kozmik yalnizlik

Kozmik Yalnızlık

“…büyüktür. Gerçekten büyüktür. Ne kadar engin, uçsuz bucaksız ve akıllara zarar büyüklükte olduğuna inanamazsınız…”

Otostopçunun Galaksi Rehberi uzay için böyle diyor ve haklı da. Çünkü ne kadar çırpınırsak çırpınalım, uzay akli sığamızın alamayacağı ölçüde büyük, karmaşık ve kayıtsız. Oysa bir zamanlar manzara bu kadar da nobran değildi.

Dünyamızı evrenin merkezinde sanıyor, gökyüzünde devinen yanar döner her şeyi varlığımızın birer süsü addediyorduk. Öylesine değerliydik ki, tüm kâinat yüzü suyu hürmetimize vardı. İnancımızı cehaletle, cehaletimizi kibirle karıyor, ortaya çıkan cılız harçla da kendimize kumdan kaleler örüyorduk. Güneş bizim için doğup batıyor, rüzgâr bizim için esip gürlüyor, su bizim için taşıp çağlıyor, doğa bizim için sararıp yeşeriyordu.

Öyle ya, yaratıkların en şereflisi, tanrının yeryüzündeki siluetiydik…

Nice zaman sonra hamallığını yaptığımız mucizevi saksı yavaş yavaş çalışmaya başladı. Çok geçmeden tabiat çarkının işleyişini ortaya çıkarmaya, çıkardıkça da şaşırıp garipsemeye tutulduk. Yaptığımız her keşifte, çözdüğümüz her gizemde boynumuz biraz daha büküldü. Binlerce yıldır özenle inşa ettiğimiz kibir kuleleri adeta zelzeleniyordu. Aklımızın şahlanışı bir yandan tanrıları ürkütüyor, bir yandan da varoluşumuzun sathını kayganlaştırıyordu.

İnsanlık gururumuzla oynayan tüm o “çılgın” fikirlere ayak direttik tabii; sahiplerini yaktık, astık, sürgün ettik. Ama olmadı. Su yolunu bulmuştu bir kere, durmayacaktı… Önce dünyamıza yoldaş gezegenler keşfettik, sonra evrenin merkezinde yer almadığımız gerçeğiyle yüzleştik. Kadim çağlardan beri huşuyla sarıldığımız tozpembe hülyalarımız, artık hakikatin haşin ağırlığı altında ufalanıp dağılıyordu. Şaşkındık. Heybetli evrenin sarsılmaz denklemleri insanı yok sayıyordu. Eşrefi mahlukatlığımız ilk kez tehlikedeydi.

Oysa gerçeğin can yakan kırbacı daha yeni yeni inip kalkıyordu ve en şiddetli darbeyi henüz yememiştik…

“İki ihtimal var. Ya evrende yalnızız ya da değiliz. İkisi de korkutucu.” – Arthur C. Clarke

Sakalı yeri süpüren birinden, Charles Robert Darwin isimli bir adamdan geldi bu darbe. Öteden beri kimi düşünürlerin zihninde kıpırdanıp duran, ama bir türlü yolunu bulup akamayan o tehlikeli fikir damlası nihayet çağlamaya hazırdı. Çağladı… Ürpererek önüne set çekmeye davrananlar çıktı hemen. Ama sular yükseliyor, taşkının uğultulu gümbürtüsü tahtımızı titretiyordu. Korktuk, endişelendik; kendimizi bilendikçe keskinleşen aklımızın kurbanı gibi hissettik. Doğanın efendisi değil, onun bir parçası olduğumuz gerçeğiyle uygarlıkça silkelendik.

Koca bir evrenin ortasında yapayalnız kaldığımız yetmezmiş gibi, doğa da bize en muzır şakasını tattırıyordu sanki. Şoktaydık. Oysa binlerce yıldır, var olan her şeyin bizim için yaratıldığına inanmış ve inandırılmıştık.

Bilim bize hüzünlü bir yol ayrımı sunuyordu artık. Ya mazinin tortusuna kapaklanacak ya da gerçeğin taşlı patikasına dalacaktık. Sapağı ortalayanlar da çıkacaktı elbet. Ne de olsa sırları bitip tükenmek bilmeyen bir âlemin meçhulünde yaşıyorduk.

İstikametini seçen yürüdü; yolcu yolunu, yol kıvrımını aldı. Bunca keşmekeşten geriye de koca bir yalnızlık kaldı. Karanlık, soğuk, uçsuz bucaksız bir yalnızlık… Bu “soluk mavi nokta” üzerinde ilk kez kendimizi böylesine yalnız hissediyorduk. Zira kırılgan varlığımızın hemen ötesinde bize aldırmayan, farkımızda olmayan tahayyül ötesi bir sonsuzluk uzanıyor, içimizdeki bulantı gitgide azıyordu…

evren-ve-insan

“Evren hakkındaki en dehşet verici gerçek, onun düşman olması değil, kayıtsız olmasıdır.” – Stanley Kubrick

Oluşun merkezine konumlandırdığımız cismani sahamız daraldıkça, anlamını yitiren bir sözcük gibi perperişan kıvranıyorduk. Neydik biz? Sonsuzluğun içinde beliren anlık bir kıvılcım çakmasından mı ibarettik bunca zaman? Bilmiyorduk… Bildiğimiz tek şey, türlü koşulların üst üste birikip kalkerleştirdiği kabuğumuzun adeta çatırdıyor oluşuydu. Bu kayıtsız enginliğin tenhasına fırlatılıp atılmış çelimsiz varlığımız, titrek bir mum alevi gibi sönümleniyordu anbean. Tüm mana arayışlarımız geçirimsiz bir duvara toslayıp aksediyor, tözümüzse uzayın mutlak sessizliğinde yalpalayarak uzaklaşıyordu. Bir başınaydık… Üşümüş, korkmuş, afallamış.

Aldırışsızlığın girdaplarında çırpınırken, o meşhur büyük resmi görmeyi başarmıştık sonunda. Sahildeki bir kum tanesinin üzerine mühürlüydü varlığımız. Ötesi uzak, ötesi ulaşılmazdı. Koruyanımız, gözetenimiz yoktu. Buradaydık sadece. Öylece duruyor, etrafımızı kuşatan sonsuzluğa bakıyorduk aval aval. Dehşetli mesafeler içimize umutsuzluk zerk ediyor, imkânsızlığın ıstırabı bağrımıza taş gibi oturuyordu.

Bu sonsuzluğun içinde yapayalnız mıydık? Biz emeklemeyi daha yeni becerirken, orada koşmayı öğrenmiş birileri olamaz mıydı? Bulantımıza sırdaşlık, yalnızlığımıza yoldaşlık, arayışımıza yandaşlık edecek birileri…

“Muhteşem bir şey, bir yerlerde keşfedilmeyi bekliyor.” Carl Sagan

Dünya… Bu dipsiz okyanusta yaşam barındırdığını bildiğimiz tek ada. Mavi, ıslak, savunmasız… Kozmik bir esintiyle dağılacakmışçasına narin, avare uçan bir kuş kadar yalnız. Ama bir deniz feneri gibi parlamayı sürdürüyor inatla. Saçtığı huzmeler merak ve korku taşıyor ötelere.

Meraklı, çünkü bilmek istiyor. Korkuyor, çünkü savunmasız. Ama her şeye rağmen arıyor, arıyoruz.

Yıldızları dinliyoruz kulak kabartıp. Bir ses, bir soluk, bir ezgi kovalıyoruz; bu yalnızlığa anlam, bu tekinsizliğe cıvıltı saçsın diye… Ondan değil mi yalnızlığımızı giderme arayışımız? Ondan değil mi yarattığımız hayali dünyalar? Ve ondan değil mi sonsuz ihtimale vurgunluğumuz?

Orada mutlaka birileri olmalı. Kıvrılarak, süzülerek, sürünerek, yürüyerek ilerleyen; bizimle aynı yazgıyı, aynı düşü bölüşen… İnanıyoruz, inanmak istiyoruz.

Sesimizi duyan var mı?

Not: Bu yazı ilk kez Trip derginin Mayıs, 2018 sayısında yayımlanmıştır.

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

Okyanus Dünyaları Hipotezi: Ya Yaşam Kalın Buz Tabakalarının Altına Hapsolmuşsa?

İtalyan asıllı Amerikalı fizikçi Enrico Fermi, Manhattan Projesi kapsamında çalıştığı Los Alamos Ulusal Laboratuvarı’ndaki meslektaşlarıyla …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et