Sert bilimkurgu (Hard Sci-Fi), 60’lardan önce genellikle ekolojik kaygılar ile ilgili konularla pek ilişkilendirilmez. Bu dönemin sert bilimkurgu eserlerini inceleyen araştırmacıların çoğu, ekolojiyi görmezden geldi ya da dünyaların inşasında kullanılması pratik olmayan bir şey olarak bir kenara itti. Kurgusal dünyaların yaratılmasında belirli bilimsel ilkelerin nasıl dikkate alındığına dair ayrıntılı bir inceleme sunan David Samuelson‘un Tahmin Modları: Sert Bilimkurgu Formülleri kitabı, ekolojik dünya inşasını bir sonraki en zor görev olarak sıralıyordu. Yakın Karşılaşmalar: Bilim ve Bilimkurgu kitabında R.J Lambourne ise ekolojinin, okuyucuların öğrenmesi için basit ve öğretilebilir ilkeleri yeğleyen sert bilimkurguda fazla kullanılamayacak kadar kapsamlı olduğunu vurguluyordu.
Samuelson ve Lambourne tarafından sıralanan eleştirilerin her ikisi de, ekolojinin bilimkurgu için kolay lokma olmadığı ve özellikle de sert bilimkurgu yazarlarının işlemekten kaçındıkları bir alan şeklinde tarif ediliyordu. Ancak günümüzün titiz bilimkurgu araştırmaları, daha önce gözden kaçan çok sayıda ekolojik sert bilimkurgu hikayesi olduğunu ortaya koyuyor.
Savaş sonrası ekolojik sert bilimkurgunun göz ardı edilmesinin bir nedeni de piyasada bulunamayacak kadar az olması. Bu durumun dikkate değer bir istisnası, Jeff ve Ann VanderMeer‘in etkileyici bir tarihsel aralığa ve ekolojik fikirlere sahip bilimkurgu antolojisi The Big Book of Science Fiction kitabı. Bu antoloji, ekolojik bilimkurgunun özünü keşfetmekle ilgilenen bilim insanları ve edebiyat araştırmacıları için mükemmel bir kaynak.
Yabancı ekosistemin karakterler tarafından çözülmesi gereken bir problem olduğunu açıklayan ve bilimsel anlatının büyüleyici bir örneği olan James Schmidt‘in 1955’de kaleme aldığı “Büyükbaba” gibi eserler de atlanılmaması gereken örnekler arasında. Schmidt, 1965’te “Dengeli Ekoloji” gibi öykülerle kariyeri boyunca ekolojiye gitgide daha fazla yoğunlaşmaya başlayan bir yazar ve ekolojik sert bilimkurgunun da öncül isimlerinden biri.
Öte yandan ekolojik sert bilimkurgu eserlerini bulmadaki en büyük zorluk, “ekoloji” gibi terimlerin 1960’lara kadar yaygın olarak bilinmemesi veya kullanılmaması. Ekoloji disiplini, Rachel Carson ve James Lovelock gibi ünlü çevrecilerin halkın dikkatini çekmeye çalışmasından önce bugünkü kadar popüler değildi. Sert bilimkurgu gibi alt türler, ilk kez 1950’lerde yazarlar ve eleştirmenler tarafından tanımlandığında, “ekoloji, toplumsal destek ve prestij açısından bilimsel disiplinlerin an aşağı basamaklarında yer alıyordu” ve E.O. Wilson’ a göre, “Sadece birkaç Amerikalı ne anlama geldiğini biliyordu”.
Savaş sonrası ekolojik sert bilimkurgu üzerinde araştırma yapmak, çoğu zaman bu terimi kullanmayan hikayelerde ekoloji aramayı da içeriyor. Bu durumsa arama terminolojisinin yeniden değerlendirilmesini şart koşuyor. “Ekosistemler” ve “biyosferler” yerine, “Dış biyoloji“, “besin ağları” gibi ifadelere eğilmek ve hatta karmaşık dünya inşası temasını da, savaş sonrası dönemin çevresel koşullarında aramak gerekiyor. Örneğin bu dili kullanarak, Arthur C. Clarke‘ın 1967 tarihli Zaman Sondası öyküsünde, “dış biyoloji” teriminin geçtiğini ve Schmidt’in “Büyükbaba” öyküsünden izler taşıdığını bulabilirsiniz. Ayrıca Poul Anderson‘ın 1958’de yazdığı War of the Wing Men romanını ve Clifford D. Simak‘ın yine aynı yıl kaleme aldığı “The World that Couldn’t Be” eserini konu bağlamında değerlendirebilirsiniz. Çünkü bu iki eserde de topluluk dinamiklerinin, dünya inşa süreci için çok önemli bir yer kapladığı görülebilir.
Öyleyse, şimdi elimizde savaş sonrası ekolojik sert bilimkurgu örneklerini genişletip çeşitlendirmenin iyi bir yöntemi var. Peki ama neden bu dağınık dünyaları keşfetmekle, neden bu çalışmaları ve ekolojilerini bulmakla ilgileniyoruz? Birincisi, türdeki ekoloji tarihini derinleştirmiş ve ekolojik bilimkurgu anlayışımızı 1950’lerin “ucuz kurgu” diye yaftalanan eserlerine kadar genişletmiş oluyoruz. Bu aynı zamanda bize farklı bir ekolojik bilim anlayışı da sunuyor. Mesela birçoğu, kesinlikle çevreci olmayan ekoloji örneği niteliğinde. Bu hikayelerde ekoloji, insan kontrolünü ve çevre üzerindeki hakimiyetini artırmanın yolu olarak kullanılan “sert” bir bilim şeklinde karşımıza çıkıyor. Yine bu eserlerde çevre sorunlarına yönelik sunulan “çözümler”, korumacı fikirlere dayanmıyor. Bunun yerine, doğayı manipüle ve kontrol etme sistemleri üzerine kafa yoruyor.
Dönemin yazarlarının doğal dünyayı kontrol etmek ve sömürmek için bilimi kullanması, Batı’nın o günlerdeki savurgan ve kapitalist görüşünün bir izdüşümü olarak kabul edilebilir. Anderson, Schmidt ve Simak gibi yazarlar, günümüzdeki çevreci hareketlerin ayrılmaz parçası haline gelen bir bilimin erken yorumcularıydı. Bu yazarların metinlerinde sunduğu ekolojik sorun anlatılarına dikkat ederek ekoloji tarihini daha iyi anlayabilir, toplumsal karşılığını daha iyi okuyabilir ve uygarlığın ekolojik hayata geçiş sürecini daha iyi çözümleyebiliriz.
Hazırlayan: Emre Karadeniz | Kaynak