Jüpiter’in gaz katmanlarından tutun Merkür’ün kutuplarına kadar pek çok yerde bilinen anlamıyla bir “yaşam” gelişmiş olabilir. Elbette bunlar gerçekliğe yaklaşamayacak kadar düşük ihtimaller olsa da, bilimkurgunun işi gerçeğin ötesiyledir biraz da. Gerçeğin ötesinde ise sayısız ihtimal var. Peki ama gerçekten de dünya dışı zeki bir yaşamla karşılaştığımızda iletişim kurabilecek, birbirimizi anlayabilecek miyiz? İletişime engel olan unsurlardan biri kültür olsa gerek. Türler kendi kültürlerine öylesine hapsolmuş olabilir ki, kümenin dışındaki olayları anlayamayacak hale gelebilirler. Bu varlıkların davranışları, insanlara yıldırım ya da yıldız kayması gibi son derece sıradan ama bir o kadar egzotik hissettiren olayları çağrıştırabilir. Nihayetinde insanlar yağmura ya da yıldız kaymasına sayısız anlam yüklese de, yağmur sadece yağmurdur ve yıldız kayması zannedilen olay atmosfere giren uzay atıklarının bir marifeti olabilir.
Bugün insanların etrafında tam anlamıyla kültür geliştirebilen canlılar yok. Tabii eğer kargaların parlak nesnelere duyduğu ilgiyi, hatta onları beslediğiniz ya da koruduğunuz zaman sizi hatırlayıp birtakım hediyeler getirmelerini kültürden saymazsak. Kültür konusunda geçmişte var olmuş ve hâlâ tam olarak açıklanamayan sebeplerden dolayı yok olmuş insansılar haricinde kıyaslama yapabileceğimiz türden varlıklar etrafımızda yok. Bu yüzden uzaylıların kültürünü düşünürken dönüp dolaşıp insan merkezli bir bakış açısına saplanmamız olası. Bunun bir zararı olmasa gerek. İnsanların karşılaşabileceği ve anlamlandırabileceği türden uzaylılar muhtemelen bir noktada insanlarla aynı konumdaydı. Tek hücre.
Dünya’daki yaşamın aslında meteor yağmuru sonucu uzaydan geldiği yönünde bir teori mevcut. Eğer yaşam gezegenlere sahiden bu şekilde dağılıyorsa, o zaman uzaylı türleri arasında birbirlerini tanımlayamayacakları kadar büyük bir farklılık ortaya çıkmış olabilir mi? Nihayetinde bu senaryoya göre canlılığın evrensel bir çalışma prensibi olacaktır. Peki ya insanların karşılaşmaya mahkûm olduğu tek uzaylı türü Lovecraft’ın kâbuslarına girebilecek cinsten “dehşetler” ise?
Bir kültürden bahsedebilmek için muhtemel uzaylıların birçok açıdan insanlarla benzer olması gerektiğini kabul etmeliyiz. Mesela insanlarla aynı türden ihtiyaçlara sahip olmalılar. Beslenme, barınma ve diğerleri. İnsanlar onların kültürünü anlamak için bu ihtiyaçları nasıl giderdiklerini inceleyebilir. İnsanların tanımlayabileceği türden vücut yapıları ve organları varsa tasarladıkları aletler ve barındıkları yerler insan aklının ürünlerine kıyasla bir çeşit kâbusu andırabilir. Vücutları gezegenin sunduğu koşullara göre insanlar için oldukça tedirginlik verici değişimler de gösterebilir.
Belki de dünya dışı yaşam konusunda insan merkezli hatta dünya merkezli bir bakış açısını terk etmek gerekir ama bilinen anlamda yaşamın ortaya çıkması için ilk adaylar hep Dünya’ya benzeyen gezegenler olarak düşünülür. Biz de bu çizgiyi takip edeceğiz. İnsanların tanımlayabileceği ve iletişim kurmayı umabileceği türden canlılar büyük ihtimalle kayasal gezegenlerde yaşıyor olmalı. Jüpiter gibi gaz devleri de bir çeşit yaşama ev sahipliği yapabilir ama bu türden canlıların yaşamı insanlar için sadece kâbusu andıran bir kaostan ibaret olacaktır. Bütün yaşamın neredeyse sonsuz bir fırtınanın içinde dönüp durduğunu ve bu fırtınanın bir gaz denizinde yüzdüğünü düşünün. Eğer o gaz denizinde yaşayan canlıların zihinleri varsa bile, kayalık gezegenlerdeki zihinlere kıyasla insanlarla iletişim kurmaları oldukça zor görünüyor.
İnsanlar yaşamı bir çeşit çemberin etrafına konumlanmış halde görüyorlar. Gezegenler dairesel bir yörüngede döner, güneş saatinin gölgesi dairesel bir yörüngeyi takip eder, insanların doğumu, yaşamı ve ölümü bile bir çemberin içindeymiş gibi hissettirir. Peki bir gaz devinin bulutlarındaki canlılar? Onlar yaşamı geometrik bir kesinlikle tanımlayabilirler mi? Kayasal gezegenlerdeki uzaylılar insanların alıştığı canlılığa nispeten daha çok benzeyecektir. Dünya gezegeni düzlükler, ormanlık alanlar, dağ sıraları ve büyük su kütlelerini barındırıyor. Dünya atmosferi Venüs’ünki gibi yoğun ve bulutlarla kaplı halde değil. Aksine Dünya’nın yüzey şekli uzaydan rahatça gözlemlenebilir halde. İnsanların kolayca gökyüzü gözlemi yapması ya da gezegenin her yerinde yerleşim kurmaları mümkün. Gökyüzü insanlar için neredeyse kutsal bir konumda. Gökyüzünü gözlemleyerek yön bulmak mümkün ve bazıları gökyüzündeki değişimlerin yeryüzündeki olaylara işaret ettiği inancında. Bu inanç belki de insanlığın kendisi kadar kadim.
Çıplak gözle gökyüzü gözleminin mümkün olmadığı bir gezegende, o zeki uzaylılar nasıl inançlar geliştirebilir? Mitolojilerde tanrılar ve tanrıçalar gezegenlerle ilişkilendirilirdi. Gökyüzünün etkileri Mihr ü Müşteri gibi destansı eserlere kadar takip edilebilir. Üstelik Dünya yüzeyinde, gezegenin bir yıldızın yörüngesinde döndüğünü en azından onunla bir bağlantısı olduğunu saptamak mümkün. Güneş ve Ay’ın hareketleri kolaylıkla takip edilebilir durumda. Peki gökyüzü her daim kapalı olan bir gezegende bu mümkün mü? Oradaki zeki varlıklar kendi gezegenlerinin konumunu ya da uzaydaki kendi konumlarını nasıl saptayacak? Tıpkı matematik gibi, gökyüzündeki değişimler üzerinden de zeki bir canlı türüyle iletişim kurmak mümkün olabilirdi fakat yoğun bir bulut katmanının altında yaşayan muhtemel canlılar için gökyüzü ne kadar önem taşırdı?
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade