UNESCO verilerine göre, 2025’te dünya nüfusunun yarısı su sıkıntısı çekerken, 2 milyon kadar insan da su kıtlığını deneyimleyecek. Madem böyle bir durum söz konusu, öyleyse Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinden altıncısını nasıl gerçekleştirebileceğiz? Başka bir deyişle, nasıl herkes insan kullanımına müsait suya eşit erişim hakkına sahip olacak? Şöyle ki, hakka sahip olmak başka, su kaynağına sahip olmak bambaşka şeyler. Cevabı hemen baştan verelim, sonra detaylı açıklayalım.
İki öngörünün tutarlı olması için, öncelikle su kaynaklarını geri kazanan ve yeniden kullanan teknolojilerin ilerlemiş ve kullanılır durumda olması lazım. Bu ilk hedefi gerçekleştirir. Sıfır Atık Hareketini de destekler. İkinci öngörü yani UNESCO’nun öngörüsü de gerçekleşirse, gelecekte bu teknolojilere sahip toplumlar, milletler, şirketler kullanılabilir suyu, su sıkıntısının veya kıtlığın olduğu bölgelere taşıyor demektir. Böylece su kıtlığının olduğu bölgelerdeki kişiler de suya erişim hakkından faydalanmış olur. Bu aslında öyle basit, iç açıcı bir çözüm değil. Bununla birlikte pek de parlak bir geleceği muştulamıyor. En azından gelecek, su konusunda herkes için parlak görünmüyor. Bugün bile yaşadığı bölgede kullanılabilir su bulunmayan veya su sıkıntısı çeken toplumlar var. Durum böyleyken, mevcut kaynakları kirleterek tüketmek geleceği daha da riske atan bir insan davranışı.
Aslında dünya ekosisteminde hidrolojik döngüde su miktarı ne artar ne de azalır. Kütle hep korunur. Ancak bu sirkülasyon içerisinde su, konum ve form değiştirir. Kısacası teoride mevcut su miktarı hep aynıdır… Bu durumda su kıtlığı nasıl gerçekleşebilir? Şöyle ki, bu döngü bozulursa (ki bugün insan sahiden de döngüyü bozan bir faktör oldu), su döngüsünde bir yerde su fazlayken başka bir yerde azdır. Kullanılabilir ve kullanılamaz suyun miktarında değişme olur. Bazı yerleri sel basarken bazı yerlerde de kuraklık yaşanır. İşte bunlar su krizinin, alarm vermeye başlamış su savaşlarının habercisidir. Ama nasıl olur da insan su döngüsüne müdahale edebilir? Nasıl bu döngüyü bozmaya gücü yeter?
İnsanların kurduğu fabrikalardan çıkan kirli sular, kaynak sularını, gölleri, nehirleri kullanılmaz duruma getirene kadar kirletir. İnsan ikide bir yollara asfalt dökerse, zamanla yer yüzeyinde belli bölgelerde sızdırmazlık oluşmasına neden olur. Burada su döngüsünü can evinden vurur insan. Yağmur olarak yüzeye ulaşıp, akiferleri besleyecek suya engel olur. Akiferler su döngüsünün çok önemli bir parçasıdır. İçmek için kullanılabilecek suların özelliştirilmesi dahi su döngüsüne zarar verebilir. Bu, suyun bulunduğu bölgedeki insanların suya erişimine bloke koymak olur. Döngünün bir parçasının kaderini tekelin ellerine bırakmak olur.
Durum böyleyken su sektörü Sıfır Atık Hareketiyle şaha kalksa bile herkese parlak bir gelecek sunmuyor. Dahası, su krizi beraberinde gıda krizini de getirecek ve yine bu durumun bölgesel etkileri olacak. İnsan yaşamanı sürdürmek için mevcut teknoloji ve mevcut DNA’sıyla üç şeye kesinlikle muhtaç: hava, su ve gıda. Tarımsal su tüketimi, dünyadaki su tüketimin %70’ini oluşturuyor (Gıda ve Tarım Örgütü verisi). Bir insanın gıda ihtiyacını karşılamak için ise gıda üretiminde ortalama 2500 litre su harcanıyor. İşte hiç tükenmeyecekmiş gibi tüketildiği için su krizleri geliyor.
Bunun farkına varan pek çok sektör ve kuruluş var. Çözüm üretmek de mümkün, insan Ay’a çıktı, uzay mekikleri yaptı, uçaklar, trenler üretti. Su sorununu da çözer, ancak kriz eşitliği sağlamak için düşülen telaşe. Bugün bile suyun dağılımındaki çarpıcı eşitsizlik sayısal verilerle ispatlanabilir. Kişi başına günlük ortalama kentsel su tüketim standardı 150 lt olarak kabul edilmektedir. Dünya genelinde bölgelere göre kişi başına su tüketim miktarları; sanayileşmiş ülkelerde ortalama 266 lt iken Afrika’da 67, Asya’da 143, Arap ülkelerinde 158, Latin Amerika’da 184 lt olarak gerçekleşmektedir.
Afrika su tüketimindeki çarpıcı fark elbetteki suya erişimdeki eşitsizlikten kaynaklanmaktadır. Bunun yanı sıra su sıkıntısı ile su kıtlığı kavramları bambaşka şeylerdir. Bunları karıştırmak da teknolojinin ilerlemesiyle su sorunun ortadan kalkacağı inancına neden olabiliyor veya Sıfır Atık Hareketi ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri konusunda yanlış anlaşılmalara neden oluyor. Su kıtlığı belli bir bölgede suyun fiziksel, hacimsel yokluğunu belirtir. Belli bölgelerde su sahiden yoktur, azdır, yetmemektedir, sınırlıdır. Böyle yerlerde su zaten mevcut değilken, hangi suyu geri çevirip kullanmak mümkün olacaktır?
Su sıkıntısına gelince, bambaşka bir kavram bu. Bu, insan ihtiyaçları için gerekli olan suya erişimdeki sıkıntı. Örneğin çöl coğrafyasındaki bölgelerde yer altı suları, göller, nehirler, denizler neredeyse yok. Buralarda su kıtlığı var, hacimsel, fiziksel su yok. Bununla birlikte kısıtlı su kaynağına sahip bölgeler var. Ancak nüfus artışıyla talebin artması ve suların arıtımındaki verimsizlikler nedeniyle kullanılamayan kaynaklara sahipler. Hâl böyleyken bu bölgelerde suya erişim ve suyu kullanım sıkıntısı doğuyor.
Hepsi bir yana, kısıtlı miktarda su olsa bile dünyanın başka yerlerinde hiç bitmeyecekmiş gibi tüketilen su, bu bölgelerin erişim hakkından pay çalmaz mı? Şayet oradaki sorunlara farklı çözümler bulmak gerekiyor. Belki su taşımak, belki yapay bir su kaynağı kullanmak, belki merkezsiz su üretme sistemlerini götürmek gibi… Dolayısıyla su konusunda geleceğe dair öngörüler tutarlı. Teknoloji su kaynağı ihtiyacına bir çözüm. Teknoloji taşınabilirse… Merkezsiz olursa… Ancak su krizi de kaçınılmaz görünüyor.
Zaten teknoloji hiçbir zaman tam anlamıyla toz pembe bir dünyayı ayaklarımıza sermedi ki…
Hazırlayan: Ayşegül Yalvaç