japon bilimkurgu

Japon Bilimkurgusunun Tarihi

20. yüzyılın sinema, televizyon ve edebiyat tarihine baktığımızda, bilimkurgunun insanlığın hayal gücünde zamanla yaygınlaştığını ve egemen hâle geldiğini görürüz. “Luke, ben…” diye başlattığınız cümleyi, Darth Vader’ın boğuk sesini taklit ederek “…senin babanım!” şeklinde tamamlayacak birçok kişi bulabilirsiniz örneğin. Henüz on yıllar önce sadece bilimkurguda var olan ve dünyadaki herhangi biriyle iletişim kurmamızı, insanlığın geniş bilgi birikimine saniyeler içinde erişmemizi, herhangi bir yerde konumumuzu doğru bir şekilde belirlememizi sağlayan cihazları artık cebimizde taşımak gündelik, sıradan bir durum.

Japonya’nın teknolojik açıdan dünyadaki en gelişmiş toplum ve ülke imajı, 20. yüzyılın ikinci yarısındaki gelişmelerin ardından oluşmuştur ve ülkenin bilimkurgu alanındaki imajı da bu şekildedir. Bilimkurgu Japonya’da ana akım türdür ve çok yaygındır. Ülkede çok sevilmekle kalmaz, aynı zamanda animeler ve video oyunları yoluyla ülkenin ana ihracat ürünleri arasında gösterilir. Japon bilimkurgusunun evrimi, (Batı’dan gelen yeniliklerden biri oluşundan, ülke için ulusal bir gurur kaynağı hâline gelişine kadar) Japonya’nın kendi gelişimini yansıtan konulardan biridir.

Bilimkurgunun Japonya Yolculuğu

Bilimkurgu Japonya’ya ilk olarak Meiji döneminde (1868-1912) ve birçok diğer yenilikle birlikte Batı’dan gelir. Meiji dönemi, Japonya’yı modernize etmek için özellikle şiddetli bir baskı yönteminin kullanıldığı, ilerlemenin gücüne neredeyse kör bir inancın beslendiği, Batı’dan yeniliklerin getirilerek kültüre uyarlandığı dönem olarak bilinir. Bu dönemde, Batı’da olduğu gibi folklor ve bâtıl inançlar geçerliliğini yitirmeye başlamış, pragmatizm ve faydacılık giderek daha yaygın hâle gelmiştir. Böyle bir dönemde, insanlığın ilerlemesine, bilime ve sonuçlarına bir bakış atmayı sağlayan bilimkurgunun Japonya’da yaygın olarak kabul görmesi şaşırtıcı değildir. Jules Verne‘in romanları, Japoncaya tercüme edilen ve yayımlanan ilk eserlerdendir. İlk olarak 1873’te yayımlanan 80 Günde Devri Âlem, Japoncada 1878’de basıldı. Bu romanı, Dünyadan Ay’a (1880) ve Denizler Altında 20000 Fersah romanlarının çevirileri izledi. Zaman, gelecek, geçmiş ve süreklilik bu dönemin ana ilgi konularındandır.

Bilimkurgu Japonya’da, Batı’da olduğu gibi çoğunlukla bu konuya yer veren çeşitli dergiler tarafından popülerleştirilir. 1920’de Shinseinen (Yeni Gençlik) adlı bir dergi yayımlanmaya başlanır ve günümüzde yaygın olarak modern Japon bilimkurgusunun öncüsü olarak kabul edilen tantei shosetsu’nun (polisiye kurgu) merkezi olur. Derginin editörü Koga Saburo, polisiye kurguyu honkaku (kurallı) ve henkaku (kuraldışı) olarak ikiye ayırır. Kurallı polisiye kurgu, teorik düşünme ve tümdengelim kullanılarak çözülen bulmacaları içerirken, kuraldışı polisiye kurgu, insan anlayışının sınırlarına ulaşıldığı ve gizemli, bilinmeyen fenomenlerle karşılaşıldığı durumlara değinir. Bu dönemin en tanınmış yazarlarından biri Edogawa Ranpo’dur (1894- 1965). Ranpo’nun kuraldışı polisiye kurgusunun, Japon modern bilimkurgusunun başlangıcı ve aynı zamanda klasiklerinden biri olduğu kabul edilir.

Bilimkurgunun ülkedeki altın çağı, ilk bilimkurguya özel dergiler olan Uchujin (Kozmik Toz, 1957) ve SF Magajin (SF Magazin, 1959) ile başlar. Shigeru Kayama, Kobo Abe, Sakyo Komatsu gibi en çok bilinen Japon bilimkurgu yazarlarının popülerlik kazandığı dönemdir. Batı’da bilimkurgu, bir janrın modası geçip diğer janrlardan etkilenerek değişmesiyle adım adım gelişirken, Japonya’da amatör bilimkurgu, çeşitli canavarlarla ilgili anlatılar, robot isyanları ve uzay operaları gibi dallarda aynı anda var olup serpilir. Aynı zamanda, Japon film endüstrisi de büyük bir patlama yaşar. Kült film Godzilla (Japoncada Gojira) 1954’te gösterime girer ve kaijū eiga’ya (canavar filmleri) büyük bir talebi de peşinden sürükler. Hemen hemen aynı günlerde iki efsanevi manga çıkar: O. Tezuka‘nın Tetsuwan Atomu ve M. Yokoyama‘nın Tetsujin 28-gō’su. Her iki manga da anime hâline getirilir ve kısa bir süre sonra ABD’de de gösterilir.

Tokusatsu, Kaijū Eiga ve Klasik Japon Sineması

Japon hayal gücünün ürünleri olan animeler, mangalar, aksiyon figürleri ve sinema filmleri, günümüzde çok değerli olsalar da, 1950-1970 arası dönemde neredeyse değersiz addedilir. Kült film Godzilla bile, ABD’de ilk gösterildiğinde kötü bir komedi korku filmi olarak nitelendirilir. Film ciddi bir değerlendirme veya eleştiri almaktan ziyade alay konusu olur. Godzilla, kauçuk kostümler giyerek bir canavarı canlandıran aktörlerin (kostüm oyunculuğu) küçük şehir maketlerini yıkıp geçtikleri filmleri tanımlayan ve o zamanın popüler stilistik türü olan tokusatsu’yu (özel efektler) temsil eden bir filmdir. Bu türün televizyondaki en çok bilinen örnekleri Ultraman, Power Rangers gibi süper kahraman dizileridir. Tokusatsu, ülkeye has olmasının yanında, ucuzluğu ve ülkede hızla yükselen ekonominin paralelinde tüketicilerin artan taleplerine karşılık verebilmesi ile Japonya’da çok hızlı bir şekilde popüler olur. Savaştan sonraki dönemde Japonya’ya birçok Amerikan kültür ürünü gelmiş olsa da, dünyaca şöhret kazanmış Ichikawa Kon, Akira Kurosawa gibi büyük yönetmenlerin ve tokusatsu filmlerinin uluslararası tanınırlığı, Japonların mutlak bir gurur hissetmesini sağlar. Bu duygu, 2. Dünya Savaşı’ndaki yenilginin ardından kendini tamamen yeniden inşa etmek ve keşfetmek zorunda kalan ülkede ulusal gururun da kaynağı hâline gelir.

Godzilla, sadece temaları ve teknik yönleriyle değil, ABD ve Japonya’da aldığı farklı tepkiler açısından da oldukça ilgi çekici bir filmdir. Savaş sonrası Japonya’sının hayal gücüne atom bombası hâkim olmaya devam ediyordur. Durdurulamaz, kimsenin duygularını umursamayan, arkasında sayısız ölüm ve enkaza dönmüş şehirler bırakan böylesi korkunç bir silahın zihinlerdeki güçlü etkisini tahmin etmek zor değildir. Pasifik’in su altı mağaralarında huzur içinde uyuyan canavar, Bikini atolünde ABD ordusu tarafından yürütülen hidrojen bombası deneylerinin etkisiyle hem uyanır hem de genetik olarak mutasyona uğrar. Kışkırtılan canavar birkaç gemiyi batırır ve saldırganlarını Tokyo’ya kadar izler. Ardından Tokyo’yu adeta yerle bir eder. Canavarı durduracak olan tek şey, Dr. Serizawa tarafından yaratılan ve sebep olacağı yıkım nedeniyle savaş sırasında gizli tutulan korkunç bir silahtır. Tokyo’nun yok edildiğini gördükten sonra Dr. Serizawa fikrini değiştirir, ancak kendi ölümünden ve silahla ilgili bilginin sonsuza kadar kaybolacağından emin olduktan sonra silahı kullanır. Godzilla, pasifizm, militarizm, aşırıcılık ve insanlığın yıkıcı eğilimleri gibi konulara değinir. Film izlenirken, Batı sinemasında standart şekilde işlenenin aksine, aslında canavarın “kötü” ve ordunun “iyi” olmadığı düşüncesi oluşur. Canavar, hidrojen bombasının ve onu kullananların sonucudur ve Tokyo’da yol açtığı yıkımın sebebi, bir canavarın planlı intikamı ya da nefretinin bir görünümü değil, tuzağa düşmüş, yaralı ve kafası karışmış bir hayvanın öfkesidir.

Godzilla’dan Gundam’a

Godzilla, tokusatsu ve kaijū eiga filmleri, Japon bilimkurgusunun otantik bir Japon kültürel ürünü olarak dünyada sağlam ve köklü bir yer edinmesini sağlar. Bu süreç, Japon bilimkurgusunun çığır açıcı eserlerinden biri olan, O. Tezuka’nın Tetsuwan Atomu animesi (daha çok Astro Boy olarak bilinir) ile devam eder. Tetsuwan Atomu, Atomu adında bir çocuk androidin hikâyesini ve maceralarını anlatır. Tahmin edilebileceği gibi, Atomu’nun birçok özel gücü vardır: Lazer ateşleyebilir, uçabilir, ayrıca süper güce, gelişmiş işitmeye sahiptir ve birinin yalan söyleyip söylemediğini anlayabilir. İnsanüstü güçlerine tezat olarak son derece masum ve hatta sevimli bir görünümü vardır.  Aynı zamanda ilk gerçek “kawaii” karakterlerden biridir. Atomu birçok maceraya atılır, ancak beklentilerin aksine bu maceralar ahlaki açıdan çok muğlaktır. Atomu’nun ana hedefi,  insanlar ve robotlar arasındaki barışı ve dostluğu teşvik etmektir. Atomu kendi varoluş meselesiyle de boğuşmak zorundadır: Ruh denilen şeye sahip midir, gerçekten doğruyu yanlıştan ayırabilmekte midir? Bu sorular, savaştan sonra toparlanmakla kalmayan, aynı zamanda endüstriyel teknolojilerini yenileyerek sürekli modernleşen Japonya bağlamında da ele alınabilir.

Tokusatsu filmleri ve tv dizileri çok uzun bir süre popülerliğini korusa da (son Godzilla filmi 2019’da gösterime girdi) sinemaya çoğunlukla anime filmleri hâkimdir. Bu filmler yurt dışında çok daha fazla ilgi ve beğeni toplar. Godzilla ile benzer temaları işleyen (savaş ve militarizmi terk etmek, barış ve pasifizm ideallerinin teşvik edilmesi vb. )  Uchū Senkan Yamato (Space Battleship Yamato) gibi bazı eserlerden kısaca bahsetmek gerekir.  1970-2000 arası dönem için Japon bilimkurgusunun altın çağı olduğu söylenebilir; Hayao Miyazaki’nin Kaze no Tani no Naushika (Nausicaä of the Valley of the Wind, 1984) veya Tenkū no Shiro Rapyuta (Laputa: Castle in the Sky, 1986)’sı gibi en çok bilinen ve tanınan eserleri bu yıllarda gösterime girer.  Mecha türü de (insanlar tarafından, genellikle araç olarak yönlendirilerek kontrol edilen devasa robotlar) bu süre zarfında popüler hâle gelen bilimkurgu türlerindendir. Mecha, Kidō Senshi Gandamu (Mobile Suit Gundam), Baburugamu Kurashisu (Bubblegum Crisis, 1987), Kidō Keisatsu Patoreibā (Patlabor 1988) ve Majingā Zetto (Mazinger Z/Tranzor Z, 1972) gibi animeler aracılığı ile adeta Japonya ile eş anlamlı hâle bürünmüştür.

Bilimkurguda Yeni Bir Dalga: Siberpunk

Akira

Batı bilimkurgusunda 1980’den 2000’e kadar olan dönem, tek bir stil ve fikre, siberpunka saplantılıdır. Parlak kumaşlı uzay tulumları ya da bilimin ve gelişmenin özgürleştirici gücüne olan inanç artık eserlerde görülmemektedir. Dijital bir devrim yaşanmaktadır, ancak önceki yüzyılın gelecekbilimcilerinin tahminlerinin aksine dünya büyük ölçüde aynı kalmıştır; amansız, karanlık, hatta güçlenen teknolojinin yaşamlarımız üzerindeki artan etkisi nedeniyle daha da zalim. Siberpunk, kısaca “Yüksek teknoloji, sefil yaşam” ifadesi ile tanımlanabilir ve ilhamlarının çoğu Japonya’dan gelmektedir. O zamanlar Japonya, her şeyin otomatlardan satın alınabildiği ve endüstrinin insanlar tarafından değil de robotlar tarafından yönetildiği, imkânsız teknolojik gelişmelerin ülkesi olarak biliniyordu. Bu ilhamın en önemli örneklerinden biri Ridley Scott‘ın Blade Runner (1982) filmidir. Filmde gökdelenlerdeki devasa ekranlarda dönen reklamlarda yer alan geyşaları, yağmur yağarken geleneksel bir Japon yol kenarı büfesinde yemek yiyen Harrison Ford’u görürüz. Bu estetik anlayış, Japon sanatçılara da ilham kaynağı olmuştur. En iyi bilinen Japon animasyon siberpunk filmlerinden bazıları Akira (1988) ve Kōkaku Kidōtai‘dir (Ghost in the Shell, 1995). Bu filmlerin ikisi de distopik bir toplumdaki insanlık durumunu ele alır, ancak farklı öncüller kullansalar da, her ikisi de ürkütücü şekilde benzer sonuçlara varır.

Akira, Neo-Tokyo’da yaşayan ve ordu tarafından psişik güçleri uyandırılan genç motorcu Tetsuo’yu anlatır. Filme adını veren Akira, tanrısal boyuttaki güçleri ile orijinal Tokyo’yu yok etmiş ve bu olaydan sonra durağan hâle getirilmiş bir telepattır. Arkadaşı Kaneda’nın hep gölgesinde kalan Tetsuo, orduya karşı çıkar ve sonunda kendine yenik düşene dek bu gücü pervasızca kullanır. Vücudu bu süreçte Tetsuo ve Kaneda’yı öldüren grotesk bir dönüşüm geçirir. Filmin sonunda Tetsuo’nun kontrol dışı güçleri Akira’nın yardımı ile dizginlenir. Tetsuo insanlığın sınırlarını aşar ve gücünün tam olarak farkına vardıktan sonra farklı bir evreni oluşturacak büyük bir patlamaya dönüşür.

ghost-in-the-shell-1995

Kōkaku Kidōtai (Ghost In The Shell), Akira’nın tam tersine biyolojik gizil güçler hakkında değil, vücudun katı teknolojik modifikasyonu hakkında bir filmdir. Filmdeki dünya, (zamanımızın interneti gibi) insanların günlük hayatlarının tüm yönlerini kapsayan devasa bir elektronik ağ tarafından kontrol edilmektedir. İnsanlığın büyük bir kısmı bilinçli olarak biyolojik organlarını sibernetik organlarla değiştirmeyi, hatta tüm bedenlerini sibernetik bedenlere dönüştürmeyi seçmiştir. Filmin odak noktası, Kuklacı adlı bir siber korsanı yakalama görevi verilen siborg Binbaşı Motoko Kusanagi‘dir. Filmde, “insanın özü nedir, kırılgan bedenlerimizi çok daha gelişmiş siborg bedenlere dönüştürdüğümüzde bir şey kaybeder miyiz?” gibi birçok felsefi tartışma ve soru gündeme gelir. Sonunda Kuklacı’nın yapay bir zekâ olduğu ortaya çıkar. Kuklacı ordu tarafından yaratılmış ve bilince ulaşmış bir silahtır. Ancak ölümlülüğü deneyimleyemeyecek olmak ya da üreyememek gerçek bir yaşam biçimi olmanın önündeki engellerdir. Bu engel, Kuklacı ve Kusanagi’nin bilinçlerini ağda birleştirmeleri ve yeni bir bilinci doğurmaları ile aşılır. Filmin sonlarında Kusanagi’nin kırık bedeni bir çocuğa dönüşür. Son sahnede, yeni bir başlangıcı sembolize eden çocuğun şehrin ufkuna baktığını görürüz.

Özetle bilimkurgu, ilerleme ve modernleşme dürtüsüyle Japonya’ya gelmiştir. Bu anlatım türü, bir toplumun teknolojik değişimler, gelişmeler ve bunların sonucunda gelenekler ile devamlılığın kaybı nedeniyle yaşadığı huzursuzluğu ve kaygıyı mükemmel bir şekilde dile getirebilmektedir. Bilimkurgu, Japon tasavvurunda kendine bir yer edinir ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sadece ulusal bir gurur kaynağı olmakla kalmaz, aynı zamanda temel ihracat ürünlerinden biri hâline gelir. Yavaş yavaş popülerliğini artıran bilimkurgu; mecha gibi alt türlerle, edebiyat, film ve animasyon alanlarında nişler bulur. Japonya’nın eşsiz tarihi ve kültürel deneyimi, dünyanın her yerinde insanların hayal gücünü harekete geçiren bu kültürel ürünlerde apaçık hissedilebilir.

Hazırlayan: Gökhan Karagül | Kaynak

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

Helloween robot king

Helloween’in Robot King Şarkısına Bir Bakış

Bilimkurgunun öteden beri rock ve metal müzikle içli dışlı olduğunu bilmeyen yoktur. 80’lerden beri varlığını …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin