazılarına izin veriyor.
İşte, en azından teoride gerçekleşebilecek bazı bilimkurgu fikirlerinin bir özeti.
Solucan Deliği
Bir solucan deliği, yani evrenin iki uzak noktası arasında neredeyse anında seyahate izin veren uzayda kısa yol fikri kurgusal bir hikâyeyi hızlandırmak için ortaya atılmış bir fikir gibi görünüyor. Ancak resmi adıyla Einstein-Rosen Köprüsü kavramı, bilimkurgu yazarları onu kullanmadan çok önce ciddi bir teori olarak ortaya konmuştu bile. Kavram, kütle çekimini nesnelerin neden olduğu uzay-zamanın bozulması (bükülmesi) olarak gören Albert Einstein‘ın genel görelilik teorisinden geliyor. 1935’te fizikçi Nathan Rosen ile birlikte Einstein, kara delikler gibi son derece güçlü kütle çekimi noktalarının doğrudan birbiriyle bağlantılı olabileceğini ortaya koydu. Ve böylece solucan delikleri fikri doğdu.
Bir kara deliğin etrafındaki kuvvetler, ona yaklaşan herkesi ve her şeyi yok edeceği için bir solucan deliğinden geçme fikri, astrofizikçi Carl Sagan‘ın bir bilimkurgu romanı yazmaya karar verdiği 1980’lere kadar ciddi bir şekilde ele alınmadı. BBC’ye göre Sagan, diğer bir fizikçi Kip Thorne‘u yıldızlararası mesafeleri bir anda kat etmenin uygun bir yolunu bulmaya teşvik etti. Thorne, insanların bir solucan deliğini yara almadan geçerek yıldızlararası seyahati gerçekleştirebilecekleri, teoride mümkün, ancak pratikte neredeyse imkânsız bir yol tasarladı. Sonuç, daha sonra Jodie Foster’ın başrolde olduğu bir filme uyarlanan Sagan’ın “Contact” (Simon ve Schuster: 1985) adlı romanına girdi.
Solucan deliklerinin filmlerde tasvir edilen basit ve kullanışlı ulaşım yöntemleri hâline gelmesi pek olası olmasa da, bilim insanları artık Thorne’un orijinal önerisinden daha uygun bir solucan deliği inşa etme yolu buldu. Ayrıca, evrende zaten solucan delikleri varsa, yeni nesil kütle çekimi dalgası detektörleri kullanılarak yerlerinin bulunması da artık mümkün. / İleri Okuma
Büküm Sürüşü
Uzayda geçen macera hikayelerinin çoğu için temel bir ön koşul, A’dan B’ye bugünkünden çok daha hızlı gitme gereksinimidir. Solucan deliklerini bir yana bırakırsak, bunu geleneksel anlamda bir uzay aracıyla başarmanın önünde birçok engel var. Gereken muazzam miktarda yakıt, hızlanmanın ezici etkileri ve evrenin kesin olarak dayattığı bir hız sınırı mevcut. Bu, ışığın hareket ettiği hız ve kozmik bağlamda hiç de hızlı değil. Dünya’ya en yakın ikinci yıldız olan Proxima Centauri, Güneş`ten 4.2 ışık yılı uzaklıktayken, galaksimizin merkezi 27.000 ışık yılı uzaklıkta.
Fakat, kozmik hız sınırında bir boşluk var: Bu sadece uzayda seyahat edebileceğimiz maksimum hızı belirler. Einstein’ın açıkladığı gibi, uzayın kendisi bükülebilir, bu yüzden belki de bir uzay gemisinin etrafındaki alanı, hız sınırını “aşacak” şekilde manipüle etmek mümkün olabilir. Yani, uzay gemisi hâlâ çevresindeki uzayda ışık hızından daha düşük bir hızla seyahat ederken, uzayın kendisi bundan daha hızlı hareket edebilir.
1960’larda “warp sürüşü” kavramını ortaya attıklarında “Uzay Yolu” yazarlarının aklından geçen buydu. Ama onlara göre bu, gerçek fizik değil, sadece kulağa mantıklı gelen bir ifadeydi. Teorisyen Miguel Alcubierre, Einstein’ın denklemlerine gerçek bir warp sürüşü etkisini üretebilecek bir çözüm buldu. Özetle, Alcubierre’nin warp sürücüsü çözümü Thorne’un geçilebilir solucan deliğinden daha uygulanabilir değil, ancak bilim insanları bir gün pratik olabileceği umuduyla onu iyileştirmeye ve geliştirmeye çalışıyor. / İleri Okuma
Zaman Yolculuğu
Zaman makinesi kavramı, büyük bilimkurgu hikaye konularından biridir ve karakterlerin geri dönüp tarihin akışını değiştirmesine izin verir. Ancak bu kaçınılmaz olarak mantıksal paradoksları ortaya çıkarır. Örneğin, “Geleceğe Dönüş”te, aynı makineyi kullanarak gelecekteki Marty tarafından ziyaret edilmemiş olsaydı, Doc zaman makinesini yine de yapar mıydı? Bunun gibi paradokslar yüzünden birçok insan zaman yolculuğunun gerçek dünyada imkânsız olduğunu varsayıyor fakat fizik yasaları zaman yolculuğuna engel değil.
Tıpkı solucan delikleri ve uzay bükülmelerinde olduğu gibi, zamanda geriye gitmenin mümkün olduğunu söyleyen fizik, Einstein’ın genel görelilik kuramından geliyor. Bu kuram, uzay ve zamanı “uzay-zaman sürekliliğinin” bir parçası olarak ele alır ve ikisi ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. Tıpkı bir solucan deliği veya büküm sürücüsü ile uzayı çarpıtmaktan bahsettiğimiz gibi, zaman da çarpıtılabilir veya bükülebilir. Bazen o kadar bükülebilir ki, bilim insanlarının “kapalı zaman-benzeri eğri” olarak adlandırdıkları şekilde kendi üzerine katlanabilir. Bu olay, bir başka deyişle zaman makinesi olarak da adlandırılabilir.
Fizikçi David Lewis Anderson‘a göre, böyle bir zaman makinesi için kavramsal bir tasarım 1974’te fizikçi Frank Tipler tarafından yayımlandı. Tipler silindiri olarak adlandırılan bu silindir büyük – en az 60 mil (97 kilometre) uzunluğunda- ve yoğunluğu son derece yüksek ve toplam kütlesi Güneş`in kütlesiyle karşılaştırılabilir olmalı. Aynı zamanda, bir zaman makinesi olarak işlev görmesi için silindirin uzay-zaman sürekliliğinde zamanı kendi üzerine katlayacak kadar hızlı dönmesi de gerekiyor. Bu DeLorean’a bir akı kapasitörü bağlamak kadar basit görünmeyebilir, ancak gerçek bir zaman makinesi olma avantajına sahip- en azından kâğıt üzerinde. / İleri Okuma
Işınlanma
Işınlanmanın (teleportasyon) arketip bilimkurgu örneği, personeli bir yerden diğerine taşımanın uygun bir yolu olarak gösteren “Uzay Yolu” taşıyıcısıdır. Ancak ışınlanma, herhangi bir ulaşım türünden oldukça farklıdır: Yolcunun başlangıç noktasından varış noktasına kadar uzayda hareket etmesi yerine, başlangıçtaki orijinali yok ederken hedefte tam bir kopyanın yaratılmasıyla sonuçlanır. İnsanlardan ziyade atom altı parçacıklar düzeyinde ışınlanma gerçekten de mümkün.
Gerçek dünyada bu sürece kuantum ışınlanma denir. Bu işlem, foton gibi bir parçacığın kesin kuantum durumunu yüzlerce kilometre uzaktaki bir diğer fotona kopyalar. Kuantum ışınlanma, ilk fotonun kuantum durumunu yok eder, bu nedenle foton sihirli bir şekilde bir yerden diğerine taşınmış gibi görünür. İşin püf noktası, Einstein’ın “uzaktan ürkütücü eylem (spooky action at a distance )” olarak adlandırdığı kuantum mekanik kavramına dayanıyor, ama siz onu kuantum dolanıklığı olarak duymuş olabilirsiniz. “Işınlanacak” foton, bir çift dolanık fotondan biriyle etkileşirse ve elde edilen durumun bir ölçümü, diğer dolanık fotonun olduğu alıcı uca gönderilirse, dolanık çiftin ikinci fotonu ışınlanan fotonla aynı duruma geçebilir.
Tek bir foton için bile karmaşık olan bu işlem ve sürecin, “Uzay Yolu”nda görülen türde anlık bir ulaşım sistemine ölçeklendirilebilmesinin imkânı şu an yok. Öte yandan kuantum ışınlama, gerçek dünyada hack korumalı iletişim ve süper hızlı kuantum hesaplama gibi önemli uygulamalara sahip. / İleri Okuma
Paralel Evrenler
Evren, teleskoplarımızın bize gösterdiği her şeydir: Büyük Patlama’dan bu yana genişleyen milyarlarca galaksinin tümü. Ama hepsi bu kadar mı? Teori, belki de öyle olmadığını söylüyor: Başka bir sürü evrenler olabilir. “Paralel evrenler” fikri tanıdık başka bir bilimkurgu temasıdır, ancak ekranda tasvir edildiklerinde genellikle bizim evrenimizden yalnızca küçük ayrıntılarda farklılık gösterirler. Ancak, paralel bir evrendeki fiziğin temel parametrelerinin -kütle çekimi veya nükleer kuvvetler gibi- bizimkinden farklı olması nedeniyle gerçek çok daha tuhaf ve farklı olabilir. Bu türden farklı bir evrenin ve içinde yaşayan yaratıkların klasik bir tasviri, Isaac Asimov‘un “İşte Tanrılar” adlı romanında yapılmıştır.
Modern paralel evren anlayışının anahtarı, “ebedi şişme” kavramıdır. Bu kavram, uzayın sonsuz dokusunu sürekli, inanılmaz derecede hızlı bir genişleme hâlinde tasvir ediyor. Arada bir, bu uzayda yerel bir nokta “dışa kapalı” bir Büyük Patlama’yla genel genişlemeden düşer ve daha düşük bir hızla büyümeye başlar ve içinde yıldızlar ve galaksiler gibi maddesel nesnelerin oluşmasına izin verir. Bu teoriye göre, evrenimiz böyle bir bölgedir, ancak sayısız başka bölgeler olabilir.
Asimov’un hikayesinde olduğu gibi, bu paralel evrenler bizimkinden tamamen farklı fiziksel parametrelere sahip olabilir. Bir zamanlar bilim insanları, yalnızca bizimkiyle neredeyse aynı parametrelere sahip evrenlerin yaşamı destekleyebileceğine inanıyorlardı, ancak son araştırmalar durumun bu kadar kısıtlayıcı olmayabileceğini öne sürüyor. Yani Asimov’un uzaylıları için henüz umut var- muhtemelen romanda olduğu gibi onlarla temas kurmak mümkün olmasa da. Bununla birlikte, diğer evrenlerin izlerini başka yollarla tespit edebilmemiz mümkün olabilir. İngiltere’deki Liverpool John Moores Üniversitesi’nde astrofizik profesörü olan Ivan Baldry, The Conversation‘da yazdığı bir makalede, kozmik mikrodalga arka planındaki gizemli “soğuk noktanın” paralel bir evrenle çarpışmadan kaynaklanan yara izi olduğunu öne sürmüştür. / İleri Okuma