Ölümsüz olmak mümkün. İnsanoğlunun en büyük ikinci arzusu hayvanların konuşmasıysa (masallarda bunun yansımalarını görürüz), birinci arzusu ölümsüzlük olmuştur hep. The Matrix‘i esinlemiş olan Ghost in The Shell (1995) adlı yapım bana bu konuları hatırlattı yine. Tüm ontolojik ve metafizik sorular bir kenara bırakıldığında, varoluş gizemli bir olgu olarak ortada duruyor. Gerçekliğin ne olduğu, derinlemesine irdelendiğinde, kesin yanıtı olmayan bir konu. Bedensel sonluluğun verdiği korkuya karşı, insan bilincinin geldiği nokta artık çözümler üretmeli.
Ölümsüzlük, elbette bedensel bakımdan -şu anki teknolojiyle- olanaksız olsa da, bilinç düzeyinde mümkün. Tekil bilincimizin yapısı ve -buna ek olarak- belleğimiz, yakın bir gelecekte kopyalanabilir. Klonlanan bedenimize yüklenen bu kopya ile, her defasında sıfırlanan bedenimize, sıfırlanmayan, fakat tıpkı x + 1 döngüsünde olduğu gibi, sürekli geçmişin eklendiği bir bilinç yerleştirilebilir. Bu noktada etik mülahazalar ve psikolojik sakıncalar devreye giriyor elbette. Kişinin rızası olmadan bu işlemi yapmak uygun olmaz. Öte yandan, eğer kişi, bedeninin klonlanmasına, bunun yanı sıra bilinç haritasının kopyalanmasına ve belleğinin yedeklenmesine müsaade ediyorsa, o kişinin yine, yeni, yeniden hayata dönmesi, daha doğrusu hayata olduğu yerden devam etmesi, kısacası ölümsüz olması gayet mümkün.
Jules Verne, Denizler Altında Yirmi Bin Fersah‘ı yazdığında denizaltı icat edilmemiş; Ay’a Yolculuk’u yazdığında ise Ay’a henüz ayak basılmıştı. Bilimkurgu yapıtları, ortalama izleyiciye hitap eden aksiyon türlerinden arındırıldığında, geleceği öngörme potansiyeline sahip eserlerdir. Tarih bunu pek çok kez bize gösterdi.
Sanal ağlarda rumuzlarla var olmak, bu işlemin bir ön adımıydı. Bir rumuz uydurup, ağlarda sanal bir kimlikle var olabiliyoruz çoktandır. İyi de, ne zaman bir yazılıma dahil olup sanal gerçeklikte salt zihin olarak var olacağız? Zihnin bedenden özgürleştiği, bedenin sınırlamalarından ve hastalıklarından kurtulduğu, ne erkek ne kadın, ne yetişkin ne de çocuk olduğu ve nihayet kendi kendini farklı ağlara ve zeminlere kopyalayabildiği o günler çok uzakta olmasa gerek. Mevcut teknolojiyle, ölmeden en azından şunu görsek artık.
Gelecek neler getirecek bakalım.
Hazırlayan: Tamer Ertangil