Kurguyu Çoklu Evrene Işınlarken

Bir edebi eser kurgu, olaylar, kişiler, mekânlar yani her şeyi yazı üzerinde meydana getirse de bu eylemin düşünce biçimleri ve yeni dünyalar yaratma üzerinde etkisi büyüktür. Sayfadaki işaretler bazen deneysel çalışmaların önünü açar, bunun sonucu olarak yazarlar tarafından edebiyatın farklı katmanlarında dili zorlayıcı denemeler gerçekleştirilebilir. James Joyce‘un Finnegans Wake isimli eseri şu an bu yönde aklıma gelen en bariz örnektir. Edebiyatın bilindik şeyleri tekrarlamaktan farklı iş yapan türlerinin başında bilimkurgu gelir (Bilimkurgu sinemada da önemli bir yer tutmasına rağmen, daha yakın olduğum için ona -genelde yaptığım gibi- edebi çizgiden yaklaşıyorum). Çünkü kuramsal bağlamda ortaya atılan bir teorinin sınanma durumunun kısıtlılığı, bilim alanında spekülasyonlara yol açar ve bilimkurgu bu sularda yüzmekten büyük haz duyar.

Bilimkurgu kurgu ve gerçek arasında kesin değil muğlak bir sınır olduğunu, geçmişten bugüne bize defalarca ispat etmiştir. Dolayısıyla edebi anlamlar oluşturma noktasında bilimkurgu dili eğip bükmese de uzay-zaman ekseninde bunu yapmaktan çekinmez. Kendi zorlayıcı denemelerini fizik yasaları, gerçeklik algısı ve teknoloji üzerinde uygulamaktan zevk alır. Bize duymaya alışık olmadığımız şeyler söyler.

Bir Evren Tasarlamak

Bir yazar için uzun uzadıya bakıştığı boş bir sayfa her zaman moral bozucudur. Yazın dünyasında yazarlar tarafından bir kitabı nasıl yazdığı, fikrin nereden geldiği gibi konularda pek çok açıklama görmek mümkündür. Bazen fikrin beyinlerinde aniden patladığını ifade ederler, tıpkı Big Bang gibi. Aklımızda bir fikir olsa da başlangıçta o boş sayfa içimiz kıpır kıpırken bile bir süre duraksamamıza neden olur, işte bu anlarda bir dünya tasarlamayı gerçekten isteyip istemediğimizi muhtemelen kendimize sorarız. Uzun uzadıya bakışmaların bizim “Big Bang”imizin öncesini temsil ettiğini düşünelim. Hevesle karışık sıkıntıyla kalem oynatmaya başladığımızda ise ilk harfimizin Big Bang gibi ortaya çıkıp aynı etkiyi gösterdiğini varsayalım. Eğer eserimizin ilk harfi S ise ve harfi sağ üstten oluşturmaya başlıyorsak, kâğıda dokundurduğumuz ilk noktamızı Big Bang öncesindeki o bilinmeyen tekillik şeklinde ifade edebiliriz. Bu tekilliğin insanın aklının almayacağı bir enerjiyle dolu olduğunu unutmayalım. Eserimize başlarken biz de benzer müthiş bir enerjiyle doluyuz şüphesiz.

Fizik dünyasında kabul görmüş Big Bang’e göre, evrenin oluşumundaki ilk anlar müthiş bir enerji ve ışık hızından bile hızlı genişlemeyi beraberinde getirdi. Eserimizi yazmaya koyulduğumuz ilk anlarda emin olun ki biz de benzer bir hız ve genişlemeyle sayfaları tükettiğimizi göreceğiz. Evrenimizi oluştururken Big Bang’e karşılık gelen ilk harfimiz sonrasında hiçbir anlamı olmayan boş sayfaların anlam kazandığını ve yavaş yavaş geliştiğini fark edeceğiz. Kelimeler, sayfalar, bölümler, ciltler tıpkı gezegenler, yıldız sistemleri ve galaksiler gibi görünecektir. Bunların toplamı yani kitabımızın tamamı ise bizim evrenimiz. Hatta eserimizde her soruya cevap bulmak zorunda da değiliz, çoğu zaman kafa karıştırıcı olan daha makbuldür. Edebi anlamda sınırsız sayıda evren yaratabileceğimizi biliyoruz. Böylelikle bu cevapsız sorular bakımından da evrenle bir benzerlik kurmuş oluyoruz. Bu yaptığım bir analoji tabii ve kozmik evrene perspektif kazandırmak adına iş görebilir. Tek mesele, eğer bilimkurgu yazıyorsak, olası evrenlerimizin sınırları ve temel yasalarının nasıl olması gerektiği sorusudur. Şimdi kozmolojik modele yani gerçeğe dönelim ve biraz kafamızı karıştıralım.

Birçok Evren mi, Tek Bir Evren mi?

Eğer yaşadığımız evren mevcut birçok evrenden sadece biriyse bunun doğruluğunu nasıl ispatlayabiliriz? İkinci bir soru ise, o evrenlere nasıl ulaşabiliriz? Örneğin paralel evrenler bilimkurguda birçok kez işlenmiş bir temadır. Çünkü zamanda yolculuk için paralel evrenlere ihtiyacımız vardır. Çoklu evren kuramının kapsamında tıpkı paralel evrenler gibi işin içine birçok model giriyor. Evrenimizi anlamak, hatta sınırları daraltırsak kendi evimiz sayabileceğimiz Güneş Sistemimizin derinlerine nüfuz etmek adına yüzlerce yıldır mücadele halinde olduğumuzu düşünürsek diğerleri hakkında ne söyleyebiliriz? Beyinleri ve akıllarının bizden daha iyi çalıştığı su götürmez o büyük bilim insanlarının bile herhangi bir gözlem veya deney ortaya koyamadığı çoklu evren sahasında kuramsal yaklaşımlara -ve biz bilimkurgucular hayal gücüne- sığınırız. Öyle ki eğer bizimki dışında bir evren varsa bile bu muhtemel evrenler bizim kozmik ufkumuzun dışındadır, kozmik ufkumuzun dışındaki cisimleri ise gözlememiz mümkün değildir.

Kısaca, somut bir biçimde diğer evrenlerle bağlantı kurma şansımız yok. Peki şu an sahip olduğumuz bu gerçeklikler diğer olası evrenleri düşünmemize engel mi? Böyle bir eyleme girmek bilimin yolundan sapmak anlamına mı gelir? Bir kurama güven duymak ve hakkında düşünebilmek için onun tüm yönleriyle gözlemlenebilmesinin gerekmediğini sanırım Kuantum Mekaniği ve Genel Görelilik örneğini vererek destekleyebiliriz. Kuramın bilimsel niteliğini saptayan şey onun yüzde yüz doğru olmasından ziyade o günkü şartlara getirdiği açıklama ve yorumdur. Çünkü geçmişten bildiğimiz haliyle bilim insanları birbirlerinin devrimsel kuramlarındaki hataları bulup geliştirerek ilerlediler. Newton Kepler’i, Einstein ise Newton’u hatalı çıkardı ve tarihi baştan yazdılar. Ancak bu durum Karl Popper‘in dediği gibi öncekilerin bilimsel olmadığı anlamına gelmez. Bu zamana kadar yapılan tüm gözlemler ve veriler onun fikirlerini haklı çıkarsa da, Einstein meşhur görelilik kuramının kesinlik sunmadığını, sadece kesin doğruya bir yaklaşım, bu yönde ileriye doğru atılan adımlardan bir tanesi olduğunu ifade etmiştir.

Öyleyse gerçeklik algısını birçok kuramla çeşitlendirebiliriz. Dolayısıyla karşımızda ele alabileceğimiz, gerçekliği farklı katmanlara serpiştirilebileceğimiz birçok çoklu evren senaryosu mevcut. Bugüne kadar paralel evrenlerin gerçekten var olduğuna dair hiçbir deneysel kanıt ve gözlem bulunamasa da, söz gelimi bu imkâna sahip olduğunuzu bilseniz, senaryonuzu nasıl şekillendirirdiniz? Somut verimiz yok ama dayanaklarımız önceki paragraflarda hazır, işaretleri kullanıp fikir yürütebiliriz. İşte boş sayfa şu an size bakıyor. İlk nokta ve harften itibaren evrenimizi tasarlamaya koyulduk ancak bunu yaparken mesela bilimkurgu ve fantastik arasındaki o ince çizgiyi nasıl koruyacağız? Bu konuya daha sonra değineceğim. Biz şu an zaman döngülerini takip edip evrenimizi daha iyi tanımak adına birkaç gerçeğe göz atalım.

Bildiğimiz Fizik Yasaları Yeterli mi?

Evrenin nasıl oluştuğuna dair sorular birbirini etkiledi, kuramlardan yeni kuramlar doğdu, bu yeni kuramlar farklı kişilerce yorumlandı ve Büyük Patlama elde edildi. Büyük Patlama öncesiyle ilgili ise sadece tahminler yürütebiliyoruz, çoklu evren kuramı da bunlardan biri. Şu an farkında olduğumuz geçerli fizik yasaları gezegenimizin de içinde yer aldığı yani bildiğimiz evreni kapsıyor. Karanlık Enerji ve Karanlık Madde’nin yapısı bir muamma kalmaya devam etse de evrenimizin gözlemleyebildiğimiz, kendine özgü yapısal nitelikleri var. Bu nitelik ve nicelikler hakkındaki fikirlerimiz ise Galileo’dan beri, özellikle de son yüzyılda büyük oranda değişti.

Bizi sınırlayan, Dünya merkezli fikirlerin dışına çıkalım. Çoklu evren kuramına dayanarak, Big Bang ile sonsuz sayıda baloncuk evrenler oluştuğunu farz edelim. Biz Dünyalılar bu baloncukların sadece birinde yani bizimkinde ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorsak, bundan bilimsel kuramlarımızın sınırlı olduğu sonucunu çıkarabilir miyiz? Büyük Patlama sağlam bir dayanak bulmadan ve taraftar sayısını artırmadan önce evrenin sonsuz, sınırsız olduğu ve her yeri esir isimli bir maddenin doldurduğu düşünülüyordu, aksini iddia etmek cesaret isterdi. İkincisi yazarlar ve bilim insanları gezegenimize ve yıldız sistemlerine ve galaksilere yoğunlaşmışlardı. Aslında aynı durum hala devam ediyor, Güneş Sistemi’ndeki gezegenleri keşfetmek ve hatta birinde yaşamı başlatabilmek için NASA, ESA ve SpaceX tarafından ortaya koyulan çalışmalara aşinayız. Bu kuruluşların farklı gezegen görevleri için tasarladığı kimi uzay araçları bizi heyecanlandırıyor. Şu an Mars’ın sırlarını çözmek için kızıl gezegene doğru yolda olan InSight ve Merkür’e doğru yolculuğunu sürdüren BepiColombo örneğinde olduğu gibi. Şimdi tüm bunlarla birlikte bilim insanları farklı evrenlere de yoğunlaşmış durumdalar. Eklektik devam eden bilim ufkumuzu genişletti, bir evrenle neden yetinelim ki? Gerçeklik sahnesi genişledi.

Her Evrenin Higgs Alanı Kendine

Baloncuk evrenler modeli üzerinde yürümeye devam ederken Büyük Patlama ile oluşan evrenlerden birinin bizimki olduğunun artık bilincindeyiz. Her şeyi başlatan bu muazzam patlamayla birlikte, müthiş bir enerji ve ışık hızından bile yüksek bir hızla saçılan maddenin şimdiki özelliklerine nasıl ulaştığı sorusu önemlidir. Büyük Patlama ile parçacıklar, bununla birlikte proton ve elektronlar, sonrasında atomlar ve nihayetinde elementler oluştu. Yıldızlar, galaksiler ve gezegenler ise sahneye en son çıktı. Tüm bu süreç arasında yüz binlerce, milyonlarca ve milyarlarca yıl olduğunu biliyoruz.

Büyük Patlama sonrası cismin nasıl kütle kazandığı konusu günümüzde Higgs Alanı ile cevaplanmaya çalışılıyor. Higgs Bozonu, Tanrı Parçacığı gibi ifadeleri CERN’de (dünyanın en büyük parçacık hızlandırıcısı laboratuvarı) yapılan deneylerde hepimiz işittik. Burası evrenimizin oluşumunda maddenin kendisinin nereden geldiğine cevap aranan, uzun süredir bilimin kalbinin attığı yer. Soru kısaca şu: ilk madde nasıl var oldu? Şu an varlığından haberdar olduğumuz kimyasal yapılar, elementler, evrenin temel yapı taşları bu özelliklerini nasıl elde etti? Cevap Higgs Alanı olarak karşımızda tüm heybetiyle beliriyor. CERN’de elektronlarından ayrılmış kurşun atomları ışık hızına yakın bir hızda çarpıştırılıyor. Bu çarpışmalar sonucunda kuarklar, glüonlar, leptonlar gibi atomun yapısındaki parçalara hayat veren parçacıklar oluşuyor. Tıpkı Büyük Patlama’nın ilk anlarında olduğu gibi. Kuarklar 13,8 milyar yıldır (yani Büyük Patlama’dan beri) proton, nötron ve elektronların içinde hapsolmuş durumdalar, CERN’de bilim insanları onları özgür kılmaya çalışıp serbest haldeki durumlarını inceliyorlar. Asıl soru ise şu: parçacık özellikleri ve kozmolojik nitelikleri hakkında hiçbir bilgimiz olmayan diğer baloncuk evrenlerde bir yaşam tasavvur edebilir miyiz?

Farklı Evrenler, Farklı Elementler ve Farklı Yaşam Formları

Her evrenin kendine özgü bir Higgs Alanı olacaktır. Bizim evrenimizde bu alanın yarattığı maddeleri periyodik tabloda görüyoruz. Teorik olarak her evrenin kendine özgü bir parçacık, maddesel niteliği mevcut olabilir ve bu da her bir evrene özel periyodik tablolar ortaya çıkarır. Evrenlere özgü, bilmediğimiz biçim ve kuramsal özelliklere sahip yasalar. Heyecan verici bir durum değil mi? Şimdi uzay zamanı büktüğünüzü ve komşu bir evrene geçtiğinizi düşünün. Bizi nasıl bir evrenin, galaksilerin, gezegenlerin ve yaşam formlarının bekleyebileceğiyle ilgili ihtimalleri sıralamaya kalksak bir yerde tıkanırız. Böyle bir sıralamada genel olarak bildiğimiz evren ve yaşam formlarına benzer alternatifler ortaya çıkacağını düşünüyorum. Edebi alanda okurların bir kısmı kurguyu yaşadığı dünyaya uyarlama refleksi gösterir. Bir kısmı da kendi dünyasında kurgunun izlerini arama davranışı içine girer.

Burada bilimkurgu ve fantastik arasındaki çizgiye tekrar değinebiliriz. Yazının başlığı kurguyu çoklu evrenlere ışınlamak olsa da, fizik teorik olarak bu ışınlama olayının bile o evrenlere ulaşmak için yetersiz kalacağını söyler. Fantastik kurguda yeni evrenler, dünyalar ve ırklar yaratılması doğal bir sonuçtur. Bilimkurgunun bu türden farkı ve aralarındaki sınırın ne olduğuyla ilgili birçok görüş bulunuyor. Bunun geniş açıda anlamlı bir tartışma olduğunu söylemek zor. Sadece yaşadığımız dünya ve farkında olduğumuz evreni temel alırsak (bunlar hakkında bildiklerimiz bilmediklerimizden daha az) bir ayrım yaratmak zor değil. Bilinen fizik yasalarında bu yönde bir çıkarım yapılabilir.

Ancak konu farklı evrenlere geldiğinde ise kurgudaki bilimselliği nasıl açıklayabiliriz? Bilim birtakım erişilmez kuramlara yabancı olmasa da, olası baloncuk evrenlerin az önce de bahsettiğim gibi ne parçacık ne de kozmolojik yapılarını test etme, gözlemleme şansına sahibiz. En yakınımızdaki gezegene bile insanlı bir araç gönderememişken, bu senaryolar oldukça fantastik gelen yapay evren olasılığı gibi görülebilir. Bununla birlikte bilimin deneysel sahasının haricinde kuramsal yapısından özellikle söz ettik. Dolayısıyla kurguyu bilinmeyen evrenlerde inşa etmek bilimkurgu ve fantastik arasındaki çizginin ve sınırın iyice soluklaşmasına neden olur. Artık baloncuk evrenlerde tasarladığımız kurguyu, edebi anlamda hangi türe dâhil etmek istersek bunu yapabiliriz. Bilim insanları fiziğin kuramsal limitlerine ulaşmadığını söyleseler de sınırın ne olduğunu bilmiyoruz.

Boş sayfaları doldurmaya başladığınızdan beri, Dünya üzerinden farklı evrenlere belirsiz bir kapıyla veya şu an sadece varsayımdan ibaret olan solucan delikleriyle geçiş yapmayı tercih etmiş olabilirsiniz. Bu kurgu fantastiğe de yakındır. Çünkü bildiğimiz dünyadan gözlem ve deney ötesinde olan bir evrene temel yasaların izin vermediği şekilde girdiniz. Şuna benziyor: karadeliklerin varlığını bilmemiz ama içinde ne olduğu konusunda hala net olmamamız gibi. Dolayısıyla bir kurguda kara deliklere yer vermek doğalken, kara deliğe girip çıkmak bilimkurgunun ötesinde bizim için fantastik bir yaklaşım olacaktır. Ancak ileride ne olacağı belli mi? Fizik kuramları kesin doğruluk vadetmez, kuramlara böyle bir yaklaşımla bakmak da bir hata olacaktır.

Edebi eserlerin türlü kaynaktan elde edilmiş gerçekleri başka bir formla ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, edebiyatın farklı bir katmanında yer aldığı için şu an ele almadığımız, ancak insan yaşamının değeri üzerine çeşitli sorgulamalara girmek de bu kaynaklardan biridir. Çoklu evren kuramının çizdiği yolda ilerleyen bilimkurgu ise cüretkâr varsayımları hedef alacaktır. Alışılagelmiş kalıpların ve gerçeklik algılarına çıkmamız gerekecektir. Kozmik ufkun ötesinde olanları yorumlayacak bir yaklaşıma daha da önemlisi hayal gücüne ihtiyacımız olacaktır.

Yazar: Serdar Yıldız

İllet (roman), Karanlık Gökkuşağı (öykü), Yüksek Doz Gelecek (beş yazar beş bilimkurgu kısa romanı), Silsile (Ödüllü Bilimkurgu Öyküleri), Arz Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (Bilimkurgu Öykü Antolojisi).

İlginizi Çekebilir

2024 bilimkurgu dizileri

2024 Yılının En Çok Merak Edilen Bilimkurgu Dizileri

2024, pek çok iddialı bilimkurgu dizisinin seyirciyle buluştuğu bir yıl olacak. Popüler roman uyarlamaları giderek …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et