Sovyet Bilimkurgusu: Hiç Gelmeyen Gelecek

Bir kadın, dışarıdan modern görünen ama içi gayet sade ve sanatsal şekilde döşenmiş olan bir evde oturmuş, kendisinin insan mı yoksa makine mi olduğu üzerine kafa yoruyordu. Aslında o, araştırma ve gözlem yapması için uzay devriye gemisinin terk ettiği esrarengiz yörünge karakolundan kurtarılmış bir klondu. Kısa zaman içinde ütopik bir projenin tek hayatta kalanı olacaktı. Artık yaşamayan kardeşleri gibi, o da çevresel tahribatlardan dolayı yok olmaya yüz tutmuş bu gezegeni kurtarması için yaratılmıştı. Ancak yaratıcısı başarısız olmuştu. Atmosferin aşırı ısınmasına ve okyanusların kirlenmesine yol açan iş adamları, şimdi de sığındıkları mağaralarda hayata tutunmaya çalışan insanlara temiz hava ve gaz maskeleri satarak ve onları dünya için yapılacak bir şeyin kalmadığına ikna etmeye çalışarak servetlerini büyütüyorlardı.

Richard Viktorovun yönettiği 1981 çıkışlı Cherez ternii k zvyozdam‘ın konusu, aslında son dönemin de popüler teması olan iklim değişikliği değildi. Film, 20 yıl önceki batı standartlarının bile altında olan dekorlarıyla bize başka bir şey anlatmaya çalışıyordu. Zamanın en batılı ya da en Sovyet filmlerinden olmasa da, çağdaş duyarlılıkları ön plana alıyor ve gelişmiş medeniyetlerin ulusçu değil, çevreci olması gerektiği fikrine vurgu yapıyordu. Sovyet filmleri bu konuda gönülsüz davranırken, Cherez ternii k zvyozdamın yaratıcıları, The Council on Extraterrestrial Contacts’in üyesi olarak siyahi bir oyuncuya rol vermeye özen göstermişlerdi. Çoğu zaman “klişeyle yaratıcılığın harmanlanması” olarak tanımlanan Sovyet bilimkurgusu, günümüzde çoğu kişinin varlığından bile haberdar olmadığı bir sektör. Bu yazıda Sovyet bilimkurgusunun tarihi gelişimine, atlattığı tehlikelere, yaşadığı zorluklara değinecek ve “hiç gelmeyen geleceğine” bir bakış atmaya çalışacağız.

Cherez ternii k zvyozdam
Cherez ternii k zvyozdam, 1981

Uzunca bir dönem Sovyet bilimkurgusunu, batı bilimkurgusunun bir çeşit karşıt yansıması olarak gördük. 1984’ten Star Wars’a kadar, Stalin rejiminden ve Soğuk Savaş propagandasından etkilenen pek çok batı eseri, Sovyet/sosyalist yaşam tarzını baz alan distopyalar üretmek için adeta birbiriyle yarışıyordu. Hatta yine pek çok batı yazarı, Yevgeny Zamyatin gibi Sovyet yazarların totoliterizmin müjdecisi olduğundan dem vuruyordu. Fakat tüm bu önyargılar önemli bir şeyi gözden kaçırıyor: Sovyet bilimkurgusu, tamamen kendine has bir gelişim süreci geçirdi. Öyle ki çok sayıda Sovyet yazarı, bilimkurguyu rejim eleştirisi yapma aracı olarak bile kullandı. Aslında bu sıra dışı bir durum da değildi. Çünkü buna benzer bir durumu Amerikan edebiyatı da Mccarthy Dönemi‘nde yaşamıştı. O ünlü komünist avında bir sürü yazar, bilimkurguya sığınmış ve eleştirilerini bu yolla ifade etmeyi seçmişti. Her iki kutupta da yaşanmış benzer örnekler gösteriyor ki, bilimkurgu siyasal ve toplumsal eleştiriler için daima uygun bir zemindi.

Elbette bilimkurgunun, her zaman bağımsızca hareket ettiğini ileri sürmek mümkün değil. Sovyet bilimkurgusunun, Bolşevik güdümüne girdiği bir dönem olduğunu da unutmamak lazım. Bu dönemin güdümlü Sovyet bilimkurgusuna bakılacak olursa, kendine has özelliklerinden epeyce uzaklaştığı görülecektir. “Ay’da kurulmuş Sovyet tesisine yönelik kapitalist sabotajın ortaya çıkartılması” gibi propagandaya dayalı klişe konuların ötesine geçilemiyordu. Ama Sovyet bilimkurgusu, kendini bir şekilde toparlamayı da bildi. Tolstoy’un 1923 yılında yazdığı ve daha sonra sinemaya da uyarlanmış olan romanı Aelita: Queen Of MarsMars’ta yaşanan bir devrim hikâyesine odaklanıyordu. Peki bu sırada diğer yazarlar ne yapıyordu dersiniz? Bitmek bilmeyen çılgın bilim adamı temasını işliyorlardı… Bu romanlardan en ünlüsü ise, insan hipofiz bezi nakledilen köpeğin vahşi ve bencil bir Sovyet yaratığına dönüşünü anlatan Mikhail Bulgakovun Heart Of A Dog eseridir.

Aelita Queen Of Mars
Aelita: Queen Of Mars

Her şeyden önce Sovyet bilimkurgusu, marksistten ziyade uzaycı ve sibernetikti. Böylelikle Sovyet yazarlar, gelecek betimlemelerinde kinaye ve hicvin ötesine geçmeyi başarıyordu. Ayrıca Sovyet uzay programının ardındaki beyin olan roket bilimci ve bilimkurgu hayranı Konstantin Tsiolkovskynin uçuk-kaçık hayal dünyası, Sovyetler’in uzaya açılabilmesinde büyük katkılar sağlamıştı. 1963’e kadar Sovyetler ilk yapay uyduyu fırlatmış, bir erkek ve bir kadın astronotu da uzaya yollamayı başarmıştı. Tabii tüm bu yaşananlara, 1967 yılında filme de uyarlanan Ivan Yefremovnin 1955 tarihli Andromeda Nebula romanı gibi, sosyalist insanlığın yıldızlara ulaştığı huzur dolu bilimkurgu eserleri de eşlik ediyordu. Yefremov’un karakterleri Komünist Parti bürokratları değildi, fakat idealist, uzayı en son sınır olarak düşünen Batı bilimkurgu anlayışındaki karakterlerin aksine bilim insanları, pilotlar ve mühendislerden oluşuyordu.

Sovyetler uzay yarışını kazandı, ancak planlı bir ekonomi oluşturmak en önemli sorundu. Çoğu kişi Sovyet bilimkurgusunun dirilişini, Amerikalı matematikçi Norbert Wiene tarafından ortaya konulan sibernetik kavramına bağlar. 1950’de Wiener’in fikirleri Sovyet bilim ve mühendislik topluluğunda o kadar popüler oldu ki, sibernetik bilimi başlı başına Marksizme bir alternatif olarak görülmeye başlanmıştı. Wiene’in rastgele süreçler, kontrol teorisi, sinyal işleme gibi öncü çalışmaları, Soğuk Savaş sonrası Sovvetler’de Hegelci Bolşevik teorisyenlerden daha başarılı bulunuyordu. Sibernetik oldukça çekiciydi ve araştırmacılar bu bilimi, dilden tarihe kadar her alanda uygulamaya koyabilmek için çalışıyordu. Hatta Komünist Parti tasarımına bile entegre edilmesi gerektiğine inananlar vardı.

Norbert+Wiene
Norbert Wiene

Ülke çapındaki komünizm sevgisi, Sovyetler’in geleceğe bakışına büyük etkide bulunmuştu. 1974 tarihli klasiklerden Dmitri Bilenkin’nin Earthly Delights isimli kısa hikâyesi, bize güç odaklarını anlatarak başlar. Eserde, ülkenin güç odaklarından biri olan karakter, elindeki gücü kullanmasının bir sonucu olarak “Televizyon seyretmeden akşam kuşağındaki programların sıkıcı mı yoksa eğlenceli mi olduğunu eksiksiz söyleyebileceğini” iddia eder. Ancak tam o sırada, Dünya’yı bir çeşit jeneratör olarak kullanmak isteyen uzaylı ziyaretçiler çıkagelir. Elbette bu durum, Dünya’da büyük elektrik kesintilerine yol açar. Ama gezegenimiz, zaman içinde vazgeçilemez bir elektrik kaynağına dönüşür. Aynı zamanda insanlık da kozmik medeniyet hâline gelir. Öte yandan geniş çaplı sansür sebebiyle Sovyet bilimkurgu yazarları için distopik bir dünya hayal etmek zordu. Ancak Sovyet yazarlar bu sorunu da kapitalizmi sorumlu tutarak aşıyorlardı. Örneğin Dünya yaşanamaz bir hâle gelmiş ve distopik manzaralar ortaya çıkmışsa, bunun biricik suçlusu “lanet olası kapitalistlerdi.”

Elbette sosyalist gelecek, her zaman parlak ve toz pembe olmak zorunda değildi. Sosyalist ütopyadaki gerilemenin en canlı portresi, Sovyet bilimkurgusunun en önemli yazarları olan Arkady ve Boris Strugatsky kardeşlerin Noon Evreni serisidir. 22. yüzyılda insanlık, komünizmin de zaferiyle teknolojik gelişimin ve toplumsal refahın doruk noktasındadır. Para, devlet gibi şeyler ortadan kalkmıştır. Ancak sonrasında bir dizi olaylar patlak verir. Ne var ki serinin The Time Wanderers isimli son romanında, kendilerini insandan üstün hisseden yeni bir ırk ortaya çıkar. Özgür, makul ve eşitlikçi sosyalizm değerlerini içine alarak tasarlanan ve Sovyet ideolojisinin son aşaması olarak düşünülen bir toplumda bu ortaya çıkışın acı tarafı ise, tarihin kendisini sonlandırması fikrine yıkıcı bir darbe niteliği taşımasıdır.

Arkady ve Boris Strugatsky
Arkady ve Boris Strugatsky

Tıpkı batıdaki gibi Sovyet bilimkurgusunda da genç adamları ve onların mücadelelerini içeren ucuz maceralar sıklıktadır. Ama Sovyet bilimkurgusu zaman zaman bunun ötesine ulaşmayı da başarmıştır. Öznenin doğasını korumayı bilen bazı Sovyet yazarlar ve film yapımcıları, hırslı ve deneysel işler ortaya koyabilmişlerdir. Hatta Sovyet bilimkurgusu, günümüzde bile türe ilham kaynağı olabilen kült eserler vermiştir. Maalesef çok azı Sovyetler Birliği’nin çöküşünden geriye kalabildi. İlginçtir ki günümüzün Rus bilimkurgusu daha distopiktir. Dmitry Glukhovskynin Metro 2033 romanı, Noon Evreni’ndeki aşkın medeniyetin aksine nükleer felaket sonrası tünellere sıkışıp kalmış bir medeniyeti konu alıyor.

Günümüzün Rus bilimkurgu filmleriyse, gösterişli CGI efektlerine rağmen gittikçe darlaşan bir ufka doğru ilerliyor. Rusya’nın en ünlü bilimkurgu yazarlarından Sergei Lukyanenko’nun eserleri de Rus bilimkurgusuna hayat öpücüğü vermekten oldukça uzak.

Hazırlayan: Emre İnanır | Kaynak: AVClub

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

farscape ka d'argo 1

Farscape’in Asabi Komutanı: Ka D’Argo

“Sevdiğiniz her şeyi kaybettiğinizde onurlu bir hayat yaşamak zordur.” 1999-2003 yılları arasında ekranlara gelen Farscape, …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin