Dolly… Eskiden olsa bir kabare yıldızını ya da müzikhol şarkıcısını çağrıştıracak olan bu ismin sahibi, 1997’nin ilk aylarında dünyanın ünlü aktüalite dergilerinin kapağını süsleyen 7 aylık sevimli bir kuzucuktan başkası değil. Dünyayla alay eder gibi keyifli gülüşünü haftalarca izlemiştik gazete ve dergi sayfalarında. Dolly, İskoçya’da Roslin Araştırma Enstitüsü‘nde yapılan genetik çalışmaların bir ürünü. Enstitüde koyunlar üzerinde yapılan genetik kopyalama çalışmaları ilk ürünlerini 1995 yılında vermişti. Bu ilk “kopya” kuzular, bir başka kuzu embriyonundan alınan hücrelerden klonlanarak elde edilmişti. Bu tür embriyon kopyalama çalışmaları dünyanın birçok ülkesinde yürütülmektedir ve daha geçenlerde Teksas’ta, embriyondan klonlanan bir maymun dünyaya gelmiştir.
Dolly’nin özelliği, erişkin bir memeliden ilk başarılı genetik kopyalama deneyinin ürünü olması. Genetik kopyalama çalışmaları 1930’lardan beri yapılıyordu ve iki yıldır da oldukça başarılı sonuçlar elde ediliyordu. Şimdi Dolly’de kullanılan teknik geliştirilerek her yaşta, hatta yeni ölmüş hayvanların (ve insanların?) belli hücreleri klonlanarak, genetik kopyaları dünyaya getirilebilecek. Pandora’nın efsanevi kutusu bir kez daha açılıyor ve içinden Dolly’nin yanı sıra bakalım neler, neler çıkıyor. Ama önce “kopya” kuzumuza bir selam gönderelim.
Merhaba Dolly, hoş geldin aramıza. İnsanoğlu’nun erişkin bir memeliden klonladığı (yani genetik olarak kopyaladığı) ilk canlısın ve bu yüzden haklı bir şöhrete kavuştun. İnsanlık tarihinin en ünlü koyunu olduğun söylenebilir. Hazreti İbrahim’e gökten zembille inen türdeşini saymazsak tabii… ama o zaten koyun değil bir koçtu.
Küçükbaşlar dünyasında şöhret projektörlerinin koçlardan koyunlara dönmesi biz insanların feministlerini sevindirir mi bilmem, ama yakında koç burcunun cinsiyeti feminist çevrelerde tartışılmaya başlanırsa hiç şaşmamalı. Klonlama yeni bir şey değil aslında. Hatta dinî kaynaklara bakılırsa insanoğlu kadar eski, çünkü Tanrı’nın Havva’yı Âdem’in kaburga kemiğinden klonlayarak kopyaladığı ileri sürülüyor. Ama bana sorarsanız bu sav kuşku götürür. Daha büyük bir olasılıkla Âdem Havva’dan klonlanmış, ama bu başarısız kopya aslından silik olmuş, üstelik boya çektiği için aklı kısalmıştır.
Şaka bir yana, klonlama da dahil olmak üzere genetik teknolojinin gelişmesi, bizi geleceğin perspektifleri üzerinde şimdiden düşünmeye zorluyor.
İnsanlar kopyalanabilir mi? İnsanların kopyalanması doğru olur mu?
Birinci soru teknik bir soru. İnsanlar elbette bir gün kopyalanabilecek, ama henüz bundan çok uzağız. Güleç yüzlü Dolly’cik, erişkin koyun hücreleriyle yapılan 277 klonlama deneyi içinde tek başarılı olanı, üstelik daha 6 yaşındayken, kurban bayramını bile beklemeden eceliyle öldü. İnsanların kopyalanması ise koyunların kopyasını çıkarmaktan daha zor, çünkü koyun embriyonundaki hücreler farklılaşmaya başlamadan önce birkaç kez bölünüyor. İnsan embriyonunda ise sadece iki kez. Ama böyle ayrıntılarla kimsenin başını ağrıtmak istemem. Buna kendi başım da dahil.
Fakat insanların klonlama yoluyla kopyalanmasının önüne teknik sorunlardan da öte, ahlakî ve hukukî sorunlar dikiliyor. Örneğin hatalı kopyalar ne olacak? Olmadı baştan deyip çöpe atabilir miyiz? Hayır atamayız. Onlar da bizim gibi insan. O zaman ikinci soruya geliyoruz: İnsanların kopyalanması doğru olur mu? Kimileri der ki, bunda korkacak ne var? İnsanlar zaten ara sıra “doğal” olarak kopyalanmıyor mu? İşte size tek yumurta ikizleri… Ali ile Veli, Hale ile Jale, Orhan ile Burhan… Onlar birbirlerinin klonu, yani genetik kopyası değil mi? Ama insanların “yapay” olarak kopyalanmasına gelince işler değişiyor.
Kimilerine göre bu büyük bir nimet. Özellikli insanların genetik kopyaları çıkarılabilse fena mı olurdu? Binlerce Einstein olsa mesela… ya da yüzlerce Picasso (… ya da her delikanlıya bir Madonna)? Başka bir olasılık da insan organlarının kopyalanması ve her biri bozuldukça, aslından farksız yenisinin yerine takılması. Bu yedek organlar genetik olarak zaten kendi organlarımız. O yüzden doku uyumu diye hiçbir sorun olmayacak. Bu “stepne” yürekler, böbrekler ve bilcümle sakatat sayesinde belki de yüzlerce yıl sağlıklı yaşamamız mümkün olacak.
Kimileri ise bu konuda pek kötümser. Nükleer teknolojide olduğu gibi gen mühendisliğinde de egemen kesimlerin bilgiyi tekelinde tutacağını ve kötüye kullanacağını düşünüyorlar. Hitler gibi, Saddam gibi diktatörler ya kendi kopyalarını çıkarırlarsa diyorlar. Bence bundan korkmamalı. Öylelerinin kendileri gibi bir ikinciye tahammülü yoktur. Ama pekâlâ eli kanlı katil çetelerini kopyalaya kopyalaya çoğaltabilir, yalnızca kendini devlete adamış itaatkâr “vatandaş”lardan oluşan bir toplum düzeni kurmaya kalkışabilirler.
Ama gelecek için bundan daha tüyler ürpertici bir manzara da çizilebilir: Feminist bir toplum. Kadınların kendi kendilerini kopyalaya kopyalaya çoğaldığı, erkekliğin ve giderek cinselliğin ortadan kalktığı bir toplum. Feminist toplumun kadınları erkekler olmadan da kendi kendilerini (ya da sevdikleri başka kadınları) klonlayarak üremeye başlayınca erkeklere gerek kalmıyor. Ama erkeklere gerek kalmayınca, kadınların kadın olması da gerekmiyor. Giderek androjin (ya da eskilerin deyimiyle hünsâ) bebekler doğmaya başlıyor. Androjinler çocuk doğuramayacağı için bebekler bir süre sonra bebek fabrikalarında, bilgisayarların denetimindeki robotlar tarafından imal edilmeye başlanıyor. Ama bir süre sonra bilgisayarlar ve robotlar, organik bebek üretmenin artık anlamsızlaştığını düşünüyorlar ve onun yerine bilgisayar ve robot üretmeye başlıyorlar. Tabii kendi kendilerini klonlayarak. Bunun için ana bilgisayarın hard-disk’indeki bilgilerin bebe bilgisayara download edilmesi yetiyor.
İnsanların değil, bilgisayarların egemenliğindeki bir dünya çok daha güzel ve yaşanası olacak belki, ama ne yazık ki bizler orada olmayacağız (bilgisayarların elindeki dondurulmuş genetik malzemeden hayvanat bahçeleri için klonlanarak üretilen birkaç gariban dışında). İşte geleceğin manzarası… Dehşetin soğuk nefesini siz de ensenizde hissettiniz mi?
“Amaan canım! Bütün bunlar çook uzak bir gelecekte, belki üç yüz belki de üç bin yıl sonra, belki olacak belki de hiç olmayacak şeyler. Bu deli saçmalarının tasasını şimdiden niye çekelim,” diyebilirsiniz. Ama genetik kopyalama tekniklerinin gelişmesi, dünya ve Türkiye üzerinde etkilerini göstermekte pek gecikmeyecek. Yakın gelecekte neler olacak? Genetik kopyalama hayatımıza ne gibi ilginç, muzip, vahim, ulvî, trajik ve fantastik değişiklikler getirebilir?
Yıl 2067… ve işte size 50 yıl sonrasının dünya ve Türkiye’sinden kesitler:
Turkweb sayfalarında başlayan ve interaktif açık oturum kanallarına yayılan bir tartışma ülkemizin entelektüellerini kasıp kavuruyor. İnsanın kendi genetik kopyasıyla sevişmesi ensest mi olur, yoksa mastürbasyon mu? Ya eşinin genetik kopyasıyla sevişmesi? Ya eşinin genetik kopyasını çıkartması? “İmdat,” diyor kimi erkekler. “Biriyle baş edemezken ikisiyle ne yaparım?” Bazıları ise karıyı dörde kadar kopyalamanın câiz olduğu görüşünde. Onlar tartışadursun, biz şöyle Karadeniz’e doğru uzanalım.
Genetik olarak değişime uğratılmış yarım metrelik (nah böyle böyle!) hamsilerin üretildiği Çayeli Hamsi Klonlama Fabrikası‘nda fileto makinesi operatörlüğü yapan Temel, bir gün erkenden izin alıp hevesle eve koşar. Ama ne görsün, sevgili eşi Fadime en yakın arkadaşı Dursun’un kollarında değil mi? İkisi de onu görünce toparlanırlar. “Sakın yanlış anlamayasun,” der Fadime. “Pen Fadime değilum, onun çilonuyum. Pu da Tursun’un çilonu”. Temel’in tepesi atar. “Eğer siz onların çilonuysanuz, ha pen de Temel’in çilonuyum,” der ve çeker vurur ve/veya çeker gider (bu iki fiilden birini ya da her ikisini birden siz kendi keyfinize göre seçebilirsiniz).
“Tabancamın sapını gülle donatacağum / Seveceğim kopyanı seni çatlatacağum,” türküsünün söylendiği diyârdan şimdi kuş uçuşu İstanbul’a gidiyoruz.
İstanbul’da futbol dünyası art arda gelen bomba gelişmelerle sarsılıyor. Ligin rakipsiz lideri Küçükismailspor. On bir tane oyuncu Küçük İsmail’den oluşan ve binlerce taraftar Küçük İsmail’in desteğini alan bu takım, ligin tartışılmaz lideri. Urfa, Trabzon, Sarıyer, Beşiktaş, Fener gibi takımlar ise ikincilik için çekişiyor. Bu arada Sarıyer’in Urfaspor’u yenerek ikinciliği garantilediği derbi maçında, dizinden sakat olan İbrahim yerine kopyasını oynattığı ileri sürülüyor. Federasyon DNA testi yaptırıyor, ama kopyanın da DNA’sı aynı olduğu için sonuç alınamıyor.
Bir başka skandal da sosyeteden. Ünlü iş adamı Kâmil Kâmiloğlu meğer eşi Havva Kâmiloğlu’nu gizlice kopyalatmış. Adı yine Havva olan bu genç kopya, annesine (ya da ikiz kardeşine ya da ablasına) tıpatıp benziyormuş. Havva Kâmiloğlu (yani genç olanı) yirmisine gelince, Kâmil Kâmiloğlu Havva Kâmiloğlu’nu boşayıp Havva Kâmiloğlu’yla evlenmeye kalkışmış. Ama genç Havva Kâmiloğlu, Kâmil Kâmiloğlu’nu değil, yine ondan klonlanarak kopyalanmış olan oğlu (ya da ikizi ya da kardeşi) Kâmil Kâmiloğlu’nu tercih etmiş. Onlar ermiş muradına, Kâmil Kâmiloğlu (yani yaşlı olanı) da çıkmış kerevetine, eli böğründe bakakalmış. Eh, ne diyelim, kime niyet kime kısmet.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne alınması, Uluslararası Klonlama Normları Konferansında alınan kararları uygulayamaması yüzünden yine erteleniyor. AB yetkilileri Türkiye’ye şunu diyorlar:
“Çalışsın da eve para getirsin diye her önüne gelen kendini kopyalarsa olmaz. Bakın, nüfusunuz şimdiden 300 milyon oldu. Üstelik 250 milyonu erkek ve hepsi de bıyıklı. Avrupa ekonomisi bu kadar çok bıyıklıyı kaldırmaz. Hele siz işçilerin kopyalanmasını engelleyin, Gürcistan ve Mısır’dan sonra sizin üyeliğinizi de düşünebiliriz”.
Seçim zamanlarında alelacele klonlanarak kopyalanan ve bu yüzden çoğu sakat ve hastalıklı olan bu “gecekondu” yurttaşlar için hükümet yine bir af çıkarıp nüfus kâğıdı dağıtmayı düşünüyor. Hükümeti oy avcılığıyla suçlayanlara iktidar sözcülerinin yanıtı hazır: “Siz yine şükredin. Bir de Hindistan’a, Çin’e baksanıza.”
Hindistan’ın nüfusu on milyarın üstünde. Çin ise otuz milyara yaklaşıyor.
Dünya nüfusu yüz milyarı geçmiş, iki yüz milyara gidiyor. Organları kopyalana kopyalana günümüze kadar gelen ve hâlen Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ise her yeni evlenene, “Sizden en az üç klon istiyorum,” diyor.
Ünlü kişilerden klonlanan organlar astronomik fiyatlarla pazarlanıyor. Top model Heidi Björnsdatter’in sadece bir adet klonlanan kopya kukusunun, medya kralı Jeremy Heffner’e bir milyar dolara satıldığı bildiriliyor. Kukunun telif haklarını da satın alan Heffner, bunu sınırlı sayıda kopyalayarak satabileceğini, ama şimdilik çok sevgili eşine taktırmakla yetineceğini söylüyor. Dünyanın sayılı organ koleksiyoncuları arasında sayılan ve klasik döneme meraklı olan Bayan Heffner’in taşıdığı kopya organlar arasında Susan Sarandon’un gözleri, Antonio Banderas’ın kulakları, Valerie Kaprisky’nin ağzı, Sharon Stone’un sağ memesi, Whoopi Goldberg’in sol memesi, Pavarotti’nin dalağı, Stephen King’in böbrekleri ve dünyanın en yaşlı kadını Kraliçe Elizabeth’in karaciğeri bulunuyor.
Jeremy Heffner ise şimdilik kendisi için herhangi bir organ transplantasyonu düşünmüyor ve soranlara şöyle diyor: “İnsan geni aşılanmış eşeklerle yapılan deneyler hele bir sonuçlansın bakalım…”
İşte yakın geleceğin herc-ü merc içindeki (yani kaotik) dünyası. Elli yıl sonra gerçekleşebilecek olası dünyalardan sadece bir tanesi. Sevimli Dolly’ciğin bunlardan haberi olmadı tabii. Melemeyi bile beceremeyen kopya kuzucuk, insanoğlunun genetik kopyalama teknolojisini yüzüne gözüne bulaştıracağını sezmiş midir acaba?
Hiç sanmam. O böyle âfâkî konulardan uzak, dikkatini yeme, içme ve oynama gibi ciddi meseleler üzerinde toplamış. Bana sorarsanız, iyi de yapmış.
Merhaba Dolly, hoş geldin dünyamıza!