Yakın zamanda çıkan Sapiens, Homo Deus ve 21. Yüzyıl İçin 21 Ders adlı kitapları bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de geniş bir okuyucu kitlesine ulaşan İsrailli tarihçi Prof. Yuval Noah Harari’nin, geçtiğimiz günlerde Guardian gazetesinde yayımlanan ve LGBT haklarına karşı yakın gelecekte teknoloji yoluyla gerçekleşebilecek tehditleri sıraladığı yazısı oldukça ses getirdi. Kendisi de açık kimlikli bir gay olan ve 17 yıl önce tanıştığı şimdiki kocasıyla beraber yaşayan Harari, tarihte Yahudi soykırımına giden süreçte yaşananları ve günümüzde çeşitli otoriter ülkelerde gözetim teknolojilerinden yararlanılarak uygulanan mevcut politikaları hatırlatarak dünya genelindeki LGBT bireyleri teyakkuzda olmaları ve örgütlenmeleri için uyarıyor. Bu yazıda, Harari’nin Guardian’daki bu çarpıcı makalesinde değindiği hususların ve verdiği örneklerin bir özetini sunacağız. Harari’nin uyarısı bu yazı özelinde esas olarak LGBT topluluğu bireylerine yönelik olsa da, yüksek teknolojinin gerici rejimler elinde kolaylıkla totaliter bir atmosfere dönüşme potansiyeli, aslında bütün toplum kesimlerini ilgilendiriyor.
Harari öncelikle bizleri 50 yıl öncesine, 1969 yılına götürüyor. New York polisinin Stonewall adlı gay barı basmasıyla çıkan ayaklanmalar, LGBT tarihi açısından bir dönüm noktasıydı. O yıllarda, homoseksüellik Batı ülkeleri de dahil olmak üzere pek çok yerde kanuni olarak suçtu ve suç olarak kabul edilmediği ülkelerde bile açık kimlikli bir LGBT yaşam sürmek sosyal intihar anlamına geliyordu. Bugüne gelindiğinde ise, örneğin Sırbistan başbakanı lezbiyen olduğunu saklamadan politika yapıyor ve İrlanda başbakanı da aynı şekilde açık kimlikli bir gay. Dünyanın sayılı şirketlerinden Apple’ın CEO’su da dahil olmak üzere bugün LGBT olduğunu saklamadan yaşayan pek çok iş insanı, siyasetçi, sanatçı ve bilim insanı mevcut. Günümüz ABD’sinde ortalama bir Cumhuriyetçinin, 1969’daki bir Demokrata göre LGBT meselelerine yaklaşımı çok daha özgürlükçü. 50 yıl içinde tartışma konusu “Devlet LGBT bireyleri hapse atmalı mı?”dan “Devlet eşcinsel evlilikleri tanımalı mı?”ya evrildi. Bugün Cumhuriyetçilerin bile yaklaşık yarısı eşcinsel evlilikleri desteklemekte.
Ancak Harari bu noktada, tarihin nadiren düz bir çizgi üzerinde ilerlediğini hatırlatarak LGBT özgürleşmesinin eninde sonunda bütün dünyaya yayılacağının garantisi olmadığını söylüyor. Yukarıda sıralanan ilerlemelere rağmen bugün halen 70’e yakın ülkede eşcinsellik suç. Suudi Arabistan, İran, Brunei gibi ülkelerde gay insanlar ölüm cezasına çarptırılıyor. Polonya ve Macaristan’da rejim LGBT bireyleri dış güçlerin ajanı olarak damgalayarak bu kişilerin sadece ulusal değerlere değil, Batı uygarlığının değerlerine de aykırı bir yaşam sürdürdüklerini ilan ediyor. Benzeri bir durum Rusya için de geçerli. Devlet eliyle halka sürekli, uluslararası bir gay komplosunun ülkeyi yok etmek istediği propagandası dayatılıyor. Brezilya ve Uganda’da da LGBT kişiler hedef göstermelerin ve cadı avlarının hedefi durumunda. Bu noktada Harari, Guardian gazetesinde geçtiğimiz haftalarda yayımlanan bir ankete de değinerek, İngiltere’nin göreli olarak LGBT’lerin özgür yaşadığı bir ülke olmasına rağmen yapılan anketlere göre son beş yılda nefret suçlarının ikiye katlandığını ekliyor. Bu yüzden, LGBT haklarının kanuni düzlemde tanındığı liberal ülkelerde de geleceğe dair alarm sinyalleri çalıyor denilebilir.
Bu noktada tarihe yeniden başvuran Harari, hiç kimsenin durumun terse dönmeyeceğinden emin olmaması gerektiğine dair Yahudi soykırımına giden süreçte yaşanılanları anımsatıyor. Avrupa’da iki dünya savaşı arasındaki dönemde Yahudiler arasından da bakanlar, üst düzey siyasetçiler çıkmaktaydı ve görece bir özgürlük ortamı vardı. Tıpkı bugün bazı Avrupa ülkelerinde gay insanların orduya katıldığı gibi, o dönemde de Yahudiler orduda asker olabiliyordu. Hatta 1. Dünya Savaşında yaklaşık 100.000 Yahudinin Alman ordusunda görev aldığı bilinmekte. İtalya’da faşist rejim başlarda antisemitizm vurgusu yapmadığı için, pek çok Yahudi Mussolini’nin partisine katılmakta bir beis görmemişti. Hatta Mussolini’nin kendisinin de o dönemde Yahudi bir sevgilisi olduğu ve ekonomi bakanının da bir Yahudi olduğu unutulmamalı. Günümüzde bazı LGBT bireylerin artık haklarının güvence altında olduğunu düşünerek Avrupa ülkelerindeki aşırı sağ partileri desteklemelerine ne kadar da çok benziyor. Fakat II. Dünya Savaşı esnasında bu hikayenin nasıl kanlı bir şekilde sonlandığı herkesin malumu.
Harari, otoriter rejimlerin neden LGBT kişileri topluma hedef olarak gösterdiği sorusunu ise şöyle yanıtlıyor: “Muhafazakar otoriteryan rejimler, kimlikler arasındaki sınırların keskin sınırlarla ayrıldığı hayali bir altın çağa özlem duyar. Erkeklerin erkek, kadınların kadın, yabancı herkesin düşman olduğu bu eski güzel günlerde hiç kimse gerçekliğin aslında karmaşık yüzleriyle hesaplaşmak zorunda değildir. Fakat LGBT kişiler sınırları flulaştırmakta, kimlikleri karıştırmakta ve insanları düşünmeye ve kişisel seçimlerine sahip çıkmaya davet etmektedir. Otokratların onlardan neden nefret ettikleri çok açık değil mi?” Ayrıca, LGBT bireyler fazla güç sahibi olmadıkları için ve hali hazırda toplumda onlara karşı bir ön yargı ve ayrımcılık hakim olduğundan, onları hedef göstermek ve infaz etmenin maliyetinin de düşük olduğunu ekliyor.
Tarih boyunca otokratlar genellikle zayıf bir azınlık seçmiş, o azınlık mensuplarını olduklarından daha güçlü ve tehlikeli göstermiş ve sonunda onları bu aslında var olmayan tehdide karşı koruyacaklarına dair topluma söz vererek iktidarlarını sağlamlaştırmışlardır. Örneğin Rusya gibi pek çok ciddi sorunla boğuşan bir ülkeyi düşünün: durağanlaşan bir ekonomi, ülke çapında salgın boyutundaki yolsuzluklar ve kamu hizmetlerinde çürüme ve yozlaşma. Fakat bu gerçek sorunlarla mücadele etmek, Rusya’daki en güçlü adamlarla hesaplaşmanızı gerektirir. O yüzden bu baş ağrılarını unutup yerine masum Rusları küresel gay komplosundan korumaya çalışmak daha hesaplı değil mi? Rusya’nın artık çalışmayan sağlık sistemini iyileştirmek mi yoksa Rusya’yı var olmayan bir küresel gay komplosundan korumak mı daha çok Ruble harcamayı gerektirir?
Peki dünya genelindeki bu LGBT karşıtı eğilimler güçlenirse insanlar Stonewall öncesinde olduğu gibi tekrar kimliklerini saklamaya mı dönecekler? Harari’ye göre bundan çok daha beteriyle karşılaşabiliriz. İnsanlar ayrımcılıktan ve infazdan kaçmak için kimliklerini saklamaya çabalasalar bile, yeni teknolojiler günden güne bunu da imkansız kılma yönünde ilerliyor. Biyoteknoloji ile bilişim teknolojilerinin bileşimi sayesinde yeni gözetim araçları yakın zamanda her an herkesi kontrol altında tutabilecek potansiyele sahip. Tarihte ilk kez, vatandaşlarını günde 24 saat boyunca gözetlemek isteyen herhangi bir rejim artık sadece onların ne yaptıklarını değil, nasıl hissettiklerini de öğrenebilecek güce sahip. Gelecekteki homofobik bir rejim, ülkedeki bütün gay erkekleri toplama kampına almak istediğinde (tıpkı Rusya eyaleti Çeçenistan’da olduğu gibi), tek yapması gereken Grindr gibi gay buluşma uygulamalarının veritabanlarını kırmak. Halihazırda Mısır polisi, Grindr uygulaması üzerinde sahte profiller yaratarak gay erkekleri takip edip tutukluyor. Başka bir opsiyon ise, kişinin bütün çevrim içi tarihini bir algoritma ile incelemek: izlediği YouTube klipleri, tıkladığı haber başlıkları, Facebook’a yüklediği fotoğraflar vb.
Ağustos 2018’de evanjelik Hristiyan grupların Facebook’un reklam algoritmalarını kullanarak doğrudan LGBT eğilimli olduklarını düşündüğü gençlere tedavi terapileri önerdiği açığa çıkmıştı. Bu reklamlara maruz kalmak için kişinin kendisini açıkça LGBT olarak etiketlemesine de gerek yok, LGBT temalı bir fotoğrafı veya hikayeyi beğenmesi de hedef olması için yeterli. İsrail güvenlik güçlerinin de uzun zamandır buna benzer yöntemleri Filistinli gayleri tespit etmek için kullandığı bilinmekte. Fakat onların amacı bu kişileri “düzeltmek” değil, Filistin’e karşı İsrail ajanı olmaları için onlara şantaj yapmak. Filistin toplumunda homofobi oldukça yaygın olduğundan, hatta Gazze’de halen ağır şekilde cezalandırıldığından, kimliklerini açık şekilde yaşamayan Filistinli gayleri ajana dönüştürmek çok kolay olmakta. Kısır bir döngü halinde, bu sefer Hamas da ajan olabileceklerinden ötürü güvenlik riski teşkil eden Filistinli gayleri yakalamak için çabalarını katlamakta. 2016 yılında Çin firması Kunlun, gay buluşma uygulaması Grindr’ı satın almıştı, fakat Mart 2019’da Amerikan hükümetinin yabancı yatırımlarla ilgili komitesi, Kunlun’un bu satın alma işleminin “ulusal güvenlik tehdidi” oluşturduğunu söyleyerek 2020’ye dek Kunlun’u Grindr’ı satmaya zorluyor. Çinli bir firmanın bir gay buluşma uygulamasına sahip olmasının nasıl bir ulusal güvenlik tehdidine yol açabileceğini merak edenler, sanırım bu soruyu yukarıdaki İsrail örneğinden sonra kendileri yanıtlayabilirler.
14 Temmuz 2017’de, başbakan Dmitry Medvedev ile beraber pek çok Rus kabine üyesi, Stanford Üniversitesi’nden bir profesörün sunumunu dinlemek için toplanmıştı. Profesörün araştırma konuları, insanların internetteki çevrim içi hareketlerinden yola çıkarak kişilik analizleri yapan yazılımlar, hatta sırf yüz fotoğraflarına göre bir erkeğin eşcinsel veya heteroseksüel olup olmadığını belirleyen algoritmalar geliştirmek ki sunumda bu algoritmaların %91’e varan doğruluk payıyla çalıştığı ifade edilmiş. Stanford’daki profesör bu araştırmaları belki şirketler gay insanlara yönelik daha uygun reklamları onlara göstersinler diye yapıyor olsa da, Rus üst düzey yöneticilerinin o salonda işin bu yönüyle ilgilenmedikleri kolaylıkla tahmin edilebilir.
Harari, yakın geleceğe dair uyarılarında bir anlamda bilimkurgu sınırlarına girerek daha da ileriye gidiyor. Hiç Grindr hesabınız olmasa da, internette hiç gay pornosu izlememiş olsanız da ve LGBT içerikli şeylere hiç tıklamamış olsanız da çok yakında sadece etrafta serbestçe gözlerinizi gezdirmeniz bile özgürlüğünüzü yitirmekle sonuçlanabilir. Shoshana Zuboff’un “Gözetim Kapitalizmi Çağı” (The Age of Surveillance Capitalism) adlı kitabında, günümüzde büyük şirketlerin müşterilerinin neleri sevdiğini bilmek adına nasıl karmaşık araçlar geliştirmekte oldukları yazılı. Örneğin, televizyonda (veya internette) bir şey izlerken yapımcılar sizin hangi karakterlerin veya hangi sahnenin dikkatinizi en çok çektiğini bilmek istemekte, ki böylelikle diğer bölümleri de sıkılmadan bağımlılık derecesinde izlemeye devam etmenizi sağlasınlar. Bu konuda izleyicilere anket yapmak, pek güvenilir olmayan bir yöntem olduğu için doğrudan göz hareketleri ve kalp atış hızı gibi istemsiz biyometrik sinyalleri takip etmeyi hedefliyorlar. Bu sayede, mesela izleyicilerin %63’ü ufak bir role sahip karakteri çok beğenmişse, dizinin ilerleyen bölümlerinde o karakterin rolünü geliştirmek iyi bir fikir olabilir. Harari’ye göre, aynı teknoloji gelecekteki “cinsiyet polisleri” tarafından da kullanılabilir. Biyometrik sinyallere göre, ekranda gördüğünüz bir öpüşme sahnesinden etkilenme düzeyinize göre, ya da ekranda hangi karaktere gözlerinizin daha çok kaydığı ölçülerek bir sabah kapınızda cinsiyet polislerini sizi gözaltına almaya gelmiş bulabilirsiniz.
Bütün bu distopoik kabus senaryoları karşısında dehşete düşüp televizyonu kapatmak, internette artık hiç sörf yapmamak, akıllı telefonunuzu tuvalete atmak gibi çözümler aklınıza geldiyse hiç boşuna uğraşmayın diyor Harari. Çünkü neredeyse her sokak başında, kafelerde ve okullarda konumlanan kameralardan nasıl kaçacaksınız? 2013 yılında İranlı yetkililer bütün kafe sahiplerine müesseselerine kamera taktırma ve talep edildiğinde bu kamera görüntülerini verme zorunluluğunu getirdi. Mart 2019’da, Çin’deki Guangdong Guangya lisesi öğrencilerin kalp atış hızı ve derslerde ellerini kaç kez kaldırdıkları gibi fiziksel aktivitelerini gözlemlemek için 3500 adet biyometrik bileklik satın aldığını açıkladı. Gelecekte, okullarda belki de sadece matematik derslerinde kimin uyuya kaldığı bilgisi değil, kimin matematik öğretmenine aşık olduğu bilgisi de ölçülebilecek.
Yukarıdaki bu düşünce deneylerini birkaç milyonla çarptığınızda, karşınıza Çin’in Sincan Uygur özerk bölgesi çıkıyor diyor Harari. Burası dünyanın en büyük gözetim laboratuvarı. Çinli yetkililer, “İslami aşırılıkla” mücadele bahanesine sığınarak milyonlarca yerel Müslümanı sürekli gözetim altında tutuyor, insanlar DNA örnekleri, parmak izi, ses kayıtları ve yüz taramaları vermeleri yönünde zorlanıyor. Bu işaretler daha sonra ülke çapına yayılmış CCTV kameraları ağındaki yüz tanıma algılayıcıları ve yapay zeka algoritmalarıyla beraber takip ediliyor. Algılayıcılar her yere koyulmuş durumda, süpermarketler, pazarlar ve camiler dahil. Eğer algoritma şüpheli bir davranış sezerse, örneğin dini içerikte bir konuşma, geleneksel bir İslami kıyafetin giyilmesi veya bir caminin sıklıkla ziyaret edilmesi gibi, kuralları “ihlal eden” kişi polis tarafından uyarılıyor. Bu da işe yaramazsa “yeniden eğitim” kampına gönderiliyor. Şimdiye dek yüzbinlerce insanın böyle kamplara götürüldüğü söylenmekte.
Harari’ye göre, günümüzde Çin’deki bu gözetim rejiminin Sincan Uygur özerk bölgesindeki Müslüman azınlığı hedef aldığını düşünerek hiç kimse kendisini rahatlatmamalı. Çünkü, ileride rejimin kırmızı çizgilerini aşan bütün gruplar için benzeri bir sistem tesis edilebilir. Bugün çeşitli ülkelerin yönetici aktörlerinin, Sincan Uygur özerk bölgesine gözetim yöntemlerini öğrenmek ve teknolojiyi satın almak için gittikleri bilinmekte. Mesela, ileride Çin’in sosyal kredi sistemi kendisiyle aynı cinsiyete sahip biriyle aşk ilişkisi yaşayan birinin bu davranışını anti-sosyal ilan edip puanını düşürürse, bu kişi prestijli okullara girmekten, ev kredisi ve hatta uçak bileti almaktan men edilirse ne olacak? (Çin’deki sosyal kredi sistemi üzerine bir inceleme yazısına sitemizden ulaşabilirsiniz) Harari’nin söylediklerinin bir özeti olarak, kısacası, devrimci teknolojilerin muhafazakar ideolojilerle birleşimi tarih boyunca görülmemiş ölçekte totaliter rejimlerin ortaya çıkmasına yol açabilir. Harari 20. Yüzyıla referans veriyor. Geçen yüzyılda da insanlar başka teknolojileri farklı politik rejimleri inşa etmek için kullandılar. Kimi ülkeler radyo, elektrik ve trenlerden totaliter diktatörlükler yaratmak için faydalandılar, kimi ülkeler ise liberal demokrasileri geliştirmek için. Aynı şekilde 21. Yüzyılda da biyoteknoloji ve bilişim teknolojilerini, politik ideallerimize göre cenneti de cehennemi de yaratmak için kullanmak mümkün.
Harari yazısında, bütün bunları insanları teknolojiden tamamen soğutmak ve her şeyin fişini çekmeye sevk etmek için anlatmadığını ifade ediyor (ki yazıda olduğu gibi, siz teknolojiden vazgeçseniz de o her yerde, sokaklarda, dükkanlarda vb. sizi takip etmeye devam edecek). Kendisi de şimdiki eşiyle, bundan 17 yıl önce o zamanki bir gay buluşma internet sitesinde tanışmış. Bugün dünyanın pek çok yerinde, bir cinsel partner bulmak veya sosyalleşmek için LGBT kişilerin neredeyse tek alternatifinin internetteki sanal ortamlar olduğunu bildiğini söylüyor. Sadece yeni teknolojilerle beraber risklerin de büyüdüğüne dikkat çekmek istediğini belirtiyor. Çözüm olarak ise dayanışmayı ve örgütlenmeyi gösteriyor. Nasıl ki 1969’da Stonewall’da insanlar bir araya geldiğinde ve haksızlıklara karşı koyduklarında korktukları distopyalar bir bir dağılıp yerini günümüzdeki görece özgür ortama bıraktıysa, aynısını gelecekte tekrar etrafı karanlık bulutların kaplamaması için de yapmak zorundasınız anlamında, birlikten kuvvet doğacağını anımsatarak, bütün dünyadaki LGBT kişileri, kendi meşreplerine uygun buldukları çeşitli organizasyonlara katılmaya davet ediyor: “Sadece evde oturup şikayet etmeyin. Harekete geçme vakti!”