Popülizmin Yeni Arzu Nesnesi: Bilimkurgu

“Bunun farkında olalım ya da olmayalım, dikkat taciri hayatlarımızın rotasını belirlemede önem arz eder pozisyona, bunun sonucu olarak da insan ırkının geleceğini belirleme durumuna geldi. Bu gerçekleşirse, gelecek hepimizin bireysel zihinsel durumlarının toplam olarak dikkat tacirleri tarafından yönetildiği bir gelecek olacak.” – Tim Wu, Dikkat Tacirleri

Bilimkurgunun son yıllarda ana akım edebiyata karşı ciddi anlamda yükselişe geçtiği ve popüler kültürün değişmez bir parçası hâline geldiği hepimizin malumu. Bunda başat sebep teknolojik gelişmelerin hayatımıza dair etkisinin her geçen gün artması. Cep telefonu, radyo, sinema, televizyon, bilgisayar ve internet derken hayatımız teknolojinin çevresinde şekillenmeye başladı. Bu cihazlar öncelikle gündelik işlerimizi kolaylaştıran yardımcılar, ardından da birer uzvumuza dönüştüler. Gözümüz, kulağımız ve hatta zihnimizin harici destekçileri oldular. Öngörülen gelecek senaryolarında ise teknolojinin yaşamımızı komple saracağı, bizlerle bütünleşeceği ve hayatlarımızın doğrudan teknolojik aygıtların yarattığı alternatif gerçeklikler içerisinde şekilleneceği vurgulanıyor. Dolayısıyla bilimkurgunun haklı yükselişi, teknoloji temelli sosyokültürel değişimin bir yansıması durumunda.

Georges Méliès’nin yönettiği 1902 yapımı A Trip to the Moon adlı kısa metraj film, sinemadaki öncül bilimkurgu filmlerinden. Film, Ay yolculuğunu konu edinmesine rağmen döneminde aksiyon filmi olarak sınıflandırılmıştır; bu da henüz türün kendine has bir yer bulamadığını gösterir. Benzerine postmodern edebiyat ürünlerinde de rastlarız. Mevleviliğine intisab etmiş olan Şeyh Galip, Hüsn-ü Aşk’ı yazarken Mesnevi’den bölümler aldığından hırsızlıkla suçlanır. O da cevaben “Çaldıysam veli, mîrî malı çaldım,” der. Metinlerarasılık kavramıyla bağdaştırılan söz, aynı zamanda postmodern eserlerdeki üst kurmaca öğesini de anımsatır. Orhan Pamuk da Hüsn-ü Aşk’a nazire yazdığı Kara Kitap adlı romanında Şeyh Galip’in sözünü epigraf olarak sunarak bu savı güçlendirir. Hassaten Divan Edebiyatında mesnevi hazırlayan şairler eserlerinin başına önsöz niyetine sebeb-i telif bölümü eklerler. Ki postmodern yazarlar da üst kurmacayı inşa ederken eser içindeki öteki eserin yazılma sebebini anlatırlar. Bu bakımdan tanımlar bağlamında iki mukaddem örnek arasında analoji kurmak mümkündür. Yani bahsi geçen eserlerin tanımı belirsiz kalmakta ama sonrakileri etkilemektedir.

Bilimkurgu eserleri 70’lı yıllardan itibaren zamanla ivmelenerek sinemaya aktarılmaya devam edildi. Bunda 1968 yılında gösterime giren Stanley Kubrick imzalı 2001: A Space Odyssey’nin etkisi oldukça fazladır. Öyle ki soğuk savaşın diğer tarafı olan SSCB bu filmin karşısına Tarkovski’nin Solaris’ini koyarak yeni bir cephe açmıştır. Bu açılan yeni cephenin etkileri önemlidir. 1927 yılı yapımı Metropolis filmiyle filizlenen temeller Sergei Eizenshtein, Aleksandr Dovjenko, Dziga Vertov ve Vsevolod Pudovkin gibi yönetmenlerin emeğiyle Sovyet sinema geleneğini meydana getirir. Bu kaynaktan beslenen Tarkovski ise hem Dostoyevski gibi klasik figürlerden hem de Stanislaw Lem ve Strugatski Kardeşler gibi çağdaşı kalemlerden esinle eserler verir. Örneğin Solaris’in Tarkovski uyarlamasında Rus halkının kültürüne dair öğeler Dostoyevski’nin eserlerinin tesiriyle ve Lem’in bilimkurgusal temasıyla birleşerek bütünleşir; böylece soğuk savaşın kültürel yansımaları geleneksel öğretilerinin sunumuyla buluşup yeni bir sinema dilinin gelişimine ön ayak olmuştur.

Öte yakada Kubrick’in de dâhil olduğu yönetmenler, Philip K. Dick başta olmak üzere pek çok yazarın eserini beyaz perdeye aktarmıştır. Bilhassa Blade Runner filmi bilimkurgu türünün kendi dilini yakaladığı kıymetli eserlerdendir. Ana akım edebiyat okuru bilimkurgunun yalnızca aksiyona dayalı birtakım hadiseler silsilesinden ibaret olduğunu düşünüyordu. Bu algı önyargıyı besliyor, türün gelişimini sekteye uğratıyordu. Oysaki bahsi geçen yazar ve yönetmenlerin eserleri bu yanılgıyı giderme adına tartışmasız öneme sahiptirler. Bilimkurgu eserlerinin hem geleceği ele alıp hem de geçmişten gelen derin felsefi konuları irdeleyebileceğini kanıtlarlar. Böylece popüler kültür içinde kendisine yer bulmaya başlayarak kimliğini kazanır, spekülatif kurgunun üstündeki haksız zanları gidermeye başlar.

Bu bağlamda Netflix’in sinemaya etkisi, bilimkurgunun popüler kültürdeki yerine benzetilebilir. Netflix, bünyesinde kendi yapımlarını üretmeye başladığı günden bu yana irtibat kurduğu ajanslar aracılığıyla özgün metinlere ulaştı ve dijital arayüzü vesilesiyle platformunun üyelerine aktardı. Bu doğrultuda birçok bilimkurgu eserine de yer vererek ana akım sinema alışkanlıkları içerisindeki tüketim anlayışını farklılaştırmakla kalmayıp türün binge watching (aralıksız izleme) kültürünün de parçası hâline gelmesini sağladı. Böylelikle hem dikkat tacirliğiyle kitlelerin ilgisini yoğunlaştırdı hem de yapımcı şirketlerin tekelleştiği bir sinema ağı haricinde yeni bir kendini ifade alanı açmış oldu. Nolan olmadan da film çekebilme imkanını bulmak büyük değişim olsa gerek. Peki, bu değişimin bilimkurgu yapımlarına etkisi neydi?

Popüler kültürün bilhassa pandemi sonrasında bizlere sunduğu en önemli şey tüketilecek malzemelerdi. Yaşamlarımızın hızlanmasıyla kullandığımız materyallerin tüketim hızı da arttı. Artık kitap okumaktansa özeti yeğlenir, hakkında kısa kısa parçalar sunan içerikler tercih edilir oldu. Bunun en önemli kanıtı ise ilgili konularda içerik üreten YouTuber’ların giderek bilinir hâle gelmesi. Kitapların barındırdığı bilgilerden yola çıkarak yazarların biyografisine dair bahislerde bulunan kişiler yüz binlerce izleniyorsa, durup da üzerine bir düşünmek lazım. Arz-talep ilişkisi böyle kuruluyorsa, demek ki artık cilt cilt okumanın zaman kaybı olarak görüldüğü ve bilgiyi en kısa yoldan alma gereğinin hissedildiği ortada. Ki bu videoların süresi bile kimi zaman uzun gelmekte, birkaç dakikadan sonra izlenme oranı düşmektedir. Hâliyle Netflix’in yapımları da bu tüketim anlayışına hitap eden, kısıtlı dikkati kaybetmeden meramı dillendiren bir anlatıcılık üslubu benimsemekte. Dikkat tacirliği derken kastedilen de budur.

Pandemi sürecinde peş peşe yayımlanan Netflix filmlerine bakıldığında, asıl gayenin tüketilecek materyalleri bir araya getirmek olduğu görülmektedir. Tüketim sosyolojisi ekseninde biçimlenen tüketim toplumunun birer ferdi olan bizler, zamanımızı tüketecek ama aynı zamanda bizi de yormayacak içerikler aramaktayız. Netflix de fast-food kültürü esintili eserlerle bizi yakalamayı gayet iyi başarmakta. Fakat bu durum popüler kültürün kötülenmesini değil anlaşılmasını gerektirmektedir. Zira sinema tarihinin ilk yıllarından itibaren uyarlanan romanlar zaten mevcut. Ancak popüler kültürün gelişimi uyarlanmaya dayalı roman yazımını ortaya çıkardı. Bahsi geçen sinematografik anlatıların en ünlüsü olan 2001: A Space Odyssey’nin senaryosu filme dair sürpriz bozan yayılmaması için romandan önce yazıldı. Yine Kubrick’in yönettiği The Shining (1980) filmi de bir Stephen King uyarlamasıydı. Yazar ünlendikçe filmleri beyaz perdeye aktarıldı ve zamanla bu uyarlamaların etkisiyle King’in açtığı yoldan gelen yazarlar çoğaldı. Bu isimlerden biri olan Dan Brown da kitaplarını doğrudan uyarlanmaları için yazdı ve yazmaya da devam ediyor.

Fakat sinemaya aktarılan romanların aksine bu eserlerde öncelikler farklı. Çoğu Netflix filminin bu kadar kötü olma sebebi nedir? Nasıl her ay yeni bir film yayımlanmakta? Disney’i düşünün mesela. Marvel Sinematik Evreni çatısı altında on seneye yirmi iki film sığdırması ve Netflix benzeri bir platform olan Disney Plus’ı kurması tesadüf mü sizce? Aynısını Amazon Prime ve HBO Max için de düşünebilirsiniz. Tüketim kültürünün muhafazası ve yayılımı için hantal yayıncılık düzeninin yarattığı aksaklıkları ancak çağın hızına erişecek yeni medya kanalları giderebilir. Bu uğurda gerekirse yılların birikimi yok sayılır, ilgili içeriğin niteliği göz ardı edilir ve hatta hiç umursanmaz; önemli olan her daim tüketime hazır ürünlerin sunulması ve müşteri memnuniyetinin sağlanmasıdır. Bu da göstermektedir ki popüler kültürün taşıyıcıları, talepleri suya atar gibi keyfince biçimlendirmekte ve dikkat tacirliğine uygun olarak arzu ettiği ölçüde dönüşüme uğratmaktadır.

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

pedram turkoglu sunum

Pedram Türkoğlu’nun Sunumuyla Zenoloji: Kurgusal Türlerin Bilimi

Özgen Berkol Doğan Bilimkurgu Kütüphanesi’nin 2024-2025 sezonundaki ilk Perşembe Söyleşisi’ne kulübümüzün editörlerinden Pedram Türkoğlu konuk …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin