Uzaylılar da psikoaktif maddeler kullanır mı? Bu sorunun bir cevabı yok. Peki böylesi bir sorunun makul bir amacı var mıdır? Elbette. 1960’larda yunuslarla iletişim kurmak için onlara LSD verilmişti. Sonuç hüsran olsa da, ileride bir gün, sözümona uzaylı temasında iletişim kurulmasını sağlamak için benzer yöntemler kullanılabilir. Neden olmasın? Fakat yine de uzaylıların bu tip maddeler kullanıp kullanmadığı konusunda net bir cevap veremeyiz. Çünkü henüz hiçbir uzaylıyla karşılaşmadık. Tabii birtakım tahminler yürütülebilir. Öncelikle spekülatif uzaylı türüyle alakalı bir fikre sahip olmamız gerekli. Eğer bu varlıkların yaşamı bizim bildiğimiz anlamda yaşam ile aynı mekanizmaya sahipse o zaman çok büyük ihtimalle onlar da kullanıyordur. Yine onların da sinir sistemi ve hormonları varsa ve bizimkine benzer kayasal bir dünyada evrimleşmişlerse, psikoaktif maddeler kullanma olasılıkları artıyor.
Bu kanıya varmak hiç zor değil. Dünya’nın tabiatından yola çıkalım öncelikle. Bu tarz deneyimler için bilinç sahibi olmaya gerek yok. Başta da belirttiğimiz gibi, insanlar tabiattaki varlıklarla iletişim kurmaya çalışıyor yıllardır. Bu çaba ileride, eğer bir uzaylı teması gerçekleşirse meyvesini verecek. Bu yaratıklardan iletişim kurulabilmesi en muhtemel olanı yunuslardır. Zira yunuslar bir nevi deniz insanıdır diyebiliriz. Zeki canlılardır ve memelidirler. Bize çok benzeyen ama bizden bir o kadar farklı olan bu yaratıklar için, uzaylı tabirini kullansak yanlış olmaz. Ne de olsa, denizler insanlık için hemen yanı başındaki mavi bir uzaydır. Nitekim yunuslar da tıpkı insanlar gibi keyif amaçlı maddeler kullanıyor; kirpi balıkları sayesinde.
Bir kirpi balığı tehdit algıladığı zaman zehirli tetrodotoxin (TTX) kimyasalını salgılar. Bu kimyasal öteki balıkları, hatta insanları bile öldürebilir. Yunusların ise TTX’e bağışıklığı vardır. Bu kimyasal düşük dozda alınırsa onlar için psikoaktif bir etki yaratır sadece. Bu yüzden yunuslar bir araya gelir, bir kirpi balığı bulup onu sıkıştırırlar, yaratık korkup da şişene kadar onu dürterler. Sonra yaratık şişince kimyasalını salgılar, yunuslar da zavallıyı aralarında dönmeye başlar. Sonra bu kafası güzel yunuslar denizin engin maviliğine mutlu mesut açılır gider. O da ne? Koskoca bir poşet yığını gelir, yunusun dikkatini cezbeder, kafası güzel yunus bunu yiyecek zannedip yemeye çalışırken boğulup ölür. Sonra karaya vurur. Manşetlere çıkar. “Karaya vuran yunusun karnından şu kadar kilo plastik çıkarıldı.”
Yunusların yanı sıra kediler de psikoaktif maddeler kullanır. Örneğin bir kedi, kedi nanesine bayılır. Kedi nanesini yedikten sonra hayvan adeta uçar. Zaten pek tuhaf olan bu yaratıklar, kedi nanesine maruz kalınca voltajı iyice yükseltirler. Bu madde sayesinde halüsinasyon gördüklerini de söyleyebiliriz. Sanki bir av ile karşı karşıya kalmışçasına av hareketleri sergilerler kimi zaman. Peki ya başka? Kanada’da halüsinatif mantar yiyen geyikler de kafa yapabiliyor, hatta bu geyiklerin sidiğini içen yörenin yerlileri de idrardaki çözülmemiş madde sayesinde uçabiliyor. Çoğu halüsinatif mantarlar insan için öldürücüdür. Oysa geyikler bu mantarları yiyebiliyor, insanlar da sidikte kalan madde sayesinde psikoaktif deneyimler yaşayabiliyor.
Dünya dediğimiz bu gezegende dahi insanından tutun geyiğine kadar her şey kafa yaşayabiliyor. Bunu mümkün kılan ne? Aslında yaşamın kimyası. Kedilerin, ahtapotların, geyiklerin ve daha envai çeşit pek çok canlının sinir sistemi var. Tabiat kocaman sinir ağları ile örülmüş gibi. Bu ağların varlığı bazı maddelerden keyif alınmasını, bazı maddelerin de keyif vermesini sağlıyor. Yaşamın kimyası burada devreye giriyor işte. Ödül mekanizmaları. Yaşam hareketliliği sağlayabilmek, canlıları kendine bağımlı kılabilmek için onlara ödüller sunuyor. Psikoaktif maddeler ise bu ödül mekanizmasını kandırarak yapay fakat çok ihtişamlı deneyimler yaşatıyor. Bu deneyimlerin bedeli ise çok ağır. İnsanlığın çoğunluğu bu tarz maddeleri sadece keyif almak için kullanır. İnsandan da başka bir şey beklenmez zaten. İnsan yemeye, içmeye, eğlenceye ve çiftleşmeye düşkündür. İçimizdeki arkaik varlıktan arta kalan ne varsa hepsi birer ekstra. Bu yüzden uyuşturucu hem ruhani anlamda hem de maddi anlamda yozlaştırır, geriye yalnızca insan artıkları bırakır.
Bazı zamanlar insan sadece yatışmak ister. Zihin uğultuludur. Arka planda asla farkına varılmayacak korkunç bir kainat geçen her saniye büyür, genişler, bazen hakikate taşar. İnsan bununla nasıl baş edebilir? Uyumak yetiyor çoğu zaman. Peki uyanık geçen evre? Bazen sıradan sinir bağlantılarımızın bize asla müsaade etmeyeceği şeyleri maddeler sayesinde deneyimleyebiliriz. İnsan hakikatle arası iyi olmayan bir canlıdır. En dürüst, en pozitivist, en kuralcısından tutun en hayalperestine kadar insanlar hakikatle çekişirler. Çoğu zaman hakikati üreten kendi zihnimizdir. Şahsi kanaatime göre hakikat denen şey kurmacadır yalnızca. Tüm o ihtişamlı yıldızlar, tüm o uzak dünyaların hepsi ölü tanrıların gördüğü rüyalardan ibaret. Atom altı parçacıklar varlığın asla erişilmeyecek tılsımlı lifleri. Onların karmaşık hakikatini biz nasıl anlayabiliriz? O kadar küçük bir boyutta bizim hakikatimiz belirsizliktir. İşin korkunç kısmı bu. Zaman, madde, hakikat. Birbirini nasıl da örüyor, nasıl da yaratıyor. Biz bu şeyleri anlamlandırsak, her şeyin sistemini çözsek bile, bu yalnızca bize mahsus.
Orada bir yerlerde bir uzaylı türü varsa onlar da kainatı bizim gibi mi görüyordur? Onlar da maddenin altındaki nükleer kainatı keşfedebilmiş midir? Belki de onlar dış uzay yerine maddenin içine seyahatler düzenliyordur. Tip 1 diye sınıflandıracağımız bir medeniyet ile karşılaşırsak bu şeyleri onlarla tartışabiliriz. Büyük bir kültür alışverişi olur. Medeniyet artık bütünüyle başka bir evreye girer. Sözümona Tip 1 medeniyetin fertlerinde psikoaktif maddeler ile karşılaşmak mümkün olmalı. Yalnızca maddeler ile değil, birtakım ses dalgaları sayesinde kendilerine müzikal uyuşturucu kokteylleri yaratabilirler ya da beyne enjekte edilebilen akıllı mantarlar sayesinde. Bilimkurgu Kulübü‘nden Murat Yıldırım‘ın Bütüris öykülerinde bir paralel evreni müşahede ediyoruz. Bu diyarda insanlar mantar teknolojilerinde bir hayli gelişmiş. Örneğin kıtlıkla mantar sayesinde mücadele ediyorlar. Karşılaşacağımız Tip 1 medeniyetin ortaya çıktığı gezegen mantarsı varlıklarla kaplı olabilir. Bu durum küresel çapta bir spiritüel simbiyoza yol açabilir.
Ancak uzay yolculuğu yapacak ve başka yıldızlara ulaşabilecek kadar gelişmiş bir medeniyetin fertleri kendilerini psikoaktif maddeler ile neden aldatır ki? Hoş. Bu soru belki de çok acizce ve küçümsenecek bir soru. Eğer makul bir soruysa bile yine net bir cevabı yok. İnsanlığın geleceği ne olacak peki? Tip 1 medeniyet safhasına ulaşmaya az kaldı sayılır. Yüz bilemedin iki yüz yıl. Sahiden bunu başarabilir mi insanlar? Başardıkları senaryo, başarısız oldukları senaryodan daha karamsardır belki de… Belki. O kadar iğrenç duyuluyor ki bir yerden sonra. Net hiçbir şey yok gibi. Hatıralar bile bir zaman sonra bozulup biçim değiştiriyor. Zihin her şeyi bir arada tutabilmek için çoğu şeyden feragat ediyor. Belki estetik bir hassasiyet belki de muhayyilenin ‘artık yeter’ deyişidir bu, bilemem. Yine de insanlığın geleceğini düşünmeden etmek çok zor. Gelecek tasarısı, içinde büyük bir “belki” taşır. Geçmiş de öyle. Zaman bu kelime ile ilintili.
İnsanlığın geleceği, şu anki haline kıyasla sahiden bir uzaylı gibidir. Şu anki durumu da bin yıl önceki haline kıyasla öyle nitekim. Bin yıl sonra Tip 1 medeniyete ulaşırsa, Güneş Sistemi’ne yayılırken insanlık hâlâ zihninin bağlarını psikoaktif maddeler ile zayıflatmaya devam edecek mi? Peki ya hiç olmazsa Dünya’nın dışına çıkabilecek mi? İnsanlık ya tersine evrim geçirirse? Farklı farklı türlere bölünüp anakronistik bir taş çağına girerse? Neandertal benzeri onlarca çeşit homo nova atalardan arta kalan hatıraları çözmek için psikoaktif maddelere başvurur mu? Yoksa şamanlar gibi halüsinatif bir maddenin etkisine kendilerini kaptırarak yeni dinlerin ortaya çıkmasını sağlarlar mı? Psikoaktif maddelerle alakalı söyleyecek milyonlarca şey var, bunlardan en iddialısı da sanırım insanlık tarihini başlatmış olabilecekleri gerçeğidir.
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade