SSCB’de Devrimci Bilimkurgunun Yükselişi ve Çöküşü

“Ütopyalar birleşik bir yerküreye ihtiyaç duyar, çünkü ütopya adaları yozlaşabilir ya da işgal edilebilir.” – Jerome Gillison

Bilimkurgu, ya da Rusça’daki kullanımıyla “Fantastika”, Rusya’daki en parlak zamanlarını Ekim Devrimi sonrasında, 1920’li yıllarda yaşamıştı. Kaderi de devrimin kaderiyle çakışacak şekilde, Sovyet bilimkurgusu 20’lerin sonunda 30’lardan itibaren Stalin’in yükselişi ve iktidarını sağlamlaştırmasıyla birlikte hem nicelik hem de nitelik açısından gerilemiş ve çöküşe geçmiştir. Bu çöküş kendiliğinden değil, Ekim devriminin ideallerine ihanet eden yeni rejimin bilinçli sansür ve yasakları yüzünden gerçekleşmiştir. Bu yazımızda, Sovyet bilimkurgusunun altın yıllarına dair bazı eser örnekleri sunmaya ve sonrasındaki çöküşe zemin hazırlayan politik atmosferi özetlemeye çalışacağız.

Geçmiş yazımızda, Aleksandr Bogdanov’un Kızıl Yıldız adlı, 1908’te kaleme aldığı ve Mars’ta yaşanan bir sosyalizmi anlattığı bilimkurgu romanını tanıtmıştık. 1917 Bolşevik Devrimi’nin ertesinde, sanatçıların baskı ve zincirlerden kurtulan hayal güçlerinin ürettiği sayısız vizyoner bilimkurgu eseri, Kızıl Yıldız’ın “paltosunun altından” çıkmıştı. Çarlık rejimini yok ederek tarih sahnesine –kısa süreli Paris Komünü’nden sonra- ilk işçi devleti olarak çıkan Sovyetlerde, geleceğin şehirlerinin ve gelecekteki yeni toplumun nasıl olacağına dair savlar öne süren bu eserler devlet matbaaları tarafından basılmakta, Bolşevik Parti yönetimi tarafından bu kurgusal tartışmalar gazete sayfalarında ve forumlarda teşvik edilmekteydi.

Troçki’nin Gelecek Projeksiyonu

Troçki’nin 1923’te yayınlanan “Edebiyat ve Devrim” adlı kitabının son sayfalarını mini bir ütopya denemesi ve komünizm döneminde dünyanın nasıl bir yer olacağına dair onun hayal gücünün projeksiyonu olarak kabul edebiliriz. Troçki bu sayfalarda “Karınca gibi yığılan meydan ve sokakların”, eskimiş bozulmuş şehirlerin ortadan kalkacağını ve yeni bir ‘mimari demokrasinin’ ortaya çıkacağını, sıradan insanların kitle halinde, ellerinde pusulalarla görüş belirteceğini ve ‘gerçek halk partilerinin’ yeni yapılacak ‘şehir-köylerin’ doğasına karar vereceğini hayal ediyordu. (Türkiye’de Gezi isyanını ateşleyen sebep olarak Taksim’de bir parkın halka rağmen yok edilmek istenmesi olduğunu ve son günlerde yeniden dikte edilen Topçu Kışlası tartışmasını düşününce, bu hayalden halen ne kadar uzak olduğumuz aşikâr.) Troçki aynı sayfalarda günümüz biyonik insan tartışmalarını öngörmüşçesine şöyle devam ediyordu:

“Gelecekteki yaşam monoton olmayacak. Fizyolojik bilim deneyleri bedeni dönüştürecek, metabolizma büyüklüğünü dengeleyecek ve ağır ölüm korkusunu azaltacak. Ortaya çıkacak olan ‘üstün insan’ da bir Aristoteles, bir Goethe, bir Marks zirvesine ulaşacak. Bu zirvelerin ötesinde de yeni zirveler yükselecek.”

Dönemin füturolojik projeksiyonlarına bir örnek olarak, “Otuz Gün” adlı dergide yayınlanan ve gazetecilerle yazarlara Rusya’nın 100 yıl sonrasına ilişkin vizyonlarını soran anket göze çarpmaktadır. Ankete verilen yanıtlar kısa olmalarına rağmen devrim yıllarının hayallerini ve ideallerini yansıtması bakımından aydınlatıcıdır: sınıfların ve sömürünün olmadığı devletsiz bir dünya; savaşların bittiği ve suçların kalmadığı, dünya barışının ve birliğinin sağlandığı ütopik gelecek tasavvurları. Derginin 1929 yılında yayınladığı büyükçe başka bir kitapta geleceğin dünyasında fizyolojiden astronomiye, tarım, antropoloji ve psikolojiye dek seçkin bilim adamlarının projeksiyonları yer almıştı. Bu projeksiyonlarda komün-şehirler, tek kişilik uçuşlar, dev boyutlarda ve köprülerle birbirine bağlanmış gökdelenler, gök istasyonları, daha sağlıklı ve uzun yaşamlar tahmin ediliyordu. Havacılık ve uzay yolculuğu da dönemin Sovyet bilimkurgusunda başlıca ele alınan konulardan biri olarak göze çarpmaktadır. 1925 yılında Moskova Üniversitesi “Başka Dünyalara Uçmak” başlıklı gezegenler arası uzay yolculukları hakkında resmi bir forum düzenlemişti.

Kayıtlar, 1920-1930 yılları arasında 200’e yakın ve aralarında roman, öykü, şiir, tiyatro oyunu ve film bulunan Sovyet bilimkurgu eseri yayınlandığını gösteriyor. Zirve noktası kabul edilen 1927 yılında, Rus yayıncılık tarihi için muazzam kabul edilebilecek olan 50 eser ortaya çıkıyor. Bunun dışında yabancı dillerden de 200’ün üzerinde, bilhassa Jules Verne ve H.G.  Wells’ten olmak üzere çeviri yapıldığına rastlıyoruz. O dönem Avrupa ve ABD bilimkurgusuyla kıyaslandığında, Sovyet bilimkurgusunda geleceğe yönelik olumlu ve iyimser bakış ağırlıktaydı. Fakat bu olumlu ütopyalarda bile, adeta Stalinist periyotla beraber gelecek karanlık günlerin bir önsezisi nevinde ipuçlarına rastlamak mümkündü.

İlk Uzun Metrajlı Bilimkurgu Filmi: Aelita – Mars Kraliçesi

Aleksey Tolstoy’un 1923 yılında yayınlanan “Aelita” – “Mars Kraliçesi” adlı romanı, yönetmen Yakor Protazonov tarafından 1924 yılında sinemaya uyarlandı. Aelita, 113 dakikalık süresiyle sinema tarihinin ilk uzun metrajlı bilimkurgu filmi olarak kabul edilmektedir. Sessiz çekilen film, “Anta… OdELI… Uta…” yazan şifreli bir mesaj ile açılış yapmaktadır. (Hatta film gösterime girmeden önce bu şifreli mesaj hiçbir açıklama olmaksızın dönemin Pravda’sında da günlerce yayınlanmış ve filme dair kitlelerde merak uyandırılarak bu yönüyle de bir pazarlamacılık başarısı olmuştur.) Mesajın içeriği çözülemezken, Moskova Radyo İstasyonu’nun başında bulunan hayalperest Los, mesajın Mars’tan geldiğini iddia edecektir. O esnada Mars hükümdarı Tuskup ve beraberindeki “Büyükler” olarak bilinen yönetici sınıf, gezegeni totaliter bir rejim ile yönetmektedir.

Gezegendeki işçi sınıfı ise ihtiyaç duyulmadığı anlarda bir soğuk hava deposunda bekletilmektedir. Mars’taki yöneticilerden Gol, yakın gezegenlerdeki hayatı gözlemlemek için büyük bir teleskop icat edecek, Tuskup’un kızı Aelita da Los’u bu teleskop sayesinde keşfedecektir. Los, Aelita’nın kendisini izlediğini takıntı haline getirerek, radyo istasyonunda birlikte çalıştığı mühendis Spiridonov’un kimliğine bürünerek bir uzay gemisi inşa edecektir. Yanına aldığı devrimci Gusev ile birlikte Mars’a varacak, ikili Mars’taki Büyükler tarafından hapse atılacak ama Aelita’nın yardımıyla gezegende proleter bir başkaldırının öncüsü olacaklardır. Fakat devrimin liderliğine soyunan Aelita sonrasında babası Tuskup gibi gezegeni “demir yumruğuyla” yönetmeye devam edecektir. Bu gelişme ile büyük bir şok yaşayan ve ihanete uğradığını düşünen Los, bu sefer Aelita’yı durdurmak için yeni mücadelelere girişecektir. Gerçeklik ile hayal gücü arasında aklı karışan Los, filmin sonunda bir tren istasyonunda uyanır ve film “Bu kadar hayal gücü yeter, yapacak çok iş var” repliğiyle sona erer.

Yevgeny Zamyatin: Biz

Sovyet bilimkurgusu denildiğinde akla gelen başka bir isim elbette Yevgeny Zamyatin ve “Biz” adlı distopya türünün öncülerinden, Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sına ve Orwell’in 1984’üne öncülük eden eseri. 1920 yılında yayınlanan ve 1000 yıl sonrasındaki 2920 dünyasını anlatan Biz’i farklı kılan, o dönem SSCB’de komünist soldan ortaya konulan bilimkurgu eserlerdeki olumlu ütopyacı eğilime karşı “Biz”de disütopik bir geleceğin kurgulanmış olmasıdır. Bu dönemde sayıları az da olsa eski Çarlık düzenini, teokratik bir Ortodoks yeni düzeni veya köylü anarşizmini savunan, ‘sosyal devrimci’ bilimkurgulara da rastlanmakta, fakat bu eserler yeni rejime muhalif olsalar da devlet matbaaları tarafından basılmaktaydı. Savaş komünizmi dönemindeki uygulamalardan hoşlanmayan Zamyatin’in karamsar bir gelecek tablosu çizdiği Biz’e dair değerlendirmelerde Zamyatin’in kapitalizmden tiksinircesine nefret ettiği ve Bolşevik geçmişinden genellikle bahsedilmez.

Bogdanov’un Kızıl Yıldız’ına bir cevap olarak kaleme aldığı yorumlanan Biz’de, makinelere aşırı bağımlı ve özgürlüklerini yitiren, askeri düzen içinde hayatlarının her dakikası programlanmış ve artık robotlaşmış işçiler, doğadan kopuk büyüyen makine şehirler ve yurttaşlarının her hareketini takip eden “Gardiyanların Birleşik Devleti” adlı bir polis devlet yer almaktadır. Biz evreninde insanların isimleri yoktur, kendilerine verilen numaralarla çağrılmaktadır ve devlet denetimi dışındaki cinsel birleşmeler yasaklanmıştır. Devrimci bir dönemde, devrimin ihanete uğrayacağını ve yeni Rusya’da inşa edilmek istenen sosyalizmin bir devlet kapitalizmine dönüşeceğini adeta önceden haber veren Biz, maalesef yayınlandığı dönemde sansüre uğrayarak yasaklanmış, SSCB’de yeniden basılması ancak 1988’deki Glasnost periyodunda mümkün olabilmiştir. Zamyatin, 1931’de Stalin’e bir yazar olarak bu ülkede kalmasının artık bir anlamı kalmadığını söyleyen ve ülkeden ayrılmak istediğini talep eden bir mektup yazmış ve Gorki’nin araya girmesiyle Stalin, Zamyatin’in bu isteğini kabul etmiştir.

1922’de eleştirmen A.K. Voronski Biz ile ilgili denemesinde, romandaki açık anti-sosyalist ögelere karşı çıkarak şöyle diyordu: “Bolşevikler, insanları devletin ökçesinin altında ezmeye çalışmıyorlar. Biz’de anlatılan sosyalizm, Bismarck’ın gerici ‘devlet sosyalizmine’ benzemektedir. Bolşevizm ‘Biz’ ve ‘Ben’ sentezine karşılık gelmektedir; ‘Ben’ üzerindeki ‘Biz’e değil! Makine benzeri hayat, asla bizim hedefimiz olamaz. Biz, makinelerin hafiflettiği bir hayat istiyoruz. Gelecekte –Biz romanındaki gibi- kâbus şehir ve yabani orman diye ikili bir dünya olmayacak, kentsel ve kırsal öğelerin insani bir bileşimi olacak.” Zamyatin’in Biz romanı 1950’lerde Batı’da yeniden canlandırılarak yaygınlaştırıldı. Geç dönem Stalinizmle ve Orwell’in 1984’ü sonrasında totaliterlik kuramının ortaya çıkışıyla romanın, Sovyet gerçekliğinin bir yansıması olduğu fikri sürekli işlendi. Hâlbuki bu savlar, 1920-1930 döneminde SSCB’de üretilen bilimkurgu eserlerinde tam da Stalin ile cisimleşen “Gardiyanların Birleşik Devleti”nin gelişini önlemek için çırpınan vizyonerliği ve devrimci hayal gücünü görmezden gelmektedir.

Bogdanov’un Kızıl Yıldız’ının İzinden

sovyet

Aynı dönemde yayınlanan ve “popüler olan” birkaç esere daha değinelim. Bu eserlerin elbette işçiler, parti üyeleri, kentli entelijensiya, taşradaki gençler ve öğrenciler gibi devrimci toplumun üyeleri için popüler olduğunu belirtmek lazım. Yoksa kapitalist cehennemlerden, sosyalist cennetlerden, alternatif anti-modern ütopyalardan ve distopyalardan bahseden bu eserler NEP insanları, kapitalistler, yeni düzenin politik muhalifleri, eski üst sınıf üyeleri veya köylülüğün büyük kısmı için yazılmamıştı.

1922 yılında yayınlanan ve Viviyan İtin’in kaleme aldığı “Gonguri Ülkesi”, bir kızıl partizanın rüyasında gördüğü ve kocaman meyveleri, makineleri insanlardan daha iyi çalışan, yüksek gökdelenler içinde yaşayan binlerce kişiyi barındıran şehirlerden oluşan hayali “Gonguri” ülkesinden bahsetmektedir. Bu ülkede işçiler adeta bir festival havasında çalışmakta ve ülkedeki şehir meydanlarında aynalı camlar, uçsuz bucaksız bahçeler ve sanatçıların yaşadığı saraylar bulunmaktadır. Öykünün sonunda, bu hayali ülkenin rüyasını gören 16 yaşındaki kahraman iç savaştaki Beyaz muhafızlar tarafından uyandırılarak idam edilmeye götürülmektedir.

Bogdanov’un da bir öğrencisi olan Yakov Okunev’in 1923’te yayınlanan “Yaklaşan Dünya” adlı eserinde 200 yıl sonrasında, 1923 yılında uykuya dalan bir Rus kadını ile erkeğinin 2123’te uyanıp bu yılın dünyasını gezmesi anlatılmaktadır. Tümüyle kentleşmiş bu dünyada, Avustralya’dan Orta Rusya’ya dek kesintisiz yürünmesini sağlayan caddeler, meydanlar, tüneller ve köprüler bulunmaktadır. Bu dünyanın merkezinde, bir kanalla birbirine bağlı Londra-Paris yer almaktadır. Makinelerin idare ettiği kendi kendini yöneten bir ekonomi hâkimdir. Bu ekonomide insanlar günde iki-üç saat çalışmakta, denetim işlemleri dâhil olmak üzere geri kalan bütün işler makineler tarafından yerine getirilmektedir. 2123 yılının devletsiz ütopyasında, tarih boyunca insanlığın toplumsal kanserleri olan savaş, suç, sömürü, kıtlık ortadan kalmıştır. İnsanlar uniseks giyinmekte, aynı toplu konutlarda ama bireyselleştirilmiş iç mekânlarda yaşamaktadır. Erkekler ve kadınlar evlenmeden, birbirlerini kıskanmadan özgürce çift olmakta, bu ilişkilerden doğan çocuklar Alpler, Pireneler, Himalayalar ve Pamirler’de çocukların sağlıklı yaşaması için inşa edilen dağ taraçalarındaki saraylarda yaşamaktadırlar. Okunev’in eseri, Bogdanov’un Kızıl Yıldız romanında Mars’ta gerçekleşen komünist cenneti bu dünyaya taşımış olmasıyla literatürde önem kazanmıştır.

Yine açıkça Bogdanov’dan esinlendiğini eserinin isminden bile açıkça anladığımız “Kızıl Yıldız’ın Harikalar Dünyası’na Yolculuk” adlı 1924 tarihli hikâyesinde İnnokenti Jukov, komünizmin 2123 gibi uzak bir gelecekte değil 1957 yılında gerçekleştiği bir ütopyayı anlatır. Hikâyedeki kahramanların isimleri Kızıl Kim, Krasarm (Kızıl Ordu), Yul (Genç Leninist), Spartaküs, Ekim gibi devrimci isimlerdir. Bütün dünyaya radyoyla müzik yayınlarının yapıldığı bu komünist dünyada gezegenin dili herhangi bir ulusun değil, Esperanto adlı evrensel kurgu dildir.

sovyet 2

Mühendis V.D. Nikolski’nin 1927’de yayınlanan “Bin Yılda Bir” adlı kitabı, 1945 yılındaki ilk atom bombasını ve sonrasında Soğuk Savaş dönemindeki nükleer silahlanmayı öngörmesiyle SSCB’de uzun yıllar yaygın olarak okunmuştur. Romandaki kahramanlar zaman yolcuları olan bir Rus mühendisle Alman profesördür. Bir “kronomobil(Zaman arabası) kullanarak 1927-2927 arasındaki 1000 yıllık tarihi öğrenirler. Romanda anlatılan tarihte, Paris’teki atom deneyleri Avrupa’nın yarısını yok eden büyük bir patlamayla sona erdikten sonra tekelci-kapitalist Pan-Amerikan İmparatorluk tarafından “son dünya savaşı” başlatılır. 150 yıl süren bu savaşı Avrupa Sosyalist Devletler Birliği kazanır ve 2155 yılında Berlin’de düzenlenen barış konferansında üyelerinin hepsi sosyalist devletler olan “Dünya Kardeş Cumhuriyetler Birliği” kurulur. Artık uluslar arası kargaşadan ve savaşlardan kurtulan dünyada yeni insanlığın inşa edilme zamanı gelmiştir. Bu dünyada Esperanto’ya benzeyen ama Asya dillerinden pek çok kelime almış bir dil konuşulmaya başlanmıştır. Yerel düzeydeki yönetim mekanizması kendi kendini idare eden bağımsız komünlerden oluşmaktadır. Bu komünlerin her birinin komşularıyla eşgüdüm içinde olmasını sağlayan kendi Sovyetleri vardır.

Gezegen çapındaki bu siyasi yapıyı, sembolik ve törensel başkent olan “Mekanopolis” denetlemektedir. Fakat bu dünyada bildiğimiz anlamıyla gerçek şehirlerin olmadığını belirtmek gerekir. Dev yeşil ormanlar içinde insanlar cam fanuslar içinde yaşamakta, müzeler ve tiyatrolar gibi sanat binaları çoğunluğu oluşturmaktadır. Eski şehirlerin kalıntıları antik harabeler halinde bu fanus şehirlerin arasında terk edilmiştir. Temiz hava ve kır yaşamının herkese açık olduğu bu ütopyada orman-şehirler birbirine çok katlı otoyollarla havadan bağlanmıştır. Bu komünist ütopyanın ekonomisinde, insan yapımı ve “Sputnik” ismi verilen yapay uydular küresel yiyecek ve kaynaklar hakkında veriler toplamakta, bu veriler bilgisayarlar tarafından işlenmekte ve saatte 1000 km uzunluğunda mal emebilen elektromanyetik vakumlu trenler Hindistan’dan sebzeleri ve Güney Amerika’dan tahılları Avrupa’ya 5-6 saat içinde taşımaktadır. Ağır sanayiler yoğunlaştırılarak merkezileşmiş ve bu sanayilerde insan emeği yerine makineler kullanılmaktadır. İnsan emeği sadece haz verici ve yabancılaştırmayan işlerde kullanılmakta, yaşamın her alanı zamandan tasarruf eden rasyonel teknolojilerle donatılmıştır. Mekanik kütüphanelerde konuşan kitaplar, otomatik dükkânlar ve kafeteryalar, güneş, rüzgâr, dalga gibi temiz enerjiler, insan ömrünü 200-300 yıla çıkaran tıbbi araştırmalar vardır. Bütün dünyanın bilim insanları gezegenler arası yolculuk konusuna yoğunlaşmıştır.

Sovyet Bilimkurgusunda Baskı ve Sansürler Dönemi

sovyet 3

Sovyet Rusya’da Stalin’in ölümüne dek yayınlanabilen son bilimkurgu romanı, 1931 yılına ait ve Yan Larri’nin kaleme aldığı “Mutluların Ülkesi” oldu. Gençliği devrimci siyasi mücadele içinde geçen yazar hakkında Sovyet kaynaklarında 1941 yılında yasadışı şekilde baskılandığı ve 1956 yılında “rehabilite edilmek” için Sibirya kamplarından birine gönderildiği bilgisi mevcuttur. Yazdığı roman, bilimkurgu türünün Stalin döneminde tümden kovuşturulmasına yol açacak temalarla doluydu. Komünist devrimin bütün dünyaya yayılamadığı, 1980 yılının dünyasındaki SSCB’de geçen romanda, genç ve devrimci nesille artık statükocu olan ve yeniliklere kapalı yaşlı neslin çarpışması konu edinilmektedir.

Otoriter olan yaşlı nesili “Molibdenum” ve “Kogan” karakterleri temsil etmektedir. Molibdenum, çelik benzeri alaşımları yapmak üzere kullanılan sert mineralin Rusça Molibden kelimesinden türetilen adıdır. Romanda Molibdenum karakteri tıpkı Stalin (yani çelik!) gibi katı, doğrudan, basit ve acımasız olarak tasvir edilmiştir. Romanda Molibdenum’un yakın dostu olan Kogan’ın ise o sırada Rusya’da ütopya ve deney karşıtı kampanyaların öncüsü ve Stalin’in baş cellâdı olan Lazar Kaganoviç’i temsil etmektedir. Romanın sonunda Molibdenum ve Kogan, genç devrimci nesile karşı mücadelelerini kaybederler. Romanda, ateşli devrimci gençlerden birisi bütün kütüphanelerde kanlı bir devrim başlatmayı ve “yanlış yorumların” önüne geçmek için Marks’ın ve Lenin’inkiler dâhil bütün kitapların özünü çıkarmayı önerir. Başka bir karakter bu gence “Peki ya Stalin? O da bundan zarar görmez mi?” diye sorar. 1931’den sonra bu tür “saygısızlıklara” (!) elbette yer olmayacaktır.

Bilimkurgunun Rusya’daki altın çağını yaşadığı 1917 devrimi öncesi ve bilhassa devrimden sonra 30’lara dek olan dönem, Stalin’in iktidarını sağlamlaştırmasıyla kapandı. Edebiyatta ütopyacı bilimkurgu, Stalin’in “Yakın Sınırlar Doktrini” tarafından resmi olarak dışlandı ve yazarları politik olarak tutuklamalar ve sürgünler yoluyla bastırıldı. Çünkü bu tarz bir edebiyatın kitlelerin sosyalizmden beklentilerini artırdığı ve mevcut yönetime karşı şüphe duymayı kışkırttığı söyleniyordu. Bu doktrine göre sosyalist bir yazar, uzak gelecekle ilgili fanteziler kurmak yerine bugünün sorunlarına yoğunlaşmalı ve eserlerinde rejimin reel başarılarını konu edinmeliydi. Hatta iş, bilimkurgunun ve ütopya edebiyatının sosyalist bir toplumda yeri olamayacağı, çünkü zaten her şeyin en mükemmelinin yaşanılması için çalışıldığının iddia edilmesine kadar vardı.

sovyet 4

1936 yılında yönetmen Vasili Zhuravlov tarafından çekilen “Kozmik Yolculuk” adlı film, Sovyet Rusya’da bilimkurgu açısından fetret dönemi olan bu yıllardaki ilginç bir örnek olarak sinema tarihindeki yerini almıştır. Ay’a seyahat eden komünist bir toplumun kahramanlık hikâyesini konu alan film, Stalin’in siyasi tasfiyeleri döneminde çekilmesine rağmen uzay yolculuğunun o dönem için en gerçekçi resmini sunabilmiştir. Filmdeki uzay gemisinin ismi “Joseph Stalin”dir. (Sansürü aşabilmek adına pratik bir çözüm olarak düşünülmüş olmalı!) Fakat buna rağmen film, Stalin’in bıyıklarının hışmından kurtulamamıştır. Bunun sebebi de düşük Ay yerçekiminde kozmonotların uçar gibi sekerek yürümesinin “sosyalist gerçekçiliğe” aykırı bir görüntü sunduğu iddiasıdır. Kozmonotların bu sahnesinin komik ve küçük düşürücü bulunması sebebiyle film sansüre uğramış ve ancak 1980’lerden sonra kitlelerce izlenebilmiştir.

SSCB’de bilimkurgu edebiyatı ve sineması açısından bu karanlık dönem, Stalin’in 1953 yılındaki ölümüne dek sürdü. 1950’lerin sonunda Sovyet bilimkurgu edebiyatı yeniden küllerinden, 1959 yılında İvan Yefremov’un “Andromeda” adlı eseri ve Strugatsky Kardeşlerin çalışmalarıyla doğdu. Fakat Yefremov ve Strugatsky Kardeşler o dönemde yine de Parti’nin perspektiflerinden saptıkları gerekçesiyle rejim tarafından “sakıncalı” ilan edilmişlerdi. 1970’ler ve 1980’ler boyunca ise bilimkurgu yazarları politik eleştirinin dozunu gittikçe artırmış, bu yüzden ancak “Samizdat” adı verilen yasadışı yer altı edebiyatı yayınlarında kendilerine yer bulabilmişlerdi.

Devrimci Bilimkurgunun Mirası

sovyet-bilimkurgusu

1920 Sovyet Rusya doğumlu olan, 3 yaşındayken ailesinin ABD’ye göç ettiği ve hayatının geri kalanını orada geçiren, dünya bilimkurgu edebiyatının ustalarından Isaac Asimov, 1962 yılında yayınladığı “Sovyet Bilimkurgusu” adlı iki ciltlik antoloji kitabının önsözünde Sovyet ve Batı Avrupa-ABD bilimkurgularını karşılaştırmaktadır. Önsözdeki pasajda, Sovyetler’deki bilimkurgu yazarlarının eserlerinde işlediği temaların barışçıl, evrensel, ırkçılık ve cinsiyetçilik karşıtı ve eşitlikçi olduğuna dikkat çekmektedir. Hatta aynı önsözde, acaba bunun bilinçli bir Sovyet-komünist propaganda yöntemi olup olmadığını yarı esprili biçimde sormaktadır.

SSCB’de devrimle beraber 1920-1930 arasında nicelik ve nitelik açısından yükselen bilimkurgunun, devrimin ihanete uğramasıyla beraber çöküşe geçmesindeki eşzamanlılık anlamlıdır. Daha iyi ve eşitsizliklerin olmadığı bir toplum ve geleceği arzulayan devrimci beyinlerin kalemleri Stalin diktatoryası tarafından kırılmış olsa da, devrimin altın yıllarında üretilen bilimkurgu edebiyatın tarihe bıraktığı gelenek, yüreği sosyalist bir dünya için çarpan devrimcilerin hayal güçlerini ve umutlarını beslemeye devam edecektir.

Faydalanılan Kaynaklar

  • Devrimci Hayaller: Rus Devriminde Deneysel Yaşam ve Ütopyacı Vizyon, Richard Stites, shf 273-311 (Zaman İçinde Ütopya: Füturoloji ve Bilimkurgu adlı 8. Bölüm), Sel Yayıncılık, Haziran 2011 Baskısı.
  • The Cambridge Companion To Science Fiction, Editörler: Edward James, Farah Mendlesohn, Marxist Theory and Science Fiction (shf 113-125), Istvan Csicsery-Ronay Jr., Cambridge University Press, 2013, 11. Baskı.
  • Bilimkurgu Sineması: 1900-1970, N. Berk Çoker, Sovyet Bilimkurgu Sinemasının Doğuşu ve Aelita (shf 25-28), Ay’a Seyahat Eden Komünistler: Kozmik Yolculuk (shf 55-56), Seyyah Kitap, Mart 2016 baskısı.
  • Rus Sineması, Rıza Oylum, Rus Bilimkurgu Sineması (shf 55-65), Seyyah Kitap, Şubat 2016 baskısı.
  • Bilimkurgu ve Gerçeklik, Zühtü Bayar, Sosyalist Bilimkurgu (shf 177-182), Broy Yayınevi, Temmuz 2001.
  • Kızıl Dünyalar: Marksizm ve Bilimkurgu, Mark Bould-China Mieville, Ütopyayı ve Bilimkurguyu Yeniden Düşünmek (shf 251-264), Doruk Yayıncılık, Mayıs 2013 baskısı.
  • Soviet Science Fiction, Isaac Asimov, shf 7-13, Collier Books, 7. Baskı, 1971.

Yazar: İsmail Yiğit

1982 Ankara doğumlu. Türkiye Bilişim Derneği’nin 2016 yılında düzenlediği bilimkurgu öykü yarışmasında “İhlal” adlı öyküsü üçüncülüğe seçildi. Fabisad'ın düzenlediği 2017 GİO yarışmasında “Satır Arasındaki Hayalet” adlı öyküsüyle öykü dalında başarı ödülü kazandı. İlgilendiği ana konular: Teknolojinin toplumsal inşası, sosyoteknik tasavvurlar, siber savaşlar, otonom silahlar, transhümanizm, post-hümanizm, asteroid madenciliği, dünyalaştırma... Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Crichton ve Kim Stanley Robinson, kalemlerini örnek aldığı yazarlar arasında. Parolası: “Daha iyi bir dünya pekâlâ mümkün!”

İlginizi Çekebilir

Yapay Zekâyı Stanislaw Lem ile Yeniden Düşünmek

Polonyalı bilimkurgu dehası Stanislaw Lem’i çoğunlukla felsefi bilimkurgu romanlarıyla tanırız. Oysa kendisinin tıp, gelecek bilim, …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et