Oscar Wilde, “doğa bir mezbeledir, güzelliği insan yaratır,” demişti. Peki güzellik, neye göre güzeldir? İnsandan husul eden estetik, insan-ötesi bir varlık için herhangi bir anlam ifade eder mi? Peki ya estetik bir paralel evrim ürünü müdür? Bu sorulara gelecekte akıllı makineler ‘kesin’ cevaplar verebilir. Fakat makinelerin üreteceği cevaplar, hatta o makinelerin sahip olduğu mantık, insansı köklerin bir uzantısından ibarettir. Tıpkı telefonlar, bilgisayarlar ve öteki teknolojiler gibi, bu makineler de insanın bir uzantısı, bir izdüşümüdür, nitekim makinelerin bize vadettiği gelecek, esaret dolu distopya ya da müreffeh manzaralar, hep bizden hasıl olan izdüşümleridir. Onlara karşı insandan kopan her çığlık, gene insansı bir seda halinde geri dönecektir.
Bilince sahip, bize benzeyen fakat bizden bir o kadar da uzak bir gölge ile yukarıdaki soruları tartışabilirdik. Hakikatli bir tartışma olurdu bu. Sonu asla gelmezdi, bilinç yepyeni sarmallar edinirdi ve günün sonunda güzellik için asimetrik bir açıdan kanlar akardı. Fakat kader zarları değişik bir yöne fırlatıldı. Yüz ila elli bin yıl kadar önce bu şansı kaçırdık, çünkü kuzenlerimiz olan neandertaller dünyanın sathından gizemli bir biçimde süpürüldü. Geride hominin melezlenmesini işaret eden bir gen havuzu kaldı, bolca gizem, kemikler ve spekülasyonlar.
Bağışıklık sistemimizden, dolaylı yolla, içimizdeki neandertalden bahsedelim biraz. Max Planck Enstitüsü’nden Evrimsel Antropolojist Micheal Dannemann, 10.000 yıl önce baş gösteren hastalıklara karşı, bünyemizdeki neandertal genlerinin bize bir avantaj sağlamış olduğunu bildiriyor. Aynı zamanda, bu günkü davranışlarımızın bir kısmı da neandertallerden aksetmiş olabilir. Arkeolojik kazılar sonucu elde ettiğimiz veriler ışığında, neandertallerin alet-yapma becerisinin binlerce yıl boyunca çok kısıtlı bir gelişim göstermiş olduğunu görüyoruz. Yarattıkları kültürü değişimden sakınarak ‘ısrarla’ muhafaza etmişler. Bu iki şeye delalet ediyor, ya çok kısıtlı bir hafızaya ve düşünme becerisine sahiplerdi, ya da sahiden dogmatik, neofobik ve yabancıkarşıtı bir kültür geliştirmişlerdi.
Aslında neandertallerin beyinleri modern insanlara göre daha büyüktü. Bedenleri de bizimkilere kıyasla daha güçlüydü. Bu da gösteriyor ki, beyinsel aktivitelerinin büyük bir kısmı vücutlarını kontrol etmek üzerine gerçekleşiyordu. Neandertaller modern insanlara kıyasla çok daha büyük gözlere, buna bağlı olarak da çok daha gelişmiş görsel kortekslere sahipti. Dünyayı bize kıyasla daha büyük bir perspektiften algılıyorlardı. Böylece güçlü ve hantal vücutlarını daha iyi yönlendiriyorlardı.
Modern insanlar ve neandertaller en yakın ataları olan Homo heidelbergensis‘ten beri farklı evrim rotalarında gelişmiş, neandertallerin beyinlerindeki güç, görsellik ve vücut aktivitelerini ilgilendiren alanlarda yoğunlaşmıştı. Günümüzde var olsaydı, neandertal bir sanatçının üreteceği ‘sanat eserlerini’ bir düşünün. Modern insanın asla ulaşamayacağı organik bir derinlik, dil-ötesi bir detay yoğunluğu ve kavrayışa aykırı hatlar… Nitekim neandertaller sosyal varlıklar değildi. Hayatta kalma stratejileri daha çok bireyselliğe dayanıyordu. Sosyal gruplar oluşturmak konusunda başarısızdılar. Modern insanların ataları büyük topluluklar halinde yaşayabiliyorken, neandertaller çok daha küçük gruplar halinde varlıklarını sürdürürdü.
Bugünkü spekülasyonlardan oluşturduğumuz neandertal grafiği dünyaya karşı hayvan-ötesi bir zeki-varlık kayıtsızlığını işaret ediyor. Bu kayıtsızlık güçlü bedenlerinin, bu bedeni yönlendiren karmaşık bir beynin ve de sisler içine gömülmüş bir zihnin eseri. Bu neandertal mozaiği, günümüze kadar taşınmış olsa, takınacağı ideoloji otizm olacaktır zannımca. Hayat onlar için dört bir yanda asit dolu tankların kükrediği, gladyatörlerin birbirlerine golgi aygıtları ile saldırıp sitoplazma içtiği orgiastik bir savaş alanı gibi görünecektir, kim bilir?
Fakat onları tam anlamıyla ‘kayıtsız’ kabul edemeyiz. Neandertallerin bir çeşit sanat ile meşgul olduğuna dair iddialar ve kanıtlar var örneğin. Belki de dünyayı anlıyor, anlamlandırıyor ve de yorumluyorlardı. Bazı çalışmalar neandertallerin sembolik düşünme yeteneğine sahip olduğunu gösteriyor. Fakat bu gün varolsalardı onları anlayamayacaktık belki, yarattıkları eserler bize tuhaf, anlaşılmaz ve hatta korkutucu gelecekti. Gorham Mağarası’nın zeminindeki çizikler hiç de alelade bir görüntüye sahip değildir mesela. Bunlar tartışmalı bir şekilde ‘neandertal sanatına’ örnek gösterilir. Aynı zamanda neandertallerin ölü gömme törenleri yaptığı ortaya çıkarılmıştır. Bu çok önemli bir bulgu; neandertallerin de ölüm bilincine ve belki de ölüm ötesi inanışlara sahip olduklarını gösteriyor. Bu bulgu, onların sahip olması muhtemel algı dünyalarından bir seda.
Şu an için neandertaller üzerine bildiğimiz her şey arkeolojik çalışmalardan yola çıkarak elde edilmiş spekülasyonlardan oluşuyor. Fakat, neandertallerin gen haritası tamamen elimizde. Bir homo sapien kadın, bir neandertal bebeği doğurabilir. Alt metindeki Asimov göndermesini bazı okuyucular fark etmiştir. Fakat bu gün, tüm etik endişelerden sıyrılmış duyarsız bir araştırma sonucu dünyaya bir neandertal bebek getirsek bile büyük ihtimalle o bizi hiç anlamayacak, hatta belki de bizim vücutlarımızdan husul eden hastalıklar yüzünden ölecektir.
Neandertaller modern insandan daha sığ bir algı dünyasına sahip değildi. Fakat muhtemelen bizimkine benzer bir dil geliştiremeyeceklerdi. Eğer herhangi bir ‘dil’ geliştirmiş olsalardı bile, büyük ihtimalle dünyadaki herhangi bir dilden daha karmaşık ve de anlaşılmaz olacaktı bu. Çünkü neandertallerin görsel algıları modern insana kıyasla daha kuvvetliydi, dolayısıyla ‘farkında’ oldukları daha çok şey vardı ve bu, daha fazla veri demektir. Veri arttıkça entropi yükselir. Hülasa neandertallerde de FOXP2 geni bulunuyor. Bu dil yetisi ile ilgili olan gendir. Fakat yine de neandertaller sosyal varlıklar değildi ve zihinlerinin modern insanlara kıyasla daha katı çemberler içinde sıkışmış olduğunu söyleyebiliriz. Dil, dünyayı kategorize etme, bilince hükmetme ve de bilgiyi bir virüs misali yayma çabasından husul ediyor.
Derinlere uzanan, kraniyal kapasitemizin en uzak uçurumlarında, ormanlardaki tertemiz ürpertilerin ve yolların ve göç çılgınlığının esir almış olduğu feromon kokan bir topluluğun, dev adamlarla karşılaşması, o döneme dair teknoloji tasvirleri, tebeşirin içine gömülmüş medeniyet ve hastalıklar, kırım, kan, evrim, kaslar, beyin hacimleri, kraniyal aktiviteler, dilin hammedesi, insansı rüya spazmları, ilkel vahiy, çarklar, cinsel tutkuların cisimleşmesi…
Bu neandertal manzaraları ilham paratoneli bir beyni çoktan uyarmıştır.
Bir bilimkurgu eserinde neandertallerin nasıl görüneceğini merak ediyorsanız Philip K. Dick’e bir göz atabiliriz. Karısı Anne R. Dick ile girdiği ‘neandertaller vejeteryan mıydı yoksa et de yerler miydi?’ tartışması sonucu ‘Bütün Dişleri Aynı Olan Adam’ı yazmıştı PKD. (Neandertallerin yamyamlık yaptığı bile gözlemlenmiştir. Çok sert geçen kış aylarında yiyecek eksikliğinden dolayı kendi türlerine ait bireyleri yedikleri biliniyor. Neandertallere ait kalıntılardaki protein bulguları, onların hepçil olduğunu ıspat eder)
PKD, Simulacra’yı yazarken Amerikan kırsalına ilkel neandertal yerleşimleri eklemişti. Bu kitabın sonlarına doğru ‘chupperlar’ yani neandertaller, bir nükleer savaştan dolayı epey mutlulardı, çünkü dünyayı yeniden domine edebileceklerini söylüyorlardı. Tüm bu yaratım, aslında bir tartışmadan dolayı ortaya çıkmıştı ve karısı bu tartışma yüzünden Philip’in epey gerildiğinden falan bahsediyor. Allah başka dert vermesin. (Not: PKD epey dertli bir adamdı) Retrofütüristik bir aynalı dolaba kıstırılmış neandertal muhteşem bir stonepunk yaratabilir. Peki ya Stonepunk da ne?
Bir retrofütürizm yöntemi diyebilirim basitçe. Bir makine. Geçmişi bu güne eklemek. Retro geçmiş demek, fütürizm ise gelecek. Geleceğin hayali ile geçmişi yeniden boyamak! Bu günün şiddetli sanrıları, korkuları ve kalıplaşmış metaforları dibe inerek taş çağında sert, acımasız ve korku dolu kayasal çerçevelere kavuşacaktır. Peki ya neandertaller taş çağını atlatsaydı? Onları Yunanlılar’ın karanlık dönem anlatılarında korkunç ve kasvetli ucubeler olarak görseydik? Romalılar onları vebanın damgası olarak görüp avlamaya başlasaydı? Peki ya Hunlar Avrupa’ya akın ederken neandertallerin akıbeti ne olacaktı?
Neandertallerin siyasi yapıları, dinsel inanışları, sanatsal varlıkları nasıl gelişecekti? Günümüze kadar hayatta kalmış olsalardı ne tür bir manzaraya sahip olacaktı dünyamız? Neandertal teröristler? Neandertal faşizmi? Neandertallerin kapalı ve küçük toplulukları? Neandertal ekonomisi, neandertal turizmi, neandertal ahlakı, neandertal pornografisi ve dahası. Üstelik neandertallerin göçebelik konusunda başarısız olduğu görülüyor ve bedenleri buz çağına göre evrimleşmiş. Böylesi bir varlığın hızla gelişen modern insana karşı ne tür bir şansı olabilir? İşte tüm bunlar derin, alacalı bir retrofütürizm mozaiği halinde düşüyor önümüzde ve kaderin zarlarını kurgusal evrenlerdeki farklı boyutlara fırlatıyoruz.
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade
Kaynakça:
- New Scientist
- Tested
- Smithsonian Magazine
- Science Direct (1) (2)