Hayal gücümüz, kimi zaman kafa karıştırıcı sorularla sınanabilir. “Önünde durulamaz bir güç, yerinden oynatılamaz bir engelle karşılaşsaydı ne olurdu?” sorusu da bunlardan biridir. İlk bakışta ilginç görünse de aslında kavramsal bir karmaşadan ibarettir. Dolayısıyla, bu tür bilmeceleri çözmeye çalışmadan önce kavramlarımızı nasıl tanımladığımızı ve bu tanımların mantıksal tutarlılığını sorgulamak gerekir. Evreni anlamaya çalışırken kullandığımız kelimelerin ve kavramların anlamlarında uzlaşmak zorundayız. Tıpkı satranç oynarken kurallar üzerinde anlaşmaya varmanın zorunlu olması gibi, tartışmalarımızı da ortak tanımlar üzerine inşa etmeliyiz. Aksi takdirde ortaya atılan fikirler havada kalır, hiçbir bağlama oturmaz ve sorular da anlamını yitirir.
Örneğin, “adaletin ağırlığı ne kadardır?” ya da “özgürlüğün tadı nasıldır?” diye soramayız. Çünkü sorunun kendisi sakat bir temele dayanmaktadır. “Tat” dediğimiz şey fiziksel bir duyumdur; şekerin, tuzun, ekşinin, acının yarattığı biyolojik bir histir. Özgürlük ise fiziksel değil, kavramsal bir olgudur; toplumsal, siyasal ve bireysel bağlamda tarif edilen bir soyutlamadır. Böyle bir soruyu yanıtlamaya çalışmak kavramların doğasına aykırıdır.

Aynı ilke, durdurulamaz güç ve yerinden oynatılamaz engel paradoksunda da geçerlidir. İlk bakışta büyüleyici görünen bilmece, tanımlara yakından bakıldığında mantıksal açıdan bir çelişkidir. “Durdurulamaz güç” dediğimizde, tanım gereği karşısına çıkan her şeyi aşabilen, engellenemeyen bir kuvvetten söz etmiş oluruz. Öte yandan, “yerinden oynatılamaz engel” dediğimizde de doğası gereği hiçbir gücün kımıldatamayacağı, bozamayacağı bir yapı tanımlarız. Tanıma göre bu engel, karşısına çıkan en büyük, en ezici güç karşısında bile yerinden kıpırdamayacaktır.
İşte bu iki kavramı aynı evrende düşlemek, onları tanımlayan mantıksal çerçeveye aykırıdır. Çünkü biri tüm engelleri aşan bir kudret, diğeri ise tüm güçlere direnen bir bariyerdir. Bir arada var olmaları, tanımlarının gereği imkânsızdır. Eğer gerçekten durdurulamaz bir güç varsa, onun bulunduğu bir evrende asla yerinden oynatılamaz bir engel olamaz. Çünkü karşısındaki her engeli aşmak zorundadır. Aynı şey tersi için de geçerlidir: Eğer evrende yerinden oynatılamaz bir engel varsa, o evrende durdurulamaz bir güçten de söz edilemez.

Dolayısıyla “Durdurulamaz bir güç, yerinden oynatılamaz bir engelle karşılaşsa ne olurdu?” sorusu, aslında yanlış kurgulanmış bir mantıksal bulmacadır. Tanımları gereği, böyle bir karşılaşma mümkün değildir. Sorunun dayanağı, iki zıt kavramı mantıksal olarak yan yana getirmeye çalışmaktır. Bu, “Yuvarlak kare çizilebilir mi?” sorusuna benzer, cevabını aramak boşunadır.
Evrenin doğasını anlamak, kavramların mantıklı biçimde kurgulanmasına dayanır. Fizikte ölçülebilen, karşılaştırılabilen, deneylerle test edilebilen kavramlar kullanılır. Hâliyle, durdurulamaz güç ya da yerinden oynatılamaz engel gibi kavramlar, birbirine zıt ve mantıksal tutarlılığı olmayan soyutlamalardan ibarettir.