olumsuzluk

Ölümsüzlüğü Ararken

“Önümüzdeki 30 yıl içinde hepimizin sonsuza kadar yaşayabileceğinden eminim.”

Bu sözler Rus internet milyoneri Dmitry Itskov’a ait. Itskov, insan beynini bilgisayara yüklemeyi mümkün kılacak bir teknoloji üzerinde çalıştıklarını açıklayarak dünya gündemine oturmayı başardı. Bu açıklamanın bilim insanlarından değil de bir iş adamından gelmesi yadırgatıcı olabilir, ancak bu tip bir teknolojinin icadı, herhangi birini dünyanın en zengini yapmaya yetecek potansiyele sahip. Dolayısıyla kapitalist çevrelerin ağzını sulandırması çok da şaşırtıcı olmamalı. Peki ama böyle bir teknoloji gerçekten de hayata geçirilebilir mi? Sorunun cevabı heyecan verici olduğu kadar, insan yazgısını da topyekun değiştirebilecek boyutta.

İnsanlık tarihi Gılgamış Destanı’ndan Lokman Hekim’e, Ab-ı Hayat’tan Styx Nehri efsanesine kadar ölümsüzlüğü arayışın hikâyeleriyle dolu. Çünkü kabul etsek de etmesek de, her daim içimizde bir yerlerde ölüm korkusuyla yaşıyoruz. Hâl böyle olunca, ölümsüzlük tarih boyunca insanlığın en büyük ereklerinden biri olageldi. Kimisi mitolojilerin, efsanelerin peşinden koşup kıta kıta ölümsüzlük çeşmesini aradı, kimisi ise kendini simya çalışmalarına vakfedip ömür çürüttü. Ama olmadı. İnsan günün birinde öyle ya da böyle ölümle yüzleşmek zorunda kalacağı gerçeğini kabul etti. Ta ki imdadımıza çağdaş bilim yetişene kadar…

Öyle görünüyor ki, bilimin insanları ölümsüz yapacağı günler çok da uzakta değil.  Zira insan vücudunu ve aklını uzun süre çalışır kılmanın birçok farklı yolu var ve bu yollardan biri de bilincin bilgisayara yüklenmesi esasına dayanıyor. Her ne kadar hayalî gibi görünse de, gerçekleştirilmesi teorik olarak mümkün. Elbette bilimin geldiği nokta henüz böyle bir işlem için elverişli değil, ancak bu durum ilerleyen süreçte yeni gelişmeler kaydedilmeyeceği anlamına da gelmiyor. Bu alandaki bilimsel araştırmalar, beyni aktarmak için ne kadar bilgisayar donanımı gerektiği noktasında yoğunlaşıyor. Çünkü insan beyninin depolama sistemi tipik bilgisayarlardan oldukça farklı. Nöron sayısı baz alınırsa, beynin kapasitesi yalnızca birkaç gigabayt gibi görünebilir, ama beynin kendine has esnek bir depolama mekanizması var ve bu da yaklaşık olarak 2,5 petabayt bilgiye eşdeğer.

Ortaya çıkan değerler göz korkutsa da aslında bu büyüklüklere aşinayız. Örneğin Blizzard bilgisayarları sırf World of Warcraft için 1,5 petabayt veri kullanıyor. Buradan da anlaşılacağı üzere, asıl sorun veri büyüklüğünden ziyade beyinsel işleyiş sürecinin henüz tam olarak anlaşılamamış olması. Bir başka deyişle, beyin hâlâ en gizemli organımız olmayı sürdürüyor. Ama günün birinde tüm gizemlerinin çözüleceğini varsayarsak, beynin veri olarak depolanması önündeki engeller de büyük oranda kalkmış olacak. Bu yönde atılmış ciddi bilimsel adımlar olduğunu da belirtmek gerek. Bilim insanları, robotlar ve bilgisayarlar için sinirsel arayüzler, hatta süperbilgisayar kullanan hayvan beyni simülasyonları tasarlamayı çoktan başardı. Peki ama bu teknoloji sayesinde açılacak ufukların ne kadar farkındayız?

olumsuz

Eğer bu teknoloji hayata geçirilebilirse, öteden beri hayalini kurduğumuz ölümsüzlüğün kapıları aralanmış olacak. Bu sayede insan türü, bilgi ve birikimini yitirmeksizin işlevsel yapay bedenlerin içinde varlığını devam ettirebilecek. Mesela yedeklenebilecek, yaşlanmayı dert etmeyecek ya da Matrix filminde olduğu gibi kendinize yeni beceriler yükleyebileceksiniz. Bundan sonrasında ise sizi sadece hayal gücünüz kısıtlayacak. Çünkü zihninizi bir robota, sayborga veya insan eliyle tasarlanmış yepyeni bir vücuda aktarabileceksiniz.

Kadim çağlardan beri ömrün kısalığından dem vuran pek çok bağrı yanık şarkıya, ağlatısal şiire imza attık. Dünya’nın yaşı ile insan ömrünü kıyaslarsak, serzenişlerimizde pek de haksız sayılmayız. Gerçekten de insan ömrü, gezegenimizin milyarlarca yıllık macerasında bir göz kırpması bile değil. Oysa insan yaşadıkça öğrenen, deneyimledikçe ustalaşan bir canlı. Pek çoğumuz en verimli dönemimizde ölüp gidiyoruz. Kısa bir insan ömrü içinde bile muazzam keşiflere imza atan Albert Einstein’ın bir de ölümsüz olduğunu hayal edin! İnsan ömrüne eklenen her bir sene medeniyetin gelişimini üstel olarak etkilerken, ölümsüz bir uygarlığın önünde ne durabilirdi?

Elbette bu teknolojinin sunacağı olanaklar salt ölümsüzlükten ibaret değil. Örneğin her canlının varlığı, içinde yaşadığı doğanın koşullarına ve o koşullara karşı geliştirdiği uyumluluk refleksine bağlı. Uyumluluk becerisi, hâlâ evrim çarkının en önemli dişlilerinden biri olmayı sürdürüyor. Ancak bilincimizi robotik bir bedene aktardığımızda ya da tamamen sanal bir ortama indirgediğimizde, artık doğa koşullarının pençesinden de sıyrılmış oluyoruz. Söz gelimi solunabilir havaya, beslenmeye veya dinlenmeye gereksinimimiz kalmıyor. Tüm bu doğal zorunluluklardan bağımsız bir insanlığın evrene çok daha hızlı yayılacağını öngörmek zor değil. Bu atılımın uygarlığımıza getirileri ise bugünkü hayal gücümüzü bile aşacaktır.

İlla yapay ya da organik bir beden içinde yaşamak zorunda da kalmayacağız üstelik. Kendimize sanal dünyalar yaratmamız da pekâlâ mümkün. Tüm insanlığın bilincinin Bulut benzeri sistemlerle bütünleştiği sibernetik bir hayata merhaba diyebiliriz. Sunucu ve enerji gereksinimi karşılandığı sürece, teoride sonsuz bir sanal yaşam bizleri bekliyor demektir. Bu noktada akıllara nasıl üreyeceğimiz sorusu gelebilir. Arzu edildiğinde sıfırdan yapay kişiliklerin yaratılabileceği bir sistemde üremek de günümüzdeki önemini yitirecektir. Sanırım buradaki en büyük sorun, sistemin kim ya da kimler tarafından kontrol edileceği; daha açık bir ifadeyle iplerin kimin elinde olacağı… Yeni komplolara ve paranoyalara merhaba!

Bedenin kısıtlamalardan kurtulduğu, zihnin bedenden bağımsızlaşıp ne erkek ne kadın, ne yetişkin ne de çocuk olduğu ve nihayet kendi kendini farklı ağlara ve zeminlere kopyalayabildiği o günler geldiğinde kuşkusuz uygarlığımız da büyük bir değişime uğrayacak. Ölüm korkusu evrimsel uyum başarımızı artıran en önemli olgulardan biriyken, bundan yoksun kalmanın biyolojik, sosyolojik ve psikolojik etkilerini kestirmek oldukça zor. Öte yandan tüm varlığın birtakım elektronik düzeneklere emanet edilmesi de kulağa bir hayli tekinsiz geliyor. Dolayısıyla ölüm korkusu, yerini ileride hack’lenmeye ya da enerji kesintilerine bırakırsa şaşırmamak lazım.

Gerçekliğin ne olduğu, felsefi anlamda tartışmalı bir konu. Daha da ilginci, bilincimizi bir yapay bedene ya da sanal ortama aktardığımızda, biz hâlâ biz olmaya devam edecek miyiz, yoksa o şey bizim dijital bir kopyamızdan mı ibaret olacak? Felsefenin kadim tartışmalarına yelken açmayı gerektiren bu nokta, bilim ve etik dünyasında da hararetli sorgulamalara yol açıyor. Bilinç, kendisinden türediği zihinsel fenomenlere indirgenemeyecek üst-düzey bir ontolojik alan oluşturduğu için, sadece belleksel donanımın kopyalanmasını gerçek bir bilinç aktarımı sayabilir miyiz? Ontolojik katmanların ve indirgenemez zihin varsayımının yanı sıra belirimciliğe dayalı uyuşmazlıklar gibi bir dolu felsefi muamma da çözüm bekleyen sorunlar arasında. Tüm bu ontolojik ve metafizik soruların ötesinde, varoluş bizim için gizemli bir olgu olmayı sürdürüyor.

01-immortality

Ölümsüzlük fikrinin getirdiği bilimsel ve felsefi curcunadan uzak durarak sorabileceğimiz en yalın soru, belki de ölümsüzlüğün gerekli bir şey olup olmadığıdır. İnsanlığın tarihsel sürecine bakacak olursak, ölümsüzlüğün her zaman arzu edilen, peşine düşülen ve özlem duyulan bir amaç olduğunu görüyoruz. Ölümlü varlıklar olarak ölümsüzlüğü amaçlamamız elbette şaşırtıcı değil. Peki ya günün birinde gerçekten ölümsüz olmayı başarırsak, sonsuza dek mutlu mesut yaşayacağımızın bir garantisi var mı? Bu sefer de ölümü arzulamayacağımızı nereden bilebiliriz? “Oh, neyse ki bu bir tercih meselesi,” diyerek geçiştirebilirsiniz fakat içinde yaşadığınız bu yeni sistem bakalım ölmenize izin verecek mi? Ölümden mahrum bırakılmış ölümsüzlerin distopyasına hoş geldiniz!

Sonuç olarak insanlık, bir gün ölümsüzlüğün o şahane sırrına erişebilir. Hız kesmeyen bilim, her gün bir yeniliğe ve keşfe imza atıyor. Evet, ölümsüzlük teoride mümkün. Asıl soru, bundan sonra ne olacağı…

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

dunyayi ardinda birak

Dünyayı Ardında Bırakmak Mümkün mü?

Netflix’te yayımlanan ve en çok izlenenler listesine girerek tartışmaların odağına yerleşen Dünyayı Ardında Bırak (Leave …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et