Post-Truth Çağında Hakikati Aramak

Postkolonyalizm, postmodernizm, posthümanizm… Sonrası daima öncesinin eleştirisini ve dolayısıyla yıkımını içerir. Postkolonyalizm, emperyal bakış açısına dair yeni fikirler getirmiş ve çoğulcu yaklaşımın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Postmodernizm, modernitenin birey ve toplum üzerindeki etkisini yermesiyle ve çoğulcu estetik anlayışla hakikatin birçok farklı veçhesi olduğunu göstermiştir. Posthümanizm ise insanın kavramsal olarak dayanak bildiği kavramların modernite eleştirisi bağlamında sorunsallaştırılmasını anlatır. İnsan merkezli anlayış böylece yıkılır ve gerçeğin insanın yalnızca bağlı bulunduğu prizmatik yansımaları daha geniş perspektiften ele alınır. O halde söyleyeceğimiz şeylerin ölçütü ne olacaktır? İşte post-truth‘un karşımıza çıktığı nokta da tam olarak budur. Şimdi burada özetlediklerimizi biraz açalım.

Post truth kelime anlamıyla gerçek ya da başka bir deyişle hakikat sonrası demektir. Hakikat sonrası tabiri ise salt tek bir gerçek olduğu fikrinin az evvel de değindiğimiz üzere yıkımının habercisidir. Bilimkurgu eserleri sosyal bilimleri konu edinen ve insana dokunan yanlarında bunu açıkça ortaya koyarlar. Sahi, hangi gerçek yıkılmaz bir dayanağa sahip? Hangi sav ya da kavram tamamıyla güvenilir bir arka plan barındırmakta? Bunu söylemek dahi çağımızda olası değil. Değişim hareketi bireyin yıkıntılar arasında anlam arayışına çıkması gerektiğinin göstergeleriyle bezeli ve gerçeğin dahi böylesine muğlak ifadelerle yaşamımızda yer ettiğini düşündüğümüzde kendimizi nasıl ifade etmemiz gerekecek? Çağa nasıl ayak uyduracağız?

Postkolonyalizm, emperyal ülkelerin yayılmacı hareketlerini tartışmaya açar. İlk adım burasıdır. Bu işgalci kuvvetlerin gözünde yeni kıtalardaki yerli halk vahşidir ve ıslah edilmeye muhtaçtır. Örneğin Robinson Crusoe romanında Cuma’ya İngilizce öğreten Robinson, ona konuşmayı öğrettiğini söyler. Zira üstün medeniyetlerin dışındaki kültürler yok sayılır ve onların yerel dilleri dahi görmezden gelinir. Birçok başka eserde de benzeri söyleme rastlanır. Ancak Edward Said‘in Oryantalizm adlı eseriyle birlikte bu mesele tartışmaya açılır. Said’e göre kültürler organik yapılar olduğu için her birinin kendi içinde özerk ve özel bir yapısı vardır. Ursula K. Le Guin‘in Mülksüzler ve diğer pek çok eserinde kültürel emperyalizm bu doğrultuda tartışmaya açılır ve kültürlerin dayanakları üzerine eleştiriler getirilir. Böylece medeniyetler arasındaki Robinsonvari anlayışa darbe vurulur.

Postmodernizm ise modernizmin belli başlı kalıplarını tartışmaya açarak bir sonraki adıma tekabül eder. Modernite geleneksel yapıları yıkmaktadır. Yeni bir estetik anlayış, evrensel bir kavrayış ve normlara dayalı müşterek bir düşünce şekli yaratmayı amaçlar. Bu doğrultuda bireyin yok oluşunu da ortaya çıkarmıştır. Kafkaesk bir roman olan Dava’daki Joseph K. karakteri bunun en önemli göstergesidir. Toplumsal yargıların feda ettiği bir insanın hikâyesidir. Ya da Şato’da bir türlü ulaşamadığı amacının arayışında olan ve yine K. ismiyle adlandırılan karakter aslında modernitenin şekillendirdiği bürokrasi anlayışın karşısında ezilmekte ve tükenmektedir. Tıpkı Musil’in Niteliksiz Adam gibi sistemin kimliğini imha ettiği biridir. Postmodernizm bütün bu kalıpları yıkarak hem göstergeleri tartışmaya açmış (bkz. Postyapısalcılık) hem de modernitenin öne sürdüğü rasyonalite gibi kavramları da sorunsallaştırmıştır. Bunun da sebebi savaşların ortaya çıkardığı yıkımın sebebinin irdelenmesi ihtiyacıdır. Postmodern durumun daha iyi anlaşılması için Lyotard’ı ve Baudrillard’ı önererek asıl noktaya gelelim.

Posthümanizm ve Post-truth haddizatında birbirine dair söyleyecekleri olan iki kavramdır. Posthümanizm insanın kimliğine dayandırdığı modernite eleştirisiyle sorunsallaştırılmış ve irdelenmiş kavramların aşıldığı bir dönemin ifadesidir. Post-Truth ise bu kavramların yıkıldığı bir devrin geçişine işaret eder. Yapay zeka, robot yasaları, melez canlılar ve teknolojinin getirdiği bütün yenilikler bu değişimin tartışılmasını zorunlu kılmıştır. Türkiye’de henüz postmodern durum net olarak anlaşılmadığı halde dünyada insan merkezli bir anlayış olan hümanizm çoktan beridir tartışılmakta. Post-truth’un önemiyse bu tartışmalarda savunulacak kabullerde öne çıkması.

İnsan değişiyorsa madem ve insanın yaşamı artık kendi merkezinde değil de kendisine benzeyen akıllı canlılarla müşterek bir anlayışla şekilleniyorsa, o vakit insan nedir diye sormak gerekmez mi? Bu açıdan bakıldığında Post-truth çağı çizgilerin silindiği ve kalanların da zamanla silineceğinin en net kanıtı. Hakikati ararken sahip olduğumuz kabulleri yeniden gözden geçirmemiz gerektiği aşikar. Zira Protagaros’un düşündüğünün aksine insan artık her şeyin ölçüsü değil.

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

insan

İnsanın Anlam Arayışı Üzerine

“Eğer insanı gerçekte olduğu gibi ele alırsak bu onu kötüleştirir. Ama onu olması gerektiği gibi …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin