Netflix, sinemanın geleceğini değiştirmeden evvel yalnızca basit bir kiralama şirketinden ibaretti. 1997 yılında, büyük kaset kiralama şirketleri piyasanın tekelini çoktan kurmuştu, hegemonya kırılmaya da pek niyetli görünmüyordu. Ancak kurucuları Reed Hastings ve Marc Randolph’un vizyonu yıllar sonrasını görmeye mahirdi. Bu genç girişimciler, yakın çevrelerindeki olumsuz görüşlere rağmen değişimin yegane sabit değer olduğu detayını gözden kaçırmazlar. Fırsatı yakalamak için de piyasanın gidişatına yönelik doğru kararlar alarak adımlar atarlar.
Buradaki üç önemli karardan ilki dükkana gidip alınan klasik alışveriş sistemini değiştirmeleridir. Söz gelimi California’da bulunan şirket, başka eyaletlerdeki müşterilerine ulaşmak için kargo ile kiralama yöntemini uygular. Böylece bir ilk ortaya çıkar. film kargoya verilir ve müşteriye ulaşır. İkinci olarak da 2000’li yılların başlarında kurulan sitelerinde yayın haklarını geçici olarak satın aldıkları filmleri servis etmeye başlarlar. Böylece henüz “streaming” denilen iş alanı ortada yokken öncülüğü üstlenirler. Son olarak da film kütüphanelerinin yenilenmesi, kendi yapımlarının oluşturulması gibi fikirlerin üzerinde dururlar. Başka yapımların haklarını satın alma işi külfetli olduğundan, Netflix kendi özgün projelerini üretmeye karar verir ve ortaya House of Cards çıkar.
2013 yılında yayımlanan bu dizi, yayıncılık sektöründeki değişim hareketinin ilk adımlarından biridir. Aynı yıllarda Okan Bayülgen’in Behzat Ç. üzerinden aynı tespiti yapması da gelecek olanın kendini aşikar ettiğini göstermektedir. Programına Erdal Beşikçioğlu’nu davet ettiğinde, karşılıklı konuşmaları esnasında Behzat Ç.’nin mevcut televizyon yayıncılığının bitişine dair göstergeler içerdiğini anlatır. IPTV ve benzeri alternatif platformlardaki yükselişin diziye ivme kazanacağını iddia eder. Ne yazık ki Behzat Ç.’nin geleceği bu doğrultuda şekillenmemiştir ve durumu malum. Fakat Netflix’in House of Cards ile başlattığı kendi projelerini geliştirip servis etme yöntemi geleneksel yayıncılığı her anlamda değişime zorlayacak noktaya çok kısa sürede gelir. Aynı zamanda etkileri de gittikçe büyümektedir. Nasıl mı?
Bilindiği üzere sosyal medya siteleri dahil bütün siteler ücretsiz hizmet vermektedir. Lakin buradaki “ücretsiz” vurgusu elbette şirketlerin kâr amacı gütmedikleri anlamına gelmez. Doğrudan kullanıcıdan ücret tahsili yerine reklam ve veri kullanımı gibi dolaylı kazanımlar sağlanır. Google reklamları bunun en bilindik olanı. Google reklam sistemini, sağlayıcı ile tüketici arasında bir dönütler zinciri olarak sunar ve sağlayıcıyı reklamın tıklatılması konusunda teşvik ederek ticari faaliyeti sağlar. Ülkelerin alım gücü, kişinin kitleyle olan münasebeti ve benzeri etkenler de pastanın dağılımını belirler. Ayrıca Facebook gibi Google da kişisel verilerimizi toplar ve depolar. Bu veriler alışveriş alışkanlıklarımızı belirleme, bizi harcamaya yöneltecek biçimde göstergeler inşa etme gibi amaçlarla kullanılır. Maksat harcamayı, tüketimin devamlılığını sağlamaktır; zaten halihazırda internetin bütünü bu gayeye hizmet edecek biçimde tasarlanmıştır.
Bununla birlikte son yıllarda veri kullanımı mevzularında yaşanan ve mahkemeye kadar ulaşan sorunlar olayın gidişatını değiştirmeye başladı. Facebook’un kişisel verilerin kullanımı konusundaki şaibeli tutumu Amerika’da ulusal mahkemelerce dava konusu oldu. Elbette Facebook gibi uluslararası şirketlerin yargılanması hususu normale nazaran daha karmaşık ama kişilerin bireysel hakları konusu şirketin sorumluluğunda olduğundan olay ister istemez büyüdü. Haliyle Google da dahil olmak üzere şirketler benzeri şüphelere muhatap oldu, sorgulandı: Acaba yeterince gizli miyiz? Güvenilirlik mümkün mü? Dolayısıyla şirketlerin sürecin devamında alacağı kararları da değiştiren zaten kullanıcı ile aralarındaki değişen iletişim oldu.
Facebook, WhatsApp ile Instagram’ı satın alırken veri alışverişindeki gücünü ve otoritesini arttırma amacını taşıyordu. Zira, 21. yüzyıl data yani verinin işlenişi üzerinden şekillenecek ve nasıl ki Merkantalist toplum sisteminde altın önemli sayılıyorsa, yeni toplumda da veriye sahip olma hususu kişi ya da toplulukları ihya edecek. Bunu tıpkı Baharat Yolu gibi işlek noktaları sahiplenme, mülk edinme ya da amiyane tabirle fethetme isteğine benzetebiliriz. Şirketlerin veri kanallarını elinde tutma isteği de aynı sebepten. Google da YouTube ve diğer bütün hizmetleriyle yine aynı şeyi yapıyor. Kişiseleştirilmiş veri denen hazneyi doldurmak ve doğrudan kullanıcıya ulaşmak. Kişisel verilerimiz bizlerin her adımını izleyen sistemlerce hayatlarımızın tüketim toplumunun parçaları haline gelişinin müjdesi. Bunlar alınacak, bizlere arzularımızı tatmin edeceğimiz simulakrlar sunulacak ve simülasyonun devamı sağlanacak.
Ancak buraya kadar söylediklerimiz zaten yaşanan şeyler. Bir de işin Netflix’in etkisiyle gideceği noktaya değinmek lazım. Google’ın reklam gelirleri malum reklam engelleyici eklentiler sebebiyle epey düşmüş durumda. Veri kullanımı desen iyice yılan hikayesine döndü. Yerel mahkemeler, yasal düzenlemeler, bürokratik işleyiş vs. Daha geçenlerde Elon Musk’ın isyan ettiği ve özgür zihinlerin önünü kestiğini söylediği bürokratik adımların ağırlığı da bu saydıklarımıza dahil. Kafkaesk romanları andıran evrak işleri, etik kaygılar, üretim-tüketim ilişkilerindeki bilinçli ya da bilinçsiz sapmalar ve elbette internetin hayatımızdaki değişen yeri. Artık internet ve sosyal medya olmadan yaşamamız olanaksız, bir Black Mirror bölümünü yaşıyor ve sanal kimliklerimize aidiyet besleyerek onlar aracılığıyla hayatlar inşa ediyoruz. En güzeli, en zekisi, en başarılısı biziz; personalarımız bize bunu sağlıyor ve onlar olmazsa bir hiçiz! Bu tablo da muhtemelen şirketlerin gelecekte radikal kararlar almasına sebep olacaktır.
Netflix’in üyelik paketleri malum. Bilhassa pandemi ortamı sinema salonlarının kapanmasına yol açarak online film izleme mecralarına olan talebi arttırdı. Öyle ki Amazon, Prime’ı; Disney, Disney Plus’ı kurdu. HBO ve diğer şirketler de giderek pastadaki payı kapma yarışında Netflix’e rakip olacak noktaya geliyor. Türkiye’de Blu Tv, Gain ve Exxen gibi platformlar da aynı yöntemi kullanıyor. Reklamın zaten yavaş yavaş ekonomik katkısını azalttığını, sanal alemin de tüketim kültürünün değişmez parçası olarak önem kazandığını düşünürsek, Google’ın da aynı yöntemi benimsemesi kuvvetle muhtemel. Hakeza Google’ın Alphabet adı altında birleşmesi buna hazırlığın işareti olabilir. Alphabet, Facebook gibi devasa yapıların ve kendilerine bağlı şirketlerin veri kullanımı, reklam alımı konularındaki politikalarını değiştirmesi, doğrudan müşteriden ödeme alarak ve kişiselleştirilmiş verilerle hizmet sunarak varlığına devam etmesi olası. Hem bu yolla verilerin kullanımı hüviyet değiştirecek hem de gelir sistemi şirketlerin çıkarına uygun hale gelecek.
Hassaten burada da kalmayacağı kesin. Çin’in vatandaşlarına karşı takındığı sert otoriter tavır ve kocaman bir laboratuvar halini alması; Londra şehrinin adeta biri bizi gözetliyor evine dönmesi; Amerika kökenli olmak üzere özel şirketlerin giderek artan finansal yaptırım gücü ve elbette sosyopolitik iklimin değişiminin seyri. Bütün bu parametreler erkin alışıldık dağılımın değişeceği yönünde intiba bırakmakta. Elon Musk ve Jeff Bezos gibi isimlerin, Disney ve Amazon gibi şirketlerin doğrudan olmasa da dolaylı olarak politik aktörler haline gelme olasılıkları yalnızca borsa üzerinden yarattıkları manipülatif kamuoyu etkisinden bile rahatlıkla söylenebilir.
Bakalım, görünen köy şimdilik böyle ama süreç neler getirecek bilinmez. Devasa şirketlerin her şeyi kontrol edeceği, mülkün ortadan kalkarak teknokrat bir rejimin emrinde tahsis edileceği ve hepimizin ruhsuz birer nesne olarak yaşayacağımız kaotik bir gelecek mi söz konusu? Hep birlikte göreceğiz.