Teist, bilimdeki yeni gelişmeleri veya hayattaki diğer konuları kendine uygun şekilde büker. Ateist, bilimdeki yeni gelişmeleri veya hayattaki diğer konuları kendine uygun şekilde büker. Agnostik veya Deist, incelediği metinleri kendini haklı çıkaracak şekilde okur. Antik Uzaylılar fikrini savunan kişi evrendeki bütün gizemli şeyleri buna yorar. Cinlerle uğraşan kişi bütün olayları içten içe buna yorar. Siyasetle uğraşan kişi ideolojisi neyse bütün olayları kendini mutlu edecek şekilde büker…
Konumlarla hakikatin farklı yerlerde olabileceği aslında öyle uzun uzun konuşulacak bir konu değil çünkü 2+2=4 kadar basit bir gerçek. Fakat buna rağmen çevrenizdeki insanlara baktığınızda bunun neredeyse hiç farkında olmadıklarını görürsünüz. Bu durum kafamı uzun süredir kurcalıyor çünkü bilinç sahibi olan bir canlının bu kadar basit bir gerçeği ıskalayabilmesi inanmak istemediğim bir durum.
İnsanların elbette savunduğu fikirler olabilir ama karşı tarafın konumuna/pozisyonuna göre fikirlerini şekillendirmek sık yapılan hatalardan biridir. Bu durumun altında yatan nedenlerinden biri insanın varoluşsal olarak dünyayı algılayışının kendi konumundan dolayı olmasıdır. Fiziki gerçeklik, fikri değerlendirmelere sirayet eder. “Ben buradayım, onlar orada” duygusu hemen hemen her konudaki tartışmada ortaya çıkan bir psikolojidir. Normalde doğal karşılanabilecek olan bu tespit benim açımdan gerçekliğe ve doğruya dair yorumları alt üst eden bir gerçekliktir. Fiziki olarak var olmak, dünyayı ve çevreyi anlamamıza yardımcı olurken aslında bir yandan da doğuştan bizi kısıtlamaktadır. Çünkü her şey ister istemez göreceli olmaya başlar. Doğrulara ve gerçekliklere tam anlamıyla tarafsız olmak için yok olmamız gereklidir.
Var oluşun sancısını artıran etkenlerden biri işte budur. Hangi fikri savunursan savun sen kendi konumundan yaptığın tespitleri dillendiriyorsun. Karşı tarafla empati yapıp onların fikrini anlamaya çalışmak istisnalar haricinde genellikle sadece şekil ve laf olsun diye yapılan bir şeydir. İnsan doğasını sevmemenin en büyük sebeplerinden biri budur. Özü yakalamak, fikirlerinden bağımsız şekilde değerlendirildiğinde sanıldığından çok çok daha az insana nasip olur. Çünkü insanlar fikirlerinin dinlenmesi için bir yere ait olmaları gerektiğini bilirler. Yani kendi varlıklarının onları kısıtlaması yetmezmiş gibi hayatta başarılı olmak için de kendilerini bir yere zincirlemek zorundadırlar. Sistem buna göre işler. Başarısızlığın sağlık bozucu yönlerinden dolayı insanlar için bir yere kabul edilmemek kabus gibidir. Bugünkü sistemde hakikati bulma iddiasındaki bir kişi, fikirlerini anlatabilmek için konumunu belli etmek zorundadır.
Haddim olmayarak insanlara ve kendime verebileceğim tavsiye şudur: Sorgulayın, düşünün, aklınızı kullanın, araştırın, kendinizi bir yere/konuma/cemiyete/partiye/cemaate/fikri hapishanelere kapatmayın; her durumun, her konunun, her meselenin farklı bir değerledirme süreci gerektirebileceğini aklınızdan çıkarmayın. Ve bu söylediklerimi hep beraber gerçek anlamıyla yapalım, eğer sırf laf veya imaj için yaparsak eleştirdiğim insanlar gibi oluruz.
Konumlar ve hakikat arasındaki ilişki, hakikatin bulunup bulunamayacağını da daha komplike şekilde tartışmaya açar. Çünkü kuantumum bize söylediği şekliyle elektronları gözlemlemek onların davranışlarını değiştirir. Sosyal olaylarda da bizim bir tarafta olmamız veya bir fikri savunmamız, hakikati ve gerçeği ıskalamamıza ve onu hiç yakalayamamıza neden olur. Çünkü insanlar eninde sonunda bazı fikirleri savunur. Fakat bu fikirler, insanlardan bağımsız olarak mı doğrudur, yoksa insanlar onu savunduğu için mi doğrudur? Doğrular insanların yorumlarından etkilenir mi? Sosyal olaylarda nesnellik bu açıdan pek mümkün görünmemektedir.
Kuantumdan ilham alarak rahatlıkla şu sonuca varılabilir: Bir fikri savunmanın, hakikati bir yerlerinden kaçırmak olduğu söylenebilir; fakat buna mukabil her fikir de hakikatten bir parça taşır. İşte bu kadar enteresan bir evrende yaşıyoruz.
Hakikatin yolundan ayrılmamak dileğiyle…
Hazırlayan: Mücahit Özdoğan