Kıyamet Saati: İnsanlık, Yok Oluşa Hiç Olmadığı Kadar Yakın!

Kıyamete “100 saniye” kaldı ve gece yarısı olduğunda, bizim için her şey bitecek…

Kıyamet Saati (İng: “The Doomsday Clock”), 1947 yılında Martyl Langsdorf tarafından tasarlanan bir saat konseptidir. Orijinal olarak, Atom Bilimciler Bülteni‘nin (İng: “Bulletin of the Atomic Scientists“) ilk sayısının kapağı olacak biçimde tasarlanmıştır; ancak sonradan, insanlığın sebep olduğu ve dolayısıyla yüzleştiği yok olma tehditlerinin bir hatırlatıcısı haline gelmiştir. Saat, ilk tasarlandığında 11:53’ü gösteriyordu ve bu tamamen estetik bir tercihti. Ancak sonradan yaşanan küresel gelişmeler ile saatin kolları giderek birbirine yaklaşmaya başladı.

Saat, zamanı sembolik olarak gösteriyor; yani aslında gerçek ve doğrusal bir şekilde ilerlemiyor. Saatin kollarının ne zaman birbirine yaklaşıp, ne zaman uzaklaşacağı uzun bir süre boyunca Eugene Rabinowitch‘in keyfi kararı olarak belirlendi. Rabinowitch, bültenin editörlerinden birisiydi. Bilimsel deneyiminden faydalanarak, güncel gelişmeler ışığında, her yeni sayıda Kıyamet Saati’nin ileri mi, geri mi gideceğine karar veriyordu.

Günümüzde ise saatin kollarının ne yöne doğru, ne zaman hareket edeceğine, bültenin Bilim ve Güvenlik Komitesi ve Sponsorlar Komitesi bir arada karar veriyor. Bu kapsamda, Nobel Ödülü’ne layık görülmüş 13 bilim insanı da görev alıyor. Ekibin görevi, insanlığın “kıyamet” olarak adlandırılan yok oluşa yaklaşıp yaklaşmadığını (veya uzaklaşıp uzaklaşmadığını) ve bu değişim miktarının ne düzeyde olduğunu objektif olarak belirlemeye çalışmak. Bir nevi, Dünya’nın an itibariyle ne kadar güvenli bir yer olduğunu belirlemeye çalışıyorlar demek mümkün.

1947 yılında saat ilk tasarlandığında Dünya’yı en çok tehdit eden unsur nükleer silahlanmaydı; dolayısıyla saatin tik takları da en çok buna göre belirleniyordu. Ancak bültenin belirttiğine göre, günümüzde nükleer silahlara ek olarak küresel ısınma da en büyük tehdit unsurlarından biri olarak görülüyor. Dolayısıyla 2007 yılından beri tik taklar küresel ısınmanın risklerini de göz önüne alıyor.

Saatin tasarlanmasından sonraki ilk hareketi, 1949 yılında Sovyetler Birliği ilk atom bombası denemesini başarıyla yaptığında yaşandı. Bu deney ile birlikte saat, kıyametin yaşanacağını gösteren “gece yarısı”ndan (saat 12’den) 7 dakika uzaklıktan 3 dakika uzaklığa değiştirildi.

Saatin kıyamete en çok yaklaşması ise 2020 yılında yaşandı: Saat, kıyamete 100 saniye kaldığını gösterecek şekilde ilerletildi. Saatin bundan önce gece yarısına en çok yaklaştığı yıl 2018’di. 2018 yılında kıyametten 120 saniye (2 dakika) uzağa getirilen saat, 2019 yılı boyunca da bu pozisyonda aynen kaldı. Ancak 2020 yılında saatin kolu kıyamete 20 saniye daha yaklaştı ve tarihi boyunca gece yarısına en yakın olduğu konumuna geldi. Bültenin CEO’su Rachel Bronson şöyle diyor:

“Artık yıkıma ne kadar kaldığını saniyelerle ifade ediyoruz; dakikalar veya saatler ile değil. Kıyamet Saati’nin tarihi boyunca kıyamete en çok yaklaştığımız noktadayız. Artık gerçek bir acil durum ile yüz yüzeyiz. Dünya’nın işleyişi, artık herhangi bir gecikmeyi kaldırabilecek noktayı geçti.”

Bülten, bu kararını 3 gelişmeye dayandırıyor: nükleer savaş tehdidi, kontrolsüz bir şekilde yoluna devam eden iklim değişiminin yarattığı yıkımlar ve internette yayılan hatalı bilgilerin düzeyi. Yayınladıkları bildiride şöyle diyorlar:

“Dünya’nın kıyamete Soğuk Savaş döneminden bile yakın olduğunu söylemek, ki bu dönemde ABD ve Sovyetler Birliği’nin şu ankinden on binlerce fazla sayıda nükleer silahı vardı, sanıyoruz ki durumun vahametini göstermekte ve ciddi bir açıklamayı gerektirmektedir.”

Saatin kollarının birbirinden en uzak olduğu nokta, 1991 yılında Soğuk Savaş’ın bitmesi sonrasında yaşandı. ABD ile Sovyetler Birliği’nin imzaladığı Stratejik Silahsızlanma Anlaşması sonrasında saat, gece yarısına 17 dakika uzaklığa alındı.

Nükleer silahlar denince akla gelen Küba Krizi de bir diğer ilginç durumu doğurdu: Kriz boyunca saatin kolları hareket ettirilmedi ve bülten, bu kararını konu hakkındaki belirsizliklere dayandırdı. Gerçekten de kriz sonrasında ABD ile Sovyetler Birliği arasında direkt telefon hatları kurulunca, bülten o anda gece yarısına 7 dakika uzaklıkta bulunan saati, 1963 yılında 12 dakika uzaklığa aldı.

Tekrardan hatırlatmak gerekirse, Kıyamet Saati sadece sembolik bir saat; bir metafor. Gerçekte var olan bir saat bile değil; yani ziyaret edebileceğiniz, fiziksel bir saat bulunmuyor! Dahası, bültenin geleceği görmek konusunda özel bir yeteneği veya gizli herhangi bir bilgiye erişimi de bulunmuyor. Öyle ki, internet sitelerinde geleceği tahmin etmek gibi bir amaçları olmadığını açıkça ifade ediyorlar. Tek yaptıkları, eldeki istatistiklerden yola çıkarak Dünya’nın içinde bulunduğu tehditler ile ilgili bir duruş sergilemek. Kendilerini, semptomlardan yola çıkarak hastalığı teşhis etmeye çalışan doktora benzetiyorlar; doktor da geleceği tahmin etmeye çalışmaktan ziyade, sorunun ne olduğunu ve ne kadar ciddi olduğunu anlamaya çalışmaktadır.

Bugüne kadar Kıyamet Saati, “politik ajanda gütmek” ve “felaket tellallığı yapmak” ile sıklıkla suçlandı. Ancak bülten yöneticileri, insanlığın geleceğinin devamlılığını sağlamanın politik bir ajanda olmadığını söylüyor. İstatistiki olarak bakıldığında, saatin ileri ve geri alınma miktarlarının eşit aşağı yukarı eşit gibi gözüküyor. Benzer şekilde, ABD hükümetinin hangi partiye ait olduğundan bağımsız olarak saat ileri de geri de hareket ettirildi. Felaket tellallığı eleştirisini de şöyle izah ediyorlar:

“Nükleer silahlar var olduğu ve kullanılabildiği sürece, medeniyeti yok edebilme riski de vardır. Böyle bir felaket yaşanmadı; çünkü ulusal liderler şu ana kadar uyarıları dikkate aldılar ve son 70 yıldaki kritik zamanlarda, rakiplerle iletişim kanalları kurdular, silahları kontrol etmek için anlaşmalar yaptılar, cephaneliği radikal bir şekilde azaltmak için adımlar attılar ve eski düşmanları kooperatif projelerine dahil ettiler. Nükleer savaşın önlenmesi için diplomasi, daha fazla bilgi alışverişi ve güven veren açık iletişim gerekir.”

Benzer şekilde, Dünya’nın iklimi değişmeye devam ettiği sürece, özellikle uzun kuraklıklar, büyüyen mevsimlerde değişiklikler, deniz seviyesinin yükselmesi ve balıkçılıkta meydana gelen ölümler gibi çevresel bozulmaların sebep olduğu potansiyel sonuçlara maruz kalma riskiyle karşı karşıyayız. Bunlar, insan soyunu tehdit etmektedir.

İnsanlar hem nükleer silahları hem de iklim değişikliğine katkıda bulunan fosil yakıtlı makineleri icat ettiler. Bunların nasıl çalıştıklarını biliyoruz. Bu yüzden, muhtemelen zararı azaltmanın veya ortadan kaldırmanın yollarını bulabiliriz. Ancak felaketi önlemek için dünya çapında uyumlu bir işbirliğine ihtiyacımız var.

Kaynaklar ve İleri Okuma

Yazar: Çağrı Mert Bakırcı

Evrim Ağacı'nın kurucusu ve idari sorumlusu, popüler bilim yazarı ve anlatıcısıdır. ODTÜ'den mezun olduktan sonra, doktorasını Texas Tech Üniversitesi'nden almıştır. Doktora araştırma konuları evrimsel robotik, yapay zekâ ve teorik/matematiksel evrimdir. "Evrim Kuramı ve Mekanizmaları" ve "50 Soruda Evrim" kitaplarının yazarı, "Şüphecinin El Kitabı" kitabının eş yazarı, "Evrenin Karanlığında Evrimin Işığı" kitabının yazar ve editörüdür. Şu anda, ekibiyle birlikte, Evrim Ağacı, Kreosus ve birtakım diğer dijital projeleri geliştirmekte ve sürdürmektedir.

İlginizi Çekebilir

The Day the Earth Caught Fire kapak

Kaynayan Dünya: The Day the Earth Caught Fire

1961’de vizyona giren kült İngiliz bilimkurgu filmi The Day the Earth Caught Fire, bugün giderek …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et