pataklayan-kadinlar

Pataklayan Kadınlar

“Bir varmış bir yokmuş… Eski zamanlarda dünya üzerindeki insan yaşantıları biraz daha ilkelmiş. Haberleşme ve bilgi dağılımı imkanları pek geniş olmadığından, dünya birbirinden habersiz ve kapalı devre yaşayan, içe dönük toplumlarla doluymuş.

Bu toplumlara büyüteçle baktığınızda, çeşitli kültürel örtülerin altından da olsa hep aynı insan tabiatı kendini gösterirmiş. Hane içinde yakın aile bireylerinin, hatta birbirini en çok seven çiftlerin bile eninde sonunda gelip çattığı bir yer varmış: Kimin kime lafı geçecek, sonunda en çok kimin dediği olacak. Erkekler birazcık kas fazlası sayesinde bu konuda genel avantajı ele geçirmiş. Kadınları kendi günlük ihtiyaçlarıyla ilgili angaryaları hayat boyu üstlenmeye ikna ettikleri kültürler kurmuşlar. Sonra hem erkeklerden, hem kadınlardan bazıları ortaya çıkıp ‘kadın‘ ve ‘erkek‘ tanımları arasındaki keskin çizgiyi bulandıracak örnekler oluşturunca…

garden-of-eden

… Bunlardan erkek olanları, sanki binlerce yıldır elde tutulan ve toplu kıvanç vesilesi olan bir kupaya elini uzatması için karşı takıma bizzat koz kaptırır gibi algılanmış. Tercihleri onları kendi kalelerine gol atmış gibi göstermiş. Bu yüzden de takım arkadaşlarının tepkisini çekmişler. Ayırım kriterlerini bulandırıp ‘aşağıdakilere‘ cesaretlendirici örnek oluşturdukları için erkeklik nimetine nankörlük etmiş olarak kabul edilmişler. Bu yüzden de aşağılanarak sindirilmeye çalışılmışlar…

… Bunlardan kadın olanları ise, kendilerini kurtaracak teoriyi ararken çok kötü bir tuzağa düşmüşler: Eşitlik talep etmek istemişler, ama bunun neyin eşitliği olması gerektiğini tam ayrımlayamamışlar. Asıl istemeleri gereken “saygıda eşitlik” miş. Ama bunu ıska geçmişler ve yanlış hedeflere kilitlenmişler. Aşağılanmaktan şikayet ederken, yer değişip aşağılayan taraf haline gelmeye yeltenenler olmuş. Bu hedefe kas güçleri yetmediğinden erişememişler; ama erişseler de asıl aradıklarının üstünlük kurmak olmadığını görüp yine mutsuz olacaklarmış. Beyin yarıştıran, fikir yarıştıran, yetenek yarıştıran, bazen kazanıp bazen kaybedenler çıkmış. Her tarafa yetişeceğim derken hayatını tüketenler olmuş. İcat ettikleri “feminist” sözcüğü ilk başta yalnızca “edilgenlikten sıyrılan kadın” kavramını anlatmak için kullanılırken, geldiği son noktada bununla itham edilen kişinin kendini huzursuz hissedeceği bir anlam kazanmış. Hiçbiri “saygıda eşitliği” akıl edemediği için başarılı olamamış, rahat bulamamış. Çünkü ne onlar, ne de erkekler, birlikte yaşamın bir rekabet değil, elbirliği işi olduğunu çözememiş…”

***

kirmizili-kadin

Bu masal ile birlikte netameli bir konunun tehlikeli sularına dalıyoruz şimdi. Balçığa batmadan ilerleyebilmek için baştan belirtelim: Bu yazı hiçbir “…izm”’in savunuculuğunu yapmak için kaleme alınmamıştır. Yazının amacı, yazarının çocukken seyrettiği filmlerdeki kadın rolleriyle, büyüdüğünde seyrettiği filmlerdeki kadın rollerinin arasındaki inanılmaz farkı incelemektir.

Urfalı Kız Çocuklarına Yüzme Öğretmezler

Yakın zamanda Anadolu’nun derinliklerinde bir yerlerde, Şanlıurfa’nın Hilvan içlesine bağlı Aşağı Karakucak köyünde bir facia yaşandı. Yaşları 5-20 arasında değişen yedi kızın hepsi birden, suya düşen en küçüklerini kurtarmaya çalışırken boğulup öldüler. Dalgıçlar cesetlerini sudan 7 Eylül 2007 tarihinde çıkardı.

anadolu

Bu kız çocuklarına suda nasıl sağ kalacakları öğretilmemişti. Haydi en ufaklarının yaşı uygun değildi diyelim… Ama yirmi yaşındakine dek hepsinin birlikte boğulması, kimse kusura bakmasın ama, resmen ve basbayağı bizim Anadolu kültüründe kızlarımızı yetiştirme biçimimizin bir ayıbıdır. Dünyadaki, insana saygıyı öğrenmemiş diğer topluluk kültürlerinde olduğu gibi, bizimkinde de avrat kısmına bırak yüzmeyi, hayatın birçok alanında nasıl ayakta kalacağı doğru dürüst öğretilmez. Neden mi? Belki de bilgisiz ve yetisiz birey kolay yönetileceği içindir.

Ama ne var ki dünya, yönetme meraklıları için gittikçe daha tatsız bir yer haline gelmekte. Çünkü insanlık yaklaşık beş bin yıllık düşünce tarihini geride bırakmış, yoluna son hızla devam ediyor. Dünyanın bir ucu diğerini tanır oldu, artık her türlü kültürden insanlar kendilerininkinden farklı düşünce ve yaşantıları nispeten doğal karşılar hale geliyor. Dünyanın en ücra köşelerinde bile dışarıdan kopuk ve içine dönük toplumların sayısı azalmaya yüz tutmuş durumda. Belli katı görüş açıları için “yozlaşma” anlamına gelebilecek bu eğilim, diğer bir açıdan asıl önemli olan unsurun, yani insanın, birey olarak birtakım soyut değerler uğruna feda edilmesinden doğan trajedileri dikkate getiriyor.

tore

Bu son ifadenin derinliğinin anlaşılması için bir örnek verme ihtiyacı duyuyorum: Soyut değerler uğruna insan feda etmek derken, örneğin bir aile meclisinin toplanması ve bu meclisten ailenin genç kızı hakkında ölüm kararı çıkmasını kastediyorum. Bazen bu kararın kesinleşmesinde bizzat o genç kızın kendi öz annesinin rol oynadığı bildiriliyor. (Yaratan aşkına, bu nasıl olur? Bunu aklı alan var mı?) Çoğu zaman kararın icrası, yani infaz, o genç kızın kendi yakın akrabaları tarafından gerçekleştiriliyor.

Böyle şeylerin yaşanabildiği bir coğrafyada insanların, en yakın akrabalarından bile gelebilecek fenalıkların baskısını hissetmesi oldukça doğaldır. Böyle bir ortamda bırakın kadınları, herhangi bir bireyin cesaretini toplayıp da kendi doğru bildiklerine sahip çıkması için, ortalamanın oldukça üzerinde motivasyon bulabilmesi gerekir. Gördüğünü tekrarlayarak öğrenme yeteneğine sahip olan insan beyni, içine kapalı toplumlarda başka örnek göremediğinden dolayı yüzyıllarca bu tür çok sakıncalı kültürel ve töresel ögeleri canlı tutagelmiştir. Ancak zamanımızda dünya çapında bilgi ve kültür alışverişlerinin artışı, belli çirkinliklere maruz kalmanın veya tanık olmanın mutsuzluğunu yaşayan insanlara hayatın daha aydınlık bir tutum içinde de sürdürülebileceği müjdesini getirmektedir.

turkan-soray-yesilcam

Benzer bir farklılaşma sürecinin dünya insanlarının sanat eseri yaratımlarında da kendini gösterdiğine tanık oluyoruz. Artık romanlar ve film senaryoları, on – on beş yıl öncekilerden çok farklı biçimde kurgulanıyor. Eskiden iki erkek dövüşürken köşeye sinip küçük korku çığlıkları atan kadın modeli değişmez standart olarak sunulurdu. Hele ülkemiz Yeşilçam tarihi bu konuda inanılmaz bir sabıkaya sahipti. O senaryolara bakılırsa bir genç kız, burnunu evinden dışarıya uzatma cüretini gösterdiği anda kötü yola düşmeye mahkumdu. Zengin konaklarında ise cici görünümlü hanımlar düzenli olarak iftiraya uğrar, kendilerini yanlış anlamış olan kocalarının taarruzu altında çaresizce ağlayarak evden kovulurlardı. Bu edilgen, derdini anlatmaktan aciz, en yakınları tarafından mütemadiyen itilip kakılan kadın tipinin artık sadece tarih sayfalarında kalmasını dilediğimi özenle belirtmek isterim.

Biz bunlarla oyalanırken, hatta Anadolu topraklarında yaşayan evlatlarımızı hala bilgisiz, yetisiz, gelişimsiz halde tutmaya devam ederken, dünyanın (belli kriterlere göre daha ilerlemiş kabul ettiğimiz) toplumlarında değişik bir eğilim oluşmuş durumda. Onlar her nedense kadınları daha kendine hakim biçimde portrelemekten hoşlanıyor artık. Karar verebilen, kendini ve sevdiklerini koruyabilen, hedeflerine sahip çıkabilen kadınlar görmek istiyorlar ve böyle karakterlerden oluşan fikir-sanat eserleri üretip tüketiyorlar.

tarzan

Şükürler olsun ki ülkemiz dünyanın epeyce işlek bir noktasında yer alıyor. Dış kaynaklı edebiyat, sinema ve televizyon ürünleri dilimize çevrilerek bol bol okunuyor ve izleniyor. Hatta bazen Amerikan ve Avrupalı kültür yapılarıyla o denli sıkıca sarmalanıyoruz ki, karşımızda beliren “özentileşme” tehlikesinden korunabilmek için özel çaba harcamak zorunda kalıyoruz… (Ama fikrimce o çabayı harcamak zorunda kalmak, bu gereği hiç hissetmemiş olmaktan daha az tehlikeli, hele de dünyaya bir bayan olarak gelmişseniz.) Ve bu kaynakları takip ederken kadının hiç değilse fikir-sanat evreninde, “bağımlı ve korunmaya muhtaç tipleme” çerçevesini terketmesine şahit oluyoruz.

İlk adımlar otuz yıl kadar önce “pekala başarılı olabilen ekip üyesi” şeklinde atılıyor. Teğmen Uhura, siyah-beyaz TV ekranında orijinal Star Trek dizisinin başarılı iletişim subayı olarak boy gösteriyor. Birçoğumuzun tatlı bir nostaljiyle hatırladığı Atılgan mürettebatı, çekik gözlüsünden sivri kulaklısına dek her türden zeka sahibi bireyi aynı ekipte bir araya getirmiş. Ama sunduğu yeniliklerin belki en can alıcı olanı, hem zenci ve hem de kadın olan Uhura’nın kalıcı ve başarılı bir karakter olarak belleklerde yerini alması.

uhura

Yolculuk çok sayıda yardımcı kadın karakterle devam ediyor. Derken ufukta Supergirl, Wonder Woman, Vampirella, Barbarella gibi çizgiroman ve sinema tiplemeleri beliriyor. Talep büyük olduğundan, arzın çapı da doğal olarak geri kalmıyor. Örneğin Buck Rogers dizisinde Albay Wilma Dearing‘in o zamana kadar ancak erkek karakterlere yakıştırılan kahramanlıklara yaklaştığını görüyoruz.. Ancak yine de evrim tam değil; Albay Dearing de senaryo gerektirdiğinde tek bir tokatla, ya da yalnızca başını bir yere vurarak bayılıp devre dışı kalabiliyor, yani zayıf kadın imajı hâlâ baskın. Star Wars evreninin prensesi Leia iş başa düşünce eline silahı alıp sağa sola koşturuyor, emirler veriyor, ama iş bir X-wing’in başına geçip düşman tepelemeye geldiğinde ona uygun görülen şey cephe gerisinde kalmak.. Arada en sıkı örneklerden sayılabilecek Charlie’nin Melekleri ise durumu ancak kendi adlarına kurtarabiliyorlar, zira kadın karakterlerin ezici bir çoğunluğu hâlâ ilk tokatta duvara uçup kendini kaybediyor.

Televizyon ve sinemadan örnekler bu eksende seyrederken, edebi eserlerde durum daha da kötü, çünkü fazla bir kahramanlık şansı olmayan kadınların gözünden anlatılabilecek pek ilgi çekici bir şey yok. Aşkı için kendini feda eden kadın tiplemeler ise en basit çözüm yollarını teğet geçerek inanılmaz budalalık örnekleri sergilemek zorunda kalıyorlar… Yoksa kitaplar satmıyor!

charlies-angels
Charlie’nin Melekleri

Çizgiroman savaşçısı Red Sonya karakterinin ise ayrıca ele alınması yerinde olur, çünkü o tam bir geçiş dönemi unsuru oluşturuyor. Özelliği, bir erkeğin kendisini elde etmesine izin verirse gücünü kaybedecek olması. Bu haliyle adeta, “gidişatı sezen ilkel görüş sahiplerinin” kadınları bir yol ayrımında olduklarına ikna etme çabasını simgeler gibi: “Ya kılıç, ya kadınsılık. Birini seçeceksen öbürünü feda edeceksin. Kadınlaşırsan savaşma gücünü kaybedeceksin. İkisi bir arada olmaz.

Derken…

İkisinden birini seçip diğerini feda etme emrivakisine “Ne münasebet?” diye yanıt veren örnekler belirmeye başlıyor. “Ekip üyesi” kadın karakterlerin yavaş yavaş “kadın kahraman”lığa terfi ettiğine tanık oluyoruz. Kitabın başında, kendisine tebelleş olan gizli bir sapığın tehditlerine maruz kalarak dehşet içinde titreyen kadın, yolun bir yerinde ayaklarını yere sağlam basmasına yardımcı olacak bir düşünce biçimi yakalıyor. Sapığın iç çamaşırını keserek çıkarma tehdidini içeren mektubunu okuduktan sonra gözü yeni aldığı siyah dantelli çamaşıra takıldığında, düşünce repliği şöyle: “Hiç olmazsa güzel bir şeyi çıkarmış olacaksın…” Ve kitabın sonunda, boş yüzme havuzunun derin tarafına doğru giden bir kovalamaca sahnesi, kadını koruyacak kendinden başka kimse olmadığı halde, kendi çabasıyla hayatta kalmasıyla sonuçlanıyor. İşte yeni kadın tiplemelerinin ilk ayak sesleri…

Red Sonja
Red Sonja

Film sahnelerinde de benzer bir dönüşüm gözleniyor. Kadınlar hâlâ çığlık atıyor belki, ama acizlik görüntüsü abartılmıyor artık. Ya ellerine bir beyzbol sopası veya tava geçirip savuruyor, ya da gidip elektrikleri kesiyor veya polisi arıyorlar. (Hele şükür!) Yavaş yavaş, bir çocuk kadar etkisiz ve korunmaya muhtaç kabuktan sıyrılıp, bir şeyler yapabilen ve fark yaratan birey konumuna terfi ediyorlar. Charlie’nin Melekleri kendilerini hiç de yalnız hissetmemeye başlıyor, zira devreye yalnızca The Avengers’ın Emma Peel‘ı veya Tara King‘i değil, Cagney ve Lacey gibi sıkı kadın polisler, ve hatta Visitors dizisindeki Dr. Juliet Parrish gibi, StarTrek-Genesis’deki Vulkanlı Teğmen Saavik gibi kendine hakim kadın karakterler de giriyor. Yazarlar artık kadın gözüyle anlatabilecekleri ilginç şeyler bulabilmeye başlıyorlar. Önce zeki kadın dedektif tiplemeleri diziliyor birbiri ardına.. Sonra erkek meslektaşlarıyla sırt sırta cephe savaşı yapabilecek kapasitede kadınlar ulaşmaya başlıyor okuyucuya. Hatta James Bond tiplemesinin çevresindekiler arasında bile, “oyuncak kadın / partner kadın” oranı şaşırtıcı biçimde ikincisinin leyhine artıyor. Çizgiroman ve sinemanın ortak devi Örümcek Adam New York semalarında ağ sallarken, kız arkadaşı Felicia ona rahatça ayak uydurarak eşlik ediyor…

… Bütün bunların ötesinde en sağlam ve dikkat çekici örnekler arasında, Terminator serisinde hanım hanımcık bir genç kadıncağızdan bisepsleri gelişkin bir askere dönüşen Sarah Connor, ve…

… “Ben asker değilim, orada işinize yaramam,” derken, sonra iş başa düşünce direksiyona geçip karşısına çıkan yaratığı ezmeye çeviren, silahları kuşanıp yaratık yuvasından çocuk kurtaran, yükleme makinesiyle kraliçe yaratığa Osmanlı tokadı çeken Teğmen Ellen Ripley tiplemeleri yer alıyor… (Alien filminde mürettebattan geriye son kalan savaşçının bir kadın olmasını ‘şaşırtma’ unsuru olarak kullanmaya kalkışan yönetmen Ridley Scott, bu seçimiyle dünya bilimkurgu sinemasının en çetin ceviz kadın karakterlerinden birine start verdiğini aklına getirmiş miydi acaba…)

sarah connor
Sarah Connor

Bu sırada Star Trek evreninde de benzer gelişmeler sözkonusu… Atılgan’ın İkinci Nesil’inde güvenlik subayı bir kadın, Natasha Yar… Hatta bir zamanlar klasik seri seyircisi tarafından Majel Barret’a tanınmayan kaptanlık ünvanı, Voyager serisinde Kaptan Kathryn Janeway‘e verilmiş. Arada yalnızca birkaç onyıllık toplumsal görüş farkı var, ama artık seyirci kadın kaptan fikrine yabancı değil, hatta görmekten memnun oluyor. Yedi sezonluk dizi boyunca Kaptan Janeway, galaksinin delta çeyreğinden gemisini gerektiğinde bir anne şefkatiyle, gerektiğinde de askeri bir yöneticinin demir yumruğuyla geçirip evine geri getiriyor. Sonra Matrix patlıyor ve kadın karakter Trinity zekada, güçte ve beceride son derece yeterli bir tipleme olarak Neo’nun yanında yer alıyor. Bu arada eski dostlarımız Charlie’nin Melekleri’nin geçirdiği transformasyon kayda değer: Binalardan aşağı uçup sağ kalıyor, kalabalıklarla yakın dövüş karşılaşmalarına girişiyor, helikopterlere asılarak yolculuk ediyorlar.

En yoğun patlamayı bu trendle eş zamanlı olarak yaşayan fantastik eserlerde ise, kadın savaşçılar başından beri doludizgin gidiyor. En belirgin istisna, aralarındaki en eskilerden olan Hobbit/Yüzüklerin Efendisi evreninde göze çarpıyor. Zamanının atmosferine uygun olarak başta kayda değer kadın karakter yokken, ileri yıllarda kadın Elfin savaşçılarının ve güçlü kadın yöneticilerin belirdiğini görüyoruz. Ancak bu istisna dışındaki hemen tüm örneklerde, başroller kadın ve erkek kahramanlar arasında eşit düzeyde paylaşılmakta. Sinema ve televizyonda da durum farksız: Lara Croft, arkeolojik hazineler arasında geçen yaşamını “kötü adamlara” tek başına meydan okuyarak sürdürecek kapasitede bir kadın olarak büyük beğeni topluyor. Mitolojik/fantastik kahraman Herkül’ün karşısına önce düşman olarak çıkan Zeyna öylesine dikkat çekiyor ki, yanına ‘”gittikçe gelişerek her yönden yetkin bir birey haline gelen” Gabrielle’i katıp onun için ayrı bir dizi serisi hazırlıyorlar. Sonuç, Herkül serisiyle kolkola giden ve başarısı sezonlar boyu devam eden uzun soluklu bir seri oluyor.

xena
Xena

Öte yandan vampir avcısı Buffy, işte öylesine bildiğiniz bir lise öğrencisi. Alien Resurrection’un senaristi Joss Whedon onu genç bir erkek öğrenci olarak değil, ufak tefek göründüğü halde kendini ve başkalarını korumaya muktedir genç bir kız olarak tasarlamış… Geleceğe Dönüş serisinde Marty McFly’ın annesinin sergilediği liseli genç kız tablosu ile Buffy’ninki arasında inanılmaz bir fark var. Gerçi o kızcağız da askıntısının elinden kurtulmak için elbise kutusunu oğlanın kafasına geçirmekten geri kalmıyordu, ama yine de bir erkeğe aşık olmak için onun kendisini koruyabilmesini bekleyen bir tiplemeydi. Halbuki ne Buffy’nin, ne de en yakın arkadaşı Willow’un beylerden bu tür özel beklentileri yok. Her ikisi de olaylar gerektirdiğinde erkek arkadaşlarıyla “sırt sırta cephe savaşına” girişmekte hiçbir çekince göstermiyorlar. İşte size günümüzün kadın trendi…

Bütün bunlardan çıkarılması gereken gerçek ise şu: Günümüz seyircisi artık özellikle korunmaya ihtiyaç göstermeyen, öğrenen ve öğrendiklerini uygulayan, yeri geldiğinde ekibin yetkin bir üyesi olarak yerini alan kadın tiplemelerini yadırgamıyor, hatta onları izlemekten keyif alıyor. Toplumlardaki “ilkel kalmış” bireylerin bile duruma belirgin bir itirazı yok; onlar yalnızca yeni trende itibar etmemekle ve tanıdık buldukları eski örnekleri izleyip okumaya devam etmekle yetiniyorlar, tabii okuma ve izleme alışkanlıklarını çoktan kaybetmemişlerse. “Ben özgürüm,” diyerek Anadolu’yu arşınlayan kızın eninde sonunda dağa kaldırılacağını ileri sürerek dalga geçtiklerini duyabiliyoruz, ama Zeyna için, Buffy için veya Lara Croft için dişe dokunur bir yorumda bulunanına henüz rastlamadım… Belki de onların bile gözü alışıyordur; kadının “burnunu evinden dışarıya uzatır uzatmaz başına fenalık geleceği” saplantısından farkında bile olmadan uzaklaşıyorlardır belki de… Kim bilir?

lara-croft-tomb-raider
Lara Croft

Bu ilerlemeyi neye mi borçluyuz? Bu inanılmayacak kadar pozitif gelişme nasıl mı açıklanabilir? Belki bu sorunun yanıtı, bir sosyoloji öğrencisinin bitirme tezi olabilecek denli uzun ve ayrıntılı bir başka yazının konusudur. Sonuçta beğenisi bu yönde olan, görmek ve okumak istediği şey bu olan insanların sayısı dünya çapında artıyor. Bana sorarsanız bu gerçekten de çok güzel bir haber…

Neden mi?

Çünkü şahsen hayal kırıklığını sevmem, uğrayan kim olursa olsun.

Üstelik bu konuda kesinlikle kadın-erkek ayrımım yoktur; herkes duyarlılık menzilimde yerini alır. Ve kadınlarına güçlü birer birey olarak saygı duymayan hiçbir toplumdan hayır geleceğine inanmıyorum. Bence bundan sonrasının daha iyi olması da bizzat elimizdedir. Edilgenlikten sıyrılmış, kendini ve sevdiklerini koruyabilen, karar verip uygulayabilen, hatta gerektiğinde kötüleri pataklayan kadınlar yalnızca fikir-sanat ürünü değil, birer gerçekliktir. Dahası, bu tanımlara uyan kadınlarla hayatını birleştiren erkeklerin, onlarla birlikte omuz omuza kuracağı yaşamın kalitesi, elbette ki daha ilkel düzenlemelerin sağlayabileceğinden çok daha yüksek olacaktır. Çünkü böyle bir dünyada, insanların birbirinin önüne çıkardığı suni güçlüklere ve takip eden hayal kırıklıklarına daha az yer kalacaktır.

İnsanlar da bunu seziyor olsalar gerek ki, artık hayat yolunun altta veya arkada değil, yan yana ve el ele katedildiği gelecek hedefleri dimağlarında daha ağır basıyor.

Hazırlayan: Özlem Kurdoğlu, 2007

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

Türk Bilimkurgu Edebiyatına Tarihsel Bir Bakış

Kökenini söylencelerden alan bilimkurgunun var oluş serüveni, düşünen ve düşleyen insanın ortaya çıkışına değin uzanır. …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin